Öncelikle üç aylardan ilkini geride bırakarak bu mübarek mevsimin ikinci ayını idrak ettiğimiz bugün, Şaban-ı Şerif ayının her birimiz, ülkemiz, İslam Alemi ve tüm dünya için huzur, sevinç, sağlık, afiyet ve barış vesilesi olmasını Yüce Mevlâ'dan niyaz ederek sözlerimize başlamak istiyoruz.
Bundan önceki yazımızda İsra ve Mirâc mucizelerinin yaşandığı Receb-i Şerif'in 27. Gecesinde, mucizelerin en muhteşemi kendisine lûtfedilen Son Nebi Hz. Muhammed'in, (SAV) ümmetine olan düşkünlüğünün bu kutlu gecede de bir kez daha görüldüğünü ifade etmiştik. Yine Allah Teâlâ'nın, yaratılmışlar içinde sadece Kutlu Elçisine bahşettiği bu son derece özel ve ayrıcalıklı ikramın, onun ümmetine de yansıyan bir yönü olarak nitelemiştik namaz ibadetini… Evet namaz, Mirâc mucizesi ile Hak katına davet buyrulan Resûl-i Ekrem'in yaşadığı olağanüstü buluşmanın manevi hazzını ve lezzetini, ümmetinin de her gün yaşayabilmesi için Allah Teâlâ'nın müminlere bir hediyesidir şüphesiz…
Bugünkü yazımızda Mirâc kandili vesilesiyle aslında üzerimizde bir vazife olarak duran "namaz ibadetini idrak ve anlama" çabamızın bir uzantısı olarak bu ibadetin taşıdığı yüce değeri farklı bir bakış açısıyla ele almak istiyoruz.
GÖK EHLİ KİMLERDİR? İBADETLERİ NASILDIR?
Peygamberler hem gayb, yani "göremediğimiz âlem"den kendilerine verilen bilgileri bize aktarırlar, hem de Allah'ın izni ve iradesiyle o âlemde olan bitenlerden haber verirler. Bizim görme imkanına sahip olmadığımız, ancak Sevgili Peygamberimizin (SAV) hadis-i şeriflerinde, "Ehlü's-Semâ" olarak vasıflandırılan semâ katlarındaki "Gök Ehli", yine hadis-i şeriflerde bize "melekler" olarak tanıtılmaktadır. İslam kültüründe bu şekilde kabul gören bu anlayış, edebiyatımıza da aynı şekilde yansımıştır. Sözgelimi mirâc hadisesinde yaşananları, yazmış olduğu eşsiz eseri Mevlid'inde tasvir eden Süleyman Çelebi, hem melekleri hem de namaz ibadetinin onlar tarafından ifa ediliş biçimlerini şu beyitlerle aktarır bizlere…
Söyleşirken Cebrail ile kelâm / Geldi Refref önüne verdi selâm
Aldı ol Şâh-ı Cihânı ol zaman / Sidre'ye götürdü ve gitti hemân.
Gördü Gök Ehli ibadette kamu / Her biri bir türlü taatte kamu
Kimi tehlîl ü kimi temcîd okur / Kimi tesbîh ü kimi tahmîd okur.
Kimi kıyamda kimi kılmış rükû / Kimi Hakk'a secde kılmış bâ-huşû
Kimisini aşk-ı Hak almış durur / Vâlehü hayran ü mest kalmış durur.
Hep Gök Ehli cümle karşı geldiler / Mustafa'ya izzet ikram kıldılar
Merhaben bik yâ Muhammed dediler / Ey şefâat kân-ı Ahmed dediler.
Bu mısralarda da görüleceği üzere "Gök Ehli" olarak zikredilen meleklerin ibadeti, semâ katlarında Peygamber Efendimize gösterilmiş ve kimisi tehlîl (Lâ ilâhe illallah) kimi temcîd (Allahü Ekber, İnneke Hamîdün Mecîd) kimi tesbîh (Sübhâneke, Sübhânallah) kimi tahmîd (Elhamdü lillah) kelimeleriyle anlatılmaktadır. Allah'ı daimi olarak zikretmekte olan bu melekler, ya namazda ayakta duruşu ifade eden kıyam'dadır, ya Allah'ın huzurunda saygıyla eğilmeyi sembolize eden rükû'da veya O'na saygının ve tâzimin en manidar göstergesi olan secde halindedirler. Yine onlar, bu ibadetlerine aşk ve huşû katarak adeta kendilerinden geçmiş durumdadırlar. Peygamberimizin de onları müşahede etmek ve seyretmekle onların son derece etkileyici bu ibadetlerine duyduğu hayranlık, Allah Teâlâ tarafından kutlu misafirine verilecek hediyelerden birinin, bu ibadet biçimlerinin hepsini kendinde toplayacak olan namaz ibadetine dönüşmesine vesile olmuştur. İşte bu sebeple namaz ibadeti, "Gök Ehli"nin yeryüzüne yansıyan bir örneğidir; ve yeryüzünde mümin tarafından kılınan namaz, ne kadar meleklerin bu ibadetlerine benziyorsa, kişiyi o kadar melekleştirecek; ne kadar aşk ve huşû taşıyor ise Hak Teâlâ katında o kadar yakınlaştırıcı ve o denli olgunlaştırıcı bir niteliğe bürünecektir.
Özellikle vurgulamamız gereken husus şudur: Mümin, hem ilahî bir aşkı, yani mahabbetullah'ı hem de huşû denilen vasfı kuşanan kişi olmalıdır. Zira kul ancak bu özelliklere sahip olunca, Allah sevgisi ve saygısıyla dolu bir gönülle Rabbinin huzuruna çıkabilmektedir. Bunu başarabilmesi ise âciz bir kulu, Hak katında azîz bir misafir haline döndürmektedir.
Peki, Yüce Yaradana olan bu sevgi ve saygıyı elde etmek ve gönlü bunlarla doldurabilmek için ne yapmak gerek? Bunu nasıl başarabiliriz; kılınan namazlarda mirâc sırrına nasıl ulaşabiliriz ve Sevgili Peygamberimize, uzun süre ayakta durduğu için şişen ayaklarının elemini unutturacak o manevi hazzı ve lezzeti bizler de nasıl yaşayabiliriz?
Kulluk hayatımız, dinî tecrübemiz, ruh dünyamız ve gönül âlemimiz için son derece önemli olan bu konuyu gelecek yazımızda ele almayı düşündüğümüzü ifade ederek hem Şâbân-ı Şerif'inizi hem de Cuma gününüzü tebrik eder, bu günlerin feyiz ve bereketinden bizleri de hissedâr kılmasını Yüce Mevlâ'dan niyaz ederiz.
Mehmet Emin Ay