Bir önceki yazımızda, duanın "Hak katına sunulan bir dilekçe" olduğundan söz etmiş, onun insan için taşıdığı değeri ortaya koymaya çalışmıştık. Ancak dua ile ilgili anlatacaklarımızı tamamlayamamıştık. Hemen ifade etmeliyiz ki, dua konusunun gerçekten derin bir muhtevaya sahip olması, onun bir değil, birkaç yazıda ele alınmasını gerekli kılmaktadır…
Bugünkü yazımızda dualarımızın, Yüce Yaradan katında "makbul" sıfatına sahip olabilmesi için taşıması gereken özelliklere değinmek istiyoruz. Bu özelliklerin neler olabileceği konusunda bize yol gösteren ayet ve hadislerin varlığı, yolculuğumuzda en değerli rehberlerimiz olacak tabii ki… Daha sözlerimizin başında, el-Mücîb ismiyle kullarının dualarını kabul eden Yüce Rabbimizin, kulundan kendisine "münîb" bir kalb ile yönelmesini istediğini vurgulamak isteriz…
Kur'an-ı Kerim'in bize öğrettiği kavramlardan biri olan "kalb-i münîb" aynı zamanda Allah Teâlâ'nın övgüsüne mazhar olan bir özelliğe sahiptir (Bkz. Kaf, 32, 33); çünkü o her şeyiyle, katıksız ve eksiksiz bir şekilde Rabbine yönelmeyi başarabilmiş bir kalptir…
İşte böyle bir kalbe sahip olan kişinin dualarının, Allah Teâlâ katında kabul görmeye hak kazanması için farkında olması/hesaba katması gereken birtakım hususlar vardır. Bunlardan ikisini bu yazıda ele almak niyetindeyiz.
DUA BİR İBADETTİR; SAMİMİ OLARAK VE İÇTENLİKLE YAPILMALIDIR
İslam dini, insanların Allah'a kulluk ve ibadet için var edilmiş olduğunu bildirir. Allah Teâlâ insanlardan bunun gereğini yerine getirmelerini bekler (bkz. Zâriyat, 56). Son Nebi Hz. Muhammed (sav) Efendimiz de hadisi-i şeriflerinde, "Dua, kulluğun özüdür, dua ibadetin tâ kendisidir." buyurarak konuya hassasiyet göstermemize dikkat çekmiştir.
Dua eden ve Allah'a kulluğu benimseyerek yapan kimse Allah'ın "Azîz" kendisinin ise âciz olduğunu kabullenen kişidir. Ancak kulun bu aczini kabullenişi ve itirafı, sesinin tonundaki tevazu ve mahviyeti onu, Allah katında en değerli kılan özelliğidir. O halde dua etmek, diyebiliriz ki, Allah'a kul olduğunun farkında olmaktır; sevgi ve saygı ile bağlandığı Rabbine kul olmaktan lezzet almak demektir…
Bir ismi es-Semî', bir ismi el-Basîr, bir diğeri el-Alîm ve biri de eş-Şehîd olan Allah Teâlâ, kulunun dua terennümlerini duymakta, boynunu büküp gözyaşlarını akıttığını görmekte onun neler istediğini çok iyi bilmekte ve bu kişinin "güzel kulluğu"na şahit olmaktadır…
Aslında dua edebiliyor olmak, O'nun katına el açmaktan zevk almak bile başlı başına bir nimet ve ibadettir… Nimettir; çünkü bir ismi de el-Mucîb olan Allah Teâlâ, kabul edeceği dua için kuluna niyaz imkânını bahşetmiştir. İbadettir; çünkü gönlünü O'na bağlayarak, kalbini O'na yönelterek, ellerini O'na açarak hamd ve şükürlerle, tesbih ve zikirlerle O'nu anarak yine O'nun yüce katından talepte bulunmak ibadetin tâ kendisidir… İşte bu bağlamda sözlerimizi bir hadis-i şerifle takviye etmek isteriz. Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyuruyor:
"Kime dua kapısı açılmışsa, onun için aslında nice rahmet kapıları açılmıştır. Allah'tan istediğiniz şeylerden O'na en çok sevimli gelen, O'ndan afiyet istemenizdir." Hadis-i şerifte geçen "âfiyet" ise kişinin maddi ve manevi sağlık, esenlik, huzur ve sevinç içinde olması demektir.
Bu konuya dair ifadelerimizi şu önemli husus ile tamamlayabiliriz. Yüce Mevlâya samimiyetle, içtenlikle ve tüm kalbiyle yönelerek dua etmek, güzel kulluğun en manidar ifadesidir. Zira tüm ibadetlerde olduğu gibi duada da ihlas ve samimiyet, kabulüne en büyük vesiledir. Belki bu sebepten olsa gerek Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Rabbinize alçakgönüllülük içinde hafif bir sesle dua ediniz." (A'râf, 55) Tıpkı Hz. Zekeriyya'nın (as) "hafif bir sesle yalvardığı" gibi…
DUA: BAŞA GELENDEN DE GELECEK OLANDAN DA KURTULUŞ VESİLESİ…
Dua hem başa gelen bir sıkıntının kalkması hem de karşılaşılabilecek bir belanın kaldırılması, def edilmesi için kişiye fayda sağlamaktadır. Konuyla ilgili bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: "Dua başa gelen bir sıkıntının kalkması için fayda verdiği gibi, aynı zamanda henüz gerçekleşmemiş bir musibet için de fayda sağlar. O halde Ey Allah'ın kulları duaya sarılın." Yine bir başka hadis-i şerifte "Kaderi çeviren, geri döndüren ancak duadır." buyuran da Sevgili Peygamberimizdir... Akla şöyle bir şey soru gelebilir: Levh-i Mahfuz'da yazılan kader nasıl geri çevrilebilir, nasıl geri döndürülebilir? Aslında kaderde bir değişiklik olmamaktadır; fakat kaderin tecellisi olan kazanın gerçekleşmesinde bir değişiklik söz konusudur. Sözgelimi, makbul bir dua ile kulun başına gelebilecek bir bela, kaza olarak kendisine rüyada yaşatılmış olur. Yahut yaşayacağı kaza kendisini teğet geçerek atlatılmış olur ya da hafif bir şekilde etkilendiği bir şekilde tecelli eder… Bunların hepsi kulun doğrudan aleyhine olmadan gerçekleşir ve bizatihi kaza olarak tecellisine muhatap olmasını engeller…
Velhâsıl, bir ismi de kuluna ilgi gösteren, seslenişine kulak veren ve dileklerini yerine getiren anlamındaki el-Mücîb olan Allah Teâlâ, "Münîb" olan bir kalbin yazdığı dilekçeyi asla geri çevirmez. Yeter ki kul, işte böyle her haliyle "Rabbine yönelen" bir kalbe sahip olsun ve duasını Yüce Mevlâ'nın katına işte bu kalbiyle yazsın!..
Konuya devam edeceğiz. Yeni bir haftanın güzellikler ve hayırlar getirmesi dileğiyle…
Mehmet Emin Ay