Bundan önceki yazımızda Hz. Nuh'un (AS) peygamber olarak gönderildiği topluma nasihatlerini, uyarılarını konu edinen ayet-i kerimeleri aktarmıştık.
Bu aziz peygamberin ismiyle Kur'an-ı Kerimde yer alan iki sayfalık surede dikkat çekici nice noktaların var olduğunu görüyoruz. Özellikle surenin 13. ayeti ve sonrasında verilen bilgiler üzerinde çokça düşünmemiz gerektiği kanaatindeyiz. Zira "modern zamanlar" diye isimlendirilen son iki asır, bizi maneviyattan uzaklaştırıp maddeye mahkum eden, insanın muhtaç olduğu mukaddesatı onun hayatından silen, onu önce kendisine âşık ve tutkulu, sonra da her şeyin en iyisine ve güzeline layık olduğuna inandıran bir anlayışa sahip kıldı. Adeta Hz. Nuh'un, büyük tufan öncesi toplumunun düştüğü "farklı isimlerdeki putlara tapma" özelliği, günümüzde başka bir versiyonla insanlığın karşısına dikilmiş vaziyette duruyor ve insanlık, büyük bir tutkuyla modernizmin ona dayattığı bu putlara köle ve esir bir halde kulluk ediyor durumda… Sınırsız haz ve zevki öneren Hedonizm, parayı putlaştıran Kapitalizm, rahatı ve konforu her şeyden daha değerli tutan Sekülarizm, mukaddes değerleri hayattan çıkarıp onun yerine inançsızlığı koymuştur. Diyebiliriz ki, maddeyi ilahlaştıran Materyalizm gibi anlayış ve ideolojiler bir put haline gelmiştir bugün için insanlığın hayatında… Ve asla İslam diniyle bir sorun yaşamayan bilim, bugün Pozitivist anlayışa sahip birtakım kimseler elinde dinin alternatifi olarak görülmeye başlanmış ve yaldızlı söylemler ile depremin ve diğer felaketlerin yorumlarken insanı, kitleleri isyana ve inançsızlığa, çözümsüzlük ve ümitsizliğe sevk etmiştir. Bu söylemler sonuçta hiçbir işe yaramamıştır. Zira görülmüştür ki bunlar, insanoğlunun felakete maruz kaldığı durumlarda onun için teselli edici, ruhunu huzura kavuşturan, yaşadığı travmayı iyileştiren bir fonksiyona sahip olmamaktadır. Zira ruh öncelikle manevi bir destek ve teselliye muhtaçtır; bu ise ancak dinin insana sunabileceği bir şeydir… İşte bu sebeple hayatını normal şartlarda yaşayan insanın, Yüce Yaratan ile kurduğu sağlam bağ, felaket zamanlarında onu isyan ve ümitsizliğe düşmekten koruyacak, büyük acılara bile metanetle bakabilme gücü verecektir. Onun için maneviyata sahip olmak, inancı ve imanı kuşanmak; karşılaşılan zorlukları, düçar olunan musibet ve afetleri anlamlandırırken ve yorumlarken; ve özellikle onlarla başa çıkma çabalarında son derece önemli bir destek sağlayacaktır, insana…
Hz. Nuh'un sitemi…
Yazımızın bundan sonraki satırlarında Hz. Nuh'un (AS) büyük bir üzüntüyle dile getirdiği hakikati ele alacağız. Zira yaşadığımız kıyamet benzeri bir büyük felakette Allah Teâlâ'nın kudretini, azametini, yüceliğini hakkıyla takdir etmek; depremin de sellerin de O'nun takdiri ve bilgisi dahilinde gerçekleştiğini ikrar, kabul etmek ve bu inanca sahip olarak bir "mümince duruş ve bakış" sergilememiz icab ettiği kanaatindeyiz. Şimdi geliniz Hz. Nuh'un (AS) çağrısına kulak verelim: (Hz. Nuh toplumuna dedi ki) "Size ne oluyor da Allah'ın büyüklüğünü/yüceliğini hesaba katmıyorsunuz!" Bu ayetten sonra gelen ayetlerde, "Halbuki insanı türlü safhalardan geçirerek O'nun yarattığı, gökleri büyük bir nizam ve düzen içinde, birbiriyle uyumlu bir halde, içine güneşi ve ayı yerleştirerek var ettiği…" (Bkz. Nuh, 13-16) ifade edilmiştir. Hz. Nuh, (AS) toplumundan, bütün bunların farkında olmalarını istemişti, ancak onlar kulak asmadılar bu uyarılara… Sonunda hiç ummadıkları büyüklükte bir felakete muhatap oldular ve büyük tufanda her şeylerini kaybettiler…
Kur'an-ı Kerim, geçmiş toplumların hayatlarını, inançlarını, anlayışlarını, peygamberlerine karşı tutum ve davranışlarını anlatır bizlere… Bundan maksadın "ibret almak, ders çıkarmak" olduğunu hatırlatır, ayetlerin sonunda… Bu ibreti en yüksek seviyede hissederek alan Hz. Peygamber (SAV) Efendimizin hayatından nice dersler çıkarılabilir. Rüzgarın sert bir şekilde esmeye başladığı zaman mübarek simasının renginin değiştiğini anlatır bize Hz. Aişe Validemiz… Medine'nin dışına çıkarak toprağa diz çöküp dua ettiğini aktarır bize sahabiler… "Allah'ım! Geçmiş ümmetlerden bir kısmı şiddetli rüzgarlar ile helâk oldular. Sana sığınırım" diye duada bulunur ve yine Hz. Aişe'nin bize aktardığı şu niyazı arz ederdi Rabbine…
"Allah'ım! Sen'den bu rüzgarın ve bu rüzgarın içinde bulunan şeylerin; ve yine Sen'in gönderdiğin her şeyin hayırlı olmasını dilerim. Bu rüzgarın ve onun içinde bulunan şeylerin de Sen'in gönderdiğin her şeyin şerrinden de yine Sana sığınırım."
Başa gelebilecek "felaketler ve musibetlerden Allah'a sığınmak" Peygamber Efendimizin (SAV) hayatından önemli bir özellik olarak yansımaktadır bizlere… Bu durum her bir mümin için hem Allah'ın yüce kudretini ve azametini takdir ederek O'na iltica etme güzelliğidir; hem de endişe ettiği ve Rabbine sığındığı hususlarda kul olarak tedbirini almanın da bir kulluk görevi olduğu şuuruna sahip olmak özelliğidir. Sözgelimi Peygamberimizin (SAV) gece yatarken kandili ve ocakta yanmakta olan ateşi söndürmeyi tavsiye etmesi ve "Ateş sizin düşmanınızdır" sözüyle onun şerrinden emin olmamız için üzerimize düşeni yapmamızı istemesi, son derece önemlidir. Ancak alınan tedbirlere rağmen, takdir-i ilahi olarak gerçekleşen herhangi bir yangında hayatını kaybeden bir müminin "şehitlik" makamına sahip olduğunu müjdelemesi ve bu müjdeyle müminin teselli bulması da son derece önemli hususlardır.
Kur'an-ı Kerim, geçmişte yaşayan kavimlerin ve birbirinden farklı toplumların bizden daha güçlü ve kuvvetli kimseler olduğuna da dikkat çeker. Hiçbir memlekette eşi benzeri olmayan sütunlarıyla meşhur İrem, taşları oyarak mesken yapan Eyke, suyu tuttukları barajları inşa eden Arim ve daha niceleri, her bir surede muhteşem bir anlam zenginliği içinde anlatılmıştır bizlere... Peki neden?... Kanaatimizce, hiçbir şeyin işe yaramayacağı bir hakikate işaret için: "İnsan da fanidir, dünya da…" Tayin edilen hayat, bir ecelle belirlenmiştir. O geldiği vakit, her türlü tedbirle korunmuş bir mekanda olsa da kişiyi mutlaka bulacaktır! Bu bazen hasta yatağında "beklenen" bir ölüm olarak tecelli edecek… Bazen bir nefes durması sebebiyle bebek, çocuk, genç ve yetişkin için "beklenmedik" bir şekilde; bazen de yaşlılar için "sıralı" diye vasıflanan bir ayrılışla gerçekleşecek… Aslında hiçbir ölüm ansızın değil, tam zamanında ve belirlenmiş ânında vukû bulmaktadır vesselam… Ölüm özellikle mümin için bir yok oluş değil, hayatın türlü sıkıntılarından kurtulduğu, yeni ve ebedi bir hayatın başlangıç noktasıdır.
Şu hakikati de göz ardı etmemek gerekir. Asıl sınav, felaket ve musibetlere muhatap olarak yüzbinlerce can kaybının olduğu zamanlarda yaşanmaktadır. Bilimsel bakış kişiye suçlayıcı bir tavır takındırırken anlık çözümleri sunmakta başarılı olamamaktadır. Din ise insanın sorumluluğunu göz ardı etmeden, bu sorumluluk gereği hem bu dünyada hem ahirette hesaba çekileceğini uyararak, yaşanan her bir olayın, her şeyi yaratan, yaşatan ve eceli geldiğinde hayatiyetine son verecek yüce kudret ve sınırsız merhamet sahibi Allah Teâlâ'nın takdiri ve bilgisi dahilinde olduğunu bildirir bize… Doğrusu, insanın dizine derman, koluna güç, gönlüne teselli ve ruhuna metanet veren de budur. Bunun adı imandır… Kadere iman ise kederi ve elemi dağıtan, yaralı gönülleri sağaltan, kalplere teselli merhemi olan muhteşem bir güç ve şifa kaynağıdır…
Biz de işte bu sebeple, kaderimizi takdir eden; meleklerine, peygamberlerine, gönderdiği kitaplarına iman ettiğimiz Yüce Rabbimizden, içimizdeki salih kullar ve iyi insanlar hürmetine, düçar olduğumuz felaketleri bir daha yaşatmamasını niyaz ediyor ve mübarek Ramazan-ı Şerif ayını huzur ve sükûn içinde geçirmemizi bizlere lütuf ve kereminden ihsan etmesini diliyoruz…
Mehmet Emin Ay