Hicretin üzerinden yaklaşık on sekiz ay geçmişti. Şâbân-ı Şerif ayının son günleriydi… Bakara suresinin 183. ayeti ile başlayan oruçla ilgili ayetler indirilmiş ve şöyle buyurulmuştu: "Ey iman edenler! Önceki ümmetlere farz kılındığı gibi oruç ibadeti size de -sayılı günlerde tutmanız üzere ve böylece takvâ mertebesine ulaşmanız için- farz kılındı…"
Ashab-ı Kiram, oruç ibadetine yabancı değildi… Nitekim onlar, cahiliye döneminde bile Hz. İbrahim'in doğum günü olarak kabul ettikleri güne hürmeten aşure gününde oruç tutan Mekkelileri biliyorlardı. Medine'ye hicret ettiklerinde de Ehl-i Kitab olarak bilinen Yahudi ve Hristiyanların, yılın belirli dönemlerinde oruç tuttuklarına şahit olmuşlardı… Bizzat Resul-i Ekrem'in (SAV) hem Mekke döneminde hem de Medine'de aşure günlerinde oruç tuttuğu da bilinmekteydi… Kısacası orucun, insanlık tarihinin eski dönemlerinden itibaren bir ibadet biçimi olarak varlığından haberdar olan Ashab-ı Kiram'a şimdi bu ibadet, onu sayılı günlerde tutarak yerine getirmeleri üzere farz kılınıyordu. Ancak bu sayılı günlerin bir ay şeklinde ve Kur'an'ın indirildiği ay olma özelliğine sahip olan Ramazan ayında gerçekleşecek olması müminler için ayrıcalıklı bir durumdu. Zira gündüzlerini oruçla geçirecek olan Müslümanlar, secdelerle aydınlattıkları gecelerden birinde, Kur'an-ı Kerim'in insanlığa bir "hidayet rehberi", "karanlıkları aydınlatan bir nur" ve "gönüllere şifa" olarak indirilişinin yeni bir yıldönümünde bu heyecanı tekrar yaşayacak, "Allah Teâlâ'nın gündüzlerini oruçla gecelerini ise namazla bereketlendirdiği" bu ay, onlar için maneviyat hasadı olan bir mevsime dönüşecekti…
Resulullah Efendimiz (SAV) Ashâb-ı Kiram ile birlikte dokuz yıl oruç tutmuştu. Bu dokuz yıl içinde kimi seneler Ramazan ayı 29 -ki bu yıl da bizler 29 gün tutacağız- kimi zaman da 30 gün sürmüş; çoğu yıllar Medine'deki günlerinde tutulmuş ve Mekke'nin fethinin gerçekleştiği yılda ise Ramazan, Mekke'ye doğru sefere çıkılan günlerle rastlamıştı. Böylece yolculuk durumlarında nasıl davranılacağı da Peygamberimiz (SAV) tarafından ümmetine bizzat gösterilmiş ve öğretilmişti. Böylece bu dokuz yıllık beraberlik, Ramazan-ı Şerif'e ait olan ibadetlerle ilgili olarak başta oruca dair tüm bilgilere temel teşkil edecek bütün fıkhî bilgileri, Peygamber Efendimiz (SAV) ashabına tebliğ etmiş ve onlar vasıtasıyla sonradan gelecek tüm ümmetine bildirmiştir. Diyebiliriz ki, bu durum bizler için şöyle bir netice oluşturmuştur. Geçmişte yaşayanlar da dahil bugün ve gelecekte yaşayacak Müslümanlar oruç ibadetine dair her türlü bilgiye sahip olmuşlar ve onun hem fert hem de toplum olarak insanlar üzerinde bıraktığı büyük etkisi sebebiyle müstesna bir ibadet olarak kabul görmüştür ve kanaatimizce görmeye de devam edecektir.
Ayetler oruç ibadetini bize nasıl anlatır?
Bakara suresinin 183. ayeti ile başlayıp 187. ayetiyle biten vahy-i ilahî, Müslümanlara orucun kazandıracağı güzel hasletleri ortaya koymaktadır. Görünen odur ki, oruç en başta müminlere "takva mertebesine erişmeyi", ardından "şükreden kullardan olmayı", sonra onların "doğru yolu bulmalarını" ve "hatalardan korunmalarını" sağlayan, böylece birçok yönden onları terbiye eden ve aynı zamanda toplumsal açıdan "paylaşma ve dayanışma" kültürünün oluşmasını temin eden özelliklerin sahibidir.
İslam âlimleri ve özellikle müfessirler "Ey iman edenler!" hitabını, "Allah'ın kullarına en değerli hitabı" olarak görmektedirler. Çünkü bu hitabı eğer bizzat duyabilseydik, o anda hemen "Buyur Allah'ım! Emrine âmâdeyim!" diyecektik. İşte bu karşılıklı muhataplık neticesinde mümin kul, oruçla mükellef olmakta, tuttuğu bu orucun ona hangi hususlarda faydalar sağlayacağı da ilgili ayetlerde açıklanmaktadır. Aslında bir başka açıdan, oruç tutan her bir mümin, bu kulluk ikrarı ve samimiyetiyle tutmaktadır orucunu ve işte belki de bu sebepten dolayı bir hadis-i kudsîde "Oruç benim rızam ve hoşnutluğum için tutulur. Bu sebeple de onun mükafatını ben takdir edeceğim" buyurmaktadır Yüce Mevlâmız…
Orucun hikmetleri, maddi ve manevi faydaları, ferdî ve toplumsal açıdan oluşturduğu olumlu etkileri üzerine binlerce araştırma ve inceleme çalışması vardır. Hepsinin ortak yönü, onun bir ay hanelerimize kutlu bir misafir olarak konuk olduğunu ortaya koyar. Tıpkı her bir misafir gibi rızkıyla gelen; getirdiğinin sadece küçük bir bölümünü tüketip geri kalanını orada bırakarak ayrılan bir misafir… Çok hassas ve naif davranılmayı bekleyen, çok duygulu ve zarif bir misafir… Hatırını hoş tutarsanız, elinizden tutup sizi "takvâ" isimli mertebeye çıkaracak, size vefâ borcunu ahiret yurdunda size sahip çıkarak, Allah Teâlâ'ya sizin için ricada bulunacak bir misafir… Leyle-i Kadr'i bize getiren kendisi de kadr ü kıymeti yüce olan bir misafir… Ve nihayet, asrın felaketine düçar olan ülkemiz ve insanımız için ötelerden muştular getiren bir kutlu misafir…
Yüce Mevlâmız, onu bizlere mübarek kılsın ve her bir günüyle tüm Ramazan-ı Şerif'in ve Cuma gününün feyiz ve bereketi üzerinize olsun…
Mehmet Emin Ay