Arama

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay
Temmuz 12, 2024
Mülteciler meselesinde nerede yanlış yaptık?

8 Temmuz 2024 Pazartesi günkü yazımızda, hicretin 1446. yılına girdiğimiz şu günlerde, geçtiğimiz hafta yaşanan yur tiçi ve yurt dışındaki provokasyonlardan ve mültecilere karşı işlenen insanlık dışı olaylardan da söz etmiştik. Aynı yazıda, günlerdir bu konuda medyada yazılıp çizilenlerin olduğuna kısaca değinmiştik. Bugün yazımızın başlığını teşkil eden husus ekseninde, mülteci meselesinde nerede hata yaptığımız konusunda bazı mülâhazalarımızı sizlerle paylaşmak istiyoruz.

2011 yılında Suriye iç savaşının başlamasıyla birlikte, savaş mağduru mültecilere Türkiye'nin kucak açması sayesinde 29 Nisan 2011'de 252 kişilik ilk kafile, yurdumuza Hatay Reyhanlı'daki Cilvegözü kapısından giriş yapmaya başladı.

Doğrusu, o dönemde Türkiye tarafından böyle bir insani tavır sergilenirken, ne vatandaşlar, ne devlet adamları ne de hükûmet, bu göçün böylesi devâsâ boyutlara ulaşacağını tahmin edemezdi… Olan oldu, geçen geçti… Ancak burada bir hususa özellikle değinmeye ve hakkı teslim etmeye mecburuz. O gün Suriyeli muhacirlere ve mültecilere kapı aralayan kararı veren, bu hususta irade sergileyen, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bu ülkenin ve milletin şanına yakışanı yapmıştı… Tıpkı daha önceki dönemlerde Başbakan Turgut Özal'ın, aynı iradeyle Kuzey Irak'ta zulme maruz kalan insanlar ile Bulgaristan'ın sergilediği devlet zulmünden kaçan ve ülkemize sığınan göçmenlere kucak açtığı gibi… Yine tıpkı şanlı ecdadımız Osmanlı Devleti'nin, dünyanın mazlum ve mağdur durumdaki milletlerine ve insanlarına, topraklarında huzur ve barış içinde yaşayabilmeleri imkanı bahşettikleri gibi…

Şimdi dönelim yine asıl meseleye… Aradan geçen 13 yıllık zaman dilimi, maalesef ülkemizin göç ve göçmenlere yönelik çalışmalar yapan, bu konudaki kararları ve faaliyetleri organize edecek bir kuruluşa, çok geç kalınarak sahip olunduğunu göstermiştir. Batılı ülkelerde bizim kadar göçmen kabul edilmediği halde göç ve göçmenlikle ilgili konular, bakanlık seviyesindeki devlet kurumlarıyla deruhte edilirken, ülkemiz bu önemli sorunu yıllarca İçişleri Bakanlığı'na bağlı "Yabancılar Dairesi" adlı bir başkanlık; son zamanlarda ise yine İçişleri Bakanlığı'na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ile çözme yoluna gitmiştir. 44 2.013 tarihinde kurulan bu birim, 29 Ekim 2021 tarihinde ise İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığı adını almıştır.

Burada da yine bir hususu açıklığa kavuşturmakta fayda vardır: İster eski adıyla Yabancılar Dairesi Başkanlığı, ister Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, isterse Göç İdaresi Başkanlığı olsun, yine isterseniz bu ifadelerin yer aldığı başlık, "Bakanlığı" olarak son bulsun, önemli olan bu kurumların sahip olduğu anlayış/zihniyet, uygulamaya konulan faaliyetler, kısacası yaptığı işlerdir. Hakkı teslim ve kadir-kıymet bilirliği elden bırakmadan, tarafsızca davranarak ifade etmemiz gereken hakikat şudur ki geçen 13 yıllık zaman sürecinde ülkemizin aldığı bu devâsâ göçün, beraberinde getirdiği sorunlar, tüm çabalara rağmen "başarılı" diyebileceğimiz bir şekilde yönetilememiştir. En azından kötü niyetli kimselerin dezenformasyon gayretleri, gerektiği gibi boşa çıkarılmamıştır. Sonuçta yanlışlarla doğrular birbirine karışmış, atılan iftiralarla masum insanlar sürekli zan altında bırakılmışlardır. Bu ise ilk günden itibaren, toplumda bazı kesimlerin iç dünyalarında taşıdıkları ön yargı, kıskançlık ve nefret gibi kötü duyguların gün geçtikçe beslenerek büyümesine sebep teşkil etmiştir. Hele kıskançlık, Kabil ve Habil örneğinde olduğu gibi kardeşe kardeşi öldürtecek kadar yıkıcı bir özellik iken, buna yönelik tedbirler alınmamış yeterli derecede doğru bilgilendirmelerde bulunulmamış ve kitlelerin öfke patlamalarına mani olunamamıştır. Böyle olunca da tabii olarak bir Suriyeli mültecinin her şeyi; söz gelimi sahip olduğu çocuğu, çocuklarının sayısı, malı, kariyeri, becerisi, kabiliyeti… kısacası her şeyi göze batmış ve bu büyük çekememezlik onların, zaman içinde canlarına ve mallarına mal olmuş, evleri ve iş yerleri yakılarak büyük bir zulme maruz kalmışlardır… Daha yeni, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından, Suriyelilerle ilgili "doğru" bilinen ve dillendirilen 27 "yanlış"; geçen hafta maddeler halinde yayınlandı. Bunların içinde, maalesef yıllardır bazı siyasiler tarafından dillendirilen ve medyada paylaşılan, böylece bu işlere teşne olanları "vandallığa" sürükleyen bu yalan-yanlış düşüncelerin hala toplum hafızasında taze bir şekilde duruyor olması son derece talihsiz ve üzücü bir durumdur. Halbuki, en baştan bu hata ve yanlış dolu önyargıların yerine doğruların peşine düşecek ve doğruları, topluma etkin bir şekilde aktaracak birimlere ve faaliyetlere sahip olabilseydik, bu söylemler toplum nezdinde bu kadar pervasız bir şekilde yerleşip kök salmayacaktı. Yalanlar yerine doğrular; vehimler yerine gerçekler ikame edilseydi, hiç tahmin edilemeyen hakikatlerle karşılaşılacaktı… Konuya dair sadece bir örnek vererek, Suriyeli mülteciler içinde son derece önemli şahsiyetlerin bulunduğunu ve bunların ülkemize ve ilim dünyasına çok değerli katkılar sunacak kişiler olduğunu söyleyebiliriz.

Suriye yönetimi tarafından evi bombalanan ve öğretmen eşiyle birlikte iki evladını yanına alarak ülkemize sığınan bir matematik bilgini, (ismini yazmayacağım, hatta Suriyelilerin tüm kimlik bilgilerinin birileri tarafından haksızca internet ortamına sızdırıldığı şu günlerde, ilgili şahsın isminin ve soy isminin baş harflerini bile vermeyeceğim) sığındığı şehrin valisi tarafından fark edilmiş, vatandaşlığa geçiş işlemleri tamamlanarak Türkiye adına katıldığı ilk yurt dışı yarışmada, ülkemize birincilikle dönmüştür.

Buna benzer akademik vasıflara sahip birçok isim yanında, organize sanayi bölgeleri bulunan şehirlerde tekstil ve mobilya imalatı gibi alanlarda yetişmiş eleman ihtiyacına cevap veren Suriyeli mültecilerin, ülkemiz ekonomisine katkıları inkar edilemez bir gerçektir. Ne çare ki, bütün bu hakikatler, asla gereği gibi anlatılıp-tanıtılmamış ve toplum doğru bilgilerle bilgilendirilmemiştir. Yazık ki zihinlerde onlarla ilgili hep olumsuz vehimler yer etmiş, dillerde hep, onların içindeki "çürük elma"ların yapıp ettikleri kötü/yanlış/kabul edilemez pis işler anlatılmış; bu ise gün gelip tam da aranan kaos ortamına malzeme teşkil etmiştir vesselâm…

Umarız, Türkiye-Suriye ilişkilerinin yumuşama ve normalleşme sinyallerinin verildiği şu süreçte, geçmişte olduğu gibi bu sorunun ve yaşananların da "unutulması" değil bir daha yaşanmaması için gereken tedbirlerin alınması ve mutlaka hayata geçirilecek ciddi müeyyide ve cezaların artık en ağır biçimde "uygulanması" gerçekleşir. Zira iman, helal-haram, günah, mahşer hesabı gibi… manevi ve kutsal değerlerden yoksul kimseler için bu dünyada tadacakları can ve mal cezasından başka bir "engelleyici unsur" söz konusu değildir…

Huzur ve güvenin tüm dünyada, İslam coğrafyasında ve özellikle Gazze'de, nihayet ülkemizin her bir şehrinde hüküm sürdüğü günleri görmek niyazıyla mübarek Cuma gününün feyiz ve bereketi üzerinize olsun…

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN