Dokuz aydır, insanlık dışı saldırılarla yürütülen acımasız bir katliamın, dünyanın gözü önünde cereyan ettiği günleri yaşıyoruz. Hemen her gün, yeni bir bombalamayla ya önceden belirlediği meskenleri, apartmanları veya okul, hastane gibi kurumsal binaları, içindeki insanlarla yerle bir ediyor ya da bir gıda yardımı kuyruğundaki savunmasız insanları keskin nişancı atışlarıyla hayattan koparıyor, bu zalim ve vahşi siyonistler… Daha bugün, katillerin bombaladığı bir evdeki tüm aile fertleri şehid olurken geriye sadece Ghazal adlı bir kız çocuğu kaldı…
Haber kaynakları, Trump ve Biden ikilisinin, bir açık oturumda karşı karşıya geldikleri ortamda Trump'ın, Biden'ı katliâma yeterince destek vermemekle suçladığını aktarıyordu bugün… Sanki bunca bombayı İsrail'e veren ülke kendileri değilmiş gibi…
Tüm bu olumsuz haberler ve gelişmelere rağmen, mücahidlerin ve Gazze halkının ümitlerini hiç kaybetmeyişleri; sabır ve metanetleri destan olup düştü dillere… Batı, bu sabırlı ve onurlu millet sayesinde İslam'ı ve müslümanları sanki yeni tanıdı… Protesto gösterilerinin aynı zamanda hidayet örneklerine ev sahipliği yaptığı, gelen haberler arasında… Anlaşılan o ki, Filistinli kardeşlerimiz topraklarını ve her şeylerini kaybederken, diğer yandan insanlar için birer birer hidayet vesilesi oluyorlar bugün… Zalim ve cani teröristler ise bombalar ve kurşunlarla kazandıklarını zannettikleri topraklar sebebiyle huzursuz ve hatta paranoyak bir halde… "Zulm ile âbâd olunmaz" sözü bir kez daha tecelli ediyor; zira, kim zulm ile âbâd oldu ki, zalim siyonistler de olsun!..
Sözlerimizin bu noktasında gerçek anlamda kazanmanın ne olduğunu idrak etmemize yardımcı olacak, hazin ama çok manidar bir Asr-ı Saadet hatırası paylaşmak istiyoruz sizlerle...
"Kazanan ben oldum vallâhi…"
İslam tarihinde, şehâdetiyle bir insanın hidayetine vesile olan Hz. Âmir b. Füheyre'nin, (ra) çağları aşan tazelikte ve derin anlamlar taşıyan sözüdür bu söz… Peki neyi kazandı bu değerli sahabi?.. Doğrusu, bunu anlamak için İslam tarihindeki bu anlamlı olayı iyi okumak ve tahlil etmek gerekecektir.
Peygamber Efendimiz (sav) kendisine gelip İslâm'ı öğrenmek isteyen Necid'lilere, hepsi Suffe'de yetişen yetmiş kadar hâfızı göndermişti. Ancak onlar, Bi'r-i Maûne denilen yerde tuzağa düşürüldüler. Bu esnada Cebbâr bin Sülmâ adlı müşrikin attığı bir mızrak, Âmir b. Füheyre'nin sırtından girip göğsünden çıktı. O zamanlar kırk yaşında olan Hz. Âmir, şehit olmak üzereyken büyük bir sevinçle, "Kazanan ben oldum, vallâhi!" diye haykırdı...
Âmir bin Füheyre şehîd olurken "Kazanan ben oldum, vallâhi!" şeklindeki haykırışı, günlerce Cebbar b. Sülmâ'nın kulaklarında çınladı. Sordu soruşturdu ve sonunda Hz. Âmir'in bu sözlerle cenneti kazandığını kast ettiğini öğrendi. Son derece etkilendiği bu sözler onun müslüman olmasına vesile oldu… Bu olay, "İslam'ı öyle yaşa ki, seni öldürmeye gelen sende dirilsin" söyleminin, ete kemiğe bürünmüş haliydi… Bu olay ve bu aziz sahabinin son sözleri, "Allah, kendi yolunda çarpışırken can veren müminlerin canlarını ve mallarını, karşılığında cenneti vermek üzere satın almıştır. Bu, Allah'ın Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da yer almış gerçek bir vaadidir. Kim Allah'tan daha fazla sözüne bağlı olabilir! O halde yaptığınız bu alışverişten ötürü sevinin. İşte en büyük bahtiyarlık da budur." (Tevbe, 111) ayet-i kerimesindeki mana ve hikmetin, müminin yaşantısına nüfuz etmesinden ibarettir…
Bugün, zalimlerin mazlumlara; ve güçlü silahlarla donatılmış bir ordunun, silahsız ve savunmasız zayıflara musallat olduğu bir acımasız savaşa şahidiz… Bir gün gelecek bu yakıp yıkma, bu acımasız katliâm, bu vahşi soykırım elbette sona erecek ve bitecek bütün bunlar… Zâhirde, yani bize yansıyan şekliyle mazlumların her şeylerini kaybettiği, zalimlerin ise çok şeyler kazandığı görülüyor ve öyle zannediliyor… Ama Âmir b. Füheyre'nin kaybetmediği gibi Filistin topraklarının gerçek sahipleri de Gazzeliler de asla kaybetmeyecek… Onlar, fâni bir hayatı ve içindeki fani olanları; toprağı, evi, işi, evladı ve canı kaybetse de hiç kaybetmedikleri imanları ve inançlarıyla, sahip oldukları her şeyi, Alemlerin Rabbi, yerlerin ve göklerin Mâlik'i, Dünya ve Ahiret'in yegâne sahibi olan Allah Teâlâ'ya "cennet karşılığında satmayı" başarabilen nasipli ve bahtiyar kullardır... Onlar, böylesi bir mukaddes alışverişte Allah Teâlâ'nın muhatabı olmaya lâyık görülen seçilmiş kullardır… Fakat burada asıl ve bizim açımızdan en önemli mesele, kendi canlarıyla ve canlarından bir parça olan evlat ve yakınlarıyla, çalışıp-çabalayıp elde ettikleri mallarıyla-mülkleriyle, şeref ve onurlarıyla; kısacası sahip oldukları her şeyleriyle büyük bir sınava tabi tutulan Filistinliler, bugüne kadar aynı ölçüde büyük bir sabır ve metanet örneği ortaya koyarken; yeryüzünün çeşitli bölge ve beldelerinde yaşayan diğer müslümanlar, hadis-i şerifte dikkat çekilen "kardeşinin derdiyle dertlenme" konusunda nasıl bir duruş sergilediler?..
Son olarak kendimize şu soruyu sormak durumundayız: Dokuz aylık süreçte kaç kez, farkında olarak ya da olmayarak sorumluluk sınavına tâbi tuttuk kendimizi? Kaçından geçer not aldık; kaçından sınıfta kaldık? Bu süreçte kaç kez, yediğimiz lokmalar boğazımızda düğümlendi? Kaç iftarda, kaç sahurda Gazze'dekilerin hali nasıldır diye düşündük?..
Ümmet-i Muhammed'in hâl-i pür melâli, pek iyi görünmüyor vesselâm…
Mehmet Emin Ay