Bir inanç veya düşünce sisteminde "insan hakları" konusunda teorik anlamda ideal bir yaklaşım bulunabilir. Ancak bunun uygulamaya yansımasında bazı sebeplere bağlı olarak eksiklikler görülebilmektedir. Nitekim son yüz elli, iki yüz yıl boyunca İslam dünyasında insan hakları bakımından pek de iç açıcı durumun bulunmadığı görülmektedir. Bunun birçok dış etkene ve de iç sorunlara dayalı nedeni bulunmakla birlikte, uygulamadaki eksiklik ve sorunlar ideal ve teorik inanç ve düşüncemizden vaz geçmemizi gerekli kılmaz. İnsan haklarına son derece saygı duyulan, herkesin hak ve sorumluluklarını mümkün mertebe yerine getirdiği, zulmün ve haksızlıkların olmadığı bir dünya ideali her müminin vazgeçilmez hedefi olmalıdır.
İslam dünyasındaki insan hakları ihlallerinde, yönetim, ekonomi, eğitim vb. konulardaki geri kalmışlığın etkili olduğu bilinmektedir. Bu sorunların Batı'nın İslam dünyasına uyguladığı çok yönlü olumsuz kampanyaların bir neticesi olduğu da unutulmamalıdır. Orta çağlarda İslam'ı dinî ve teolojik gerekçelerle bir öteki haline getiren Hıristiyan Avrupa medeniyeti, modern dönemde aynı şeyi din dışı argümanlar kullanarak yapmaktadır. Aynı şekilde Doğu da Batı'yı bugün kendisinin tarihine, coğrafyasına, doğal kaynaklarına, giyim kuşamına, siyasi yönetimine müdahale eden bir öteki olarak algılamaktadır. İslam-Batı ilişkileri, 11 Eylül saldırısından çoğulculuk tartışmalarına, Danimarka karikatür krizinden Hollywood filmlerine, kadın ve insan haklarından misyonerlik faaliyetlerine, Avrupa ve Amerika'da yaşayan Müslüman azınlıklardan orta doğu siyasetine kadar pek çok konunun yer aldığı en temel sorunlardan biridir.
Batı'nın İslam algısı Batı'da üretilen imajların kıskacından kurtulamamaktadır. Dolayısıyla Batı'da İslam algısının oluşmasında medya mensupları, akademisyenler, uzmanlar, gözlemciler, araştırma kurumları, lobi şirketleri, film yapımcıları, edebiyatçılar ve siyasetçiler gibi son derece karmaşık bir aktörler ağının tesiri bulunmaktadır. Mesela bugün İslam denince insanların zihninde belli imgeler oluşmakta: Mekke, namaz kılan insanlar, intihar saldırıları, sarıklı ve eli silahlı kişiler, örtülü kadınlar vs. Batı dendiğinde ise gelişmiş ve kalabalık şehirler, teknoloji, askeri müdahaleler, müzik klipleri, kiliseler, ailenin çöküşü vb. imgeler zihinlerde canlanmaktadır. Algıları etkileyen bu kurum ve birimler belli zaman sonra yalan ve sahte yollarla ürettikleri imajlara kendileri de inanmaya başlamakta hatta imajlar hakikatin yerini almakta; sonuç itibariyle İslam ve Batı arasında bir imajlar savaşı ortaya çıkmaktadır. Batı'nın böyle davranmasının şuuraltı sebeplerinden biri kendi kültürleri dışındaki -İslam dâhil- bütün medeniyetleri, medenileştirilmeye muhtaç, dolayısıyla sömürülmeyi hak eden ilkel toplumlar olarak görmeleridir.
Günümüzde Batı merkezli insan hakları teorilerinin din dışı (profan) alanda yorumlanması başta Müslüman düşünürler olmak üzere diğer bazı kesimler tarafından şüpheyle karşılanmasına yol açmaktadır. Çünkü Batı düşüncesine göre bir teorinin "evrensellik" kazanmasının liberal/seküler olmasıyla sağlanabileceği iddia edilmektedir. Bu yaklaşım insan hakları teorisine de yansımaktadır. Hâkim Batı-merkezci insan hakları tasavvuru kendi dışındaki tecrübe ve doktrinleri yok saymak suretiyle tekelci bir yaklaşım sergilemektedir. Örneğin Batı-dışı medeniyetlerin ve kültürlerin insan hakları fikriyatına katkı sunmasını engellemesi, kamusal alanda dinin etkisini minimize etme çabası, dini değerlere karşı önyargılı tutumu onun evrensellik iddiasını sorgulanır kılmaktadır.
Euro-centrism, sekülarizm ve liberalizm asabiyetinden kurtulmuş bir insan hakları yaklaşımı evrenselleşmeye doğru büyük bir ivme kazanmış olacaktır. İnsan hakları açısından tek geçerli siyasî ve hukukî çerçevenin Batı-merkezci yaklaşım olduğu kabul edilmesi durumunda, dogmalarla mücadele ettiğini iddia eden liberal yaklaşım bile gerçekte bir dogma hâline gelmiş olur. Dinden ve diğer kültürlerden neşet eden değer ve ilkelere daha fazla alan açılması, Batı-merkezciliğin terk edilmesiyle mümkün olabilir. Dolayısıyla dinle ve derunî niteliği sahip medeniyetlerle irtibata geçilmelidir. Aksi takdirde insan hakları düşüncesi tüm dünyayı kapsayacak evrensellik bir yana; Batı-merkezci kültür emperyalizminin bir parçası haline gelecektir. Bu ise ahlaki açıdan kabul edilemez bir durum olur.
Hâlbuki tarihi tecrübeye bakıldığında klasik İslam medeniyeti, hakikati tekeline almayıp, onun evrenselliğine inanarak, kendi dışındaki din ve kültürleri kucaklayıcı esnekliğe sahip bir dünya görüşü ortaya koymuştur. Şuan Batı'nın üzerinde tartışıp, kabul etmekten çekindiği çok kültürlülüğü tarihi bir tecrübe olarak İslam medeniyeti uygulamıştır. Yayılışı esnasında İslamiyet'i kabul eden farklı etnik ve kültüre sahip milletlere karşı dışlamaksızın ve ötekileştirmeksizin ortak bir medeniyet kurmayı başarmıştır.
İnsan tasavvuru bakımından meseleye bakıldığında ise İslam düşüncesinde adalet ve merhametin birlikte yer bulduğu görülür. Nitekim gücü dengeleyen şeyin de merhamet olduğu kabul edilir. Burada bir mukayese yapmak gerekirse Batı medeniyetinde aklın katı ve soğuk ilkelerinin benimsendiği bir insan tasavvuru var edildiği için, merhamet yerine kibir ve acımasızlığın tezahür ettiği bir insan algısı oluşmuştur. İslam düşüncesinde bedenle ruhun barışık olduğu ve hayatla ölümü birlikte yoğuran dengeli bir anlayış vardır. Bunun aksine Batı'da bir yandan bedenin hazlarına tutkunlukla birlikte diğer yandan ölümden kaçarcasına sanal âleme modern cennet gözüyle bakarak reelden uzaklaşma vardır.
İnsan haklarının uygulamadaki durumuna gelince bu konuda en ileri olduğunu iddia eden Batı'da da uygulamada birçok sorun olduğu görülmektedir. En demokratik ülkelerin bile uygulama karneleri hiç de parlak değildir. Bu konuda teori ile uygulama arasındaki mesafenin kapanması güç gözükmektedir. İnsan hakları konusunda çok iddialı olan ülkelerin yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslamofobi gibi konularda insan haklarını hiçe sayan yaklaşım ve uygulamaları, ulusal çıkarların evrensel ahlâkî değerlere galebe çalması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarındaki Avrupalı Müslümanların din ve vicdan özgürlüğü alanında kısıtlayıcı bir tutum içinde olması ve de İslam'a ve Müslümanlara karşı tarihsel önyargılar insan haklarının korunması alanında en önemli sorunlar arasında yer alır.
Burada yerelde insan hakları konusunda iyi örneklere de temas etmek isterim. Dünyanın çeşitli yerlerinde bazı yerel yönetimler kendi şehirlerini "İnsan Hakları Şehri" ilan ederek şehirleriyle ilgili alınacak her türlü siyasi ve idari karar ve faaliyetlerinde insan haklarını temel ilke olarak kabul ettiklerini tüm dünyaya beyan etmişlerdir. Bu şehirler ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı eşitlikçi şehir yönetim anlayışını benimsemişlerdir. Bu uygulama 1997 yıllarına kadar uzanmaktadır. Arjantin'in Rosario İnsan Hakları Şehri Örneği ile ilk insan hakları kenti olarak tarihe geçmiştir. Ardından Barcelona, St. Denis, Venedik, Nuremberg, Lyon, Cenevre, Bosna-Hersek, Porto Alegre gibi şehirler bu projeye dâhil olarak destek vermişlerdir. Yerelden evrensele insan haklarının uygulamasına yönelik bu tür projeler ümit vericidir. İslam ülkelerinde köklü şehirlerden başlayarak tüm şehirlerin böyle bir projeyle İslam dünyasında insan haklarının korunması ve uygulamasında önemli katkılar sunmaları mümkündür.
İnsan hakları konusundaki evrensel bir beyannamenin var olup olamayacağı da tartışma konusudur. Dünyadaki devletlerin bir konsensüsle imzalamaları suretiyle uluslararası niteliğe kavuşabilmektedir. Birleşmiş Milletler tarafından ileri sürülerek çoğu ülke tarafından imzalanan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi yukarıda bahsettiğimiz eleştirilere açık olarak yürürlüktedir. Bu bağlamda İslam ülkeleri geç de olsa bu tarz çalışmalar yapmayı denemişlerdir. İslam İşbirliği Teşkilatı İnsan Hakları Bildirgesi (Kahire Bildirgesi)- adıyla hazırlanan taslak 5 Ağustos 1990'da Kahire'de 19. Dışişleri Bakanları toplantısında kabul edilmiştir. Batılılar tarafından şeriata bağlı olmakla eleştirilen bu bildiri Müslüman kesim tarafından Batı yaklaşımını paradigma kabul etme ve parametrelerini netleştirmeme açılarından tenkit edilmiştir. Bu sebeple beklenen ilgiyi uyandıramamıştır. Ayrıca 22 Arap üye devletinden oluşan Arap Devletler Birliği 15 Eylül 1994'te "İnsan Hakları Arap Beyannamesi" yayımlamıştır. Arap dünyasını uzun uzadıya öğen bir dil içeren ve önceki beyannamelerin tasdikinden başka bir şey olmayan bu beyanname de alanda hiç etki gösterememiştir.
Klasik İslam tarihinde buna yönelik veriler yer almaktadır. Hz. Peygamber'in imzaladığı Medine vesikası, irat ettiği veda hutbesi, onayladığı hilfu'l-fudûl gibi uygulamalar ile insanlığın ortak iyiliğine çağıran dini metinlerle İslam evrensel bir insan hakları çağrısını içinde barındırmaktadır. Yine tarihi tecrübede tüm milletlere eşit gözle bakmayı, yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevmeyi, kendini ve diğerini sevmeyi öğütleyen Anadolu topraklarındaki tecrübeyi de dikkate aldığınızda insana sahih bir gözle bakıp ona gerçek değerini veren bir tasavvurun bulunduğunu görürüz.
Doç. Dr. Murat Şimşek
Kaynakça
http://hrlibrary.umn.edu/instree/cairodeclaration.html
https://www.tihek.gov.tr/upload/file_editor/2019/03/1551392957.pdf
https://www.tihek.gov.tr/upload/file_editor/2019/03/1551772190.pdf
https://www.tihek.gov.tr/upload/file_editor/2019/03/1551392957.pdf
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/211700.
https://www.youtube.com/watch?v=Jj_pcqCgO2M.
https://www.youtube.com/watch?v=5tLXoD-gzFU.
Kalın, İbrahim, İslam ve Batı, İSAM Yayınları, İstanbul 2008.
Kalın, İbrahim, Barbar, modern, medeni-medeniyet üzerine notlar, İstanbul: İnsan Yayınları, 2018.
Kemal Sayar, Merhamet: Kalbe Dönüş İçin Son Çağrı, İstanbul: Timaş Yayınları, 2008.
Mustafa Yayla, "Şehir, Üniversite Ve İnsan Haklarının Yerelde Korunması," İnsan Haklarını Yeniden Düşünmek Uluslararası Sempozyum, Tam Metin Bildiri, İstanbul, 2019.