Arama

Mustafa Özcan
Haziran 19, 2017
Kriz Kalıcı Görünüyor

Türkiye gibi arabulucu ülkelerin pozitif gayretlerine, iyimserliklerine ve olumlu beklentilerine rağmen ufukta Katar ile karşıt cephe arasında krizin dineceğine dair henüz bir belirti, emare yok. Karşıt cephe veya Körfez Triumvirası/üçlüsü krizi uzatmakta kararlı görünüyorlar ve burunlarından kıl aldırmıyorlar. Bu da krizi kalıcı hale getirebilir. Kriz kontrol altında olsa bile dinmiyor da. Karşıt cephe henüz ne istediklerini tam bilmiyorlar. Bunu nereden anlıyoruz? Katar'dan ne istediklerinin dökümünü hala yapmamalarından. Bu durum, krizin, sonuçları iyi hesaplanmamış bir öfke nöbeti eseri olduğunu ortaya koyuyor. Kriz kontrol altında olmasına karşın kontrol altında ama bununla birlikte bir taraftan diplomatik harp diğer taraftan da abluka aynen devam ediyor.

Meymun ve kutsi ortamlar eşliğinde ramazan günleri daima zaferlerle taçlanmıştır. Bedir, Malazgirt, 1973 Ekim savaşı buna dair bir çırpıda verilebilecek örnekler demetidir. Lakin menhus/kötü günlerde ise inkisar ve hezimetler kapıyı çalmaktadır. Elbette ramazanlar kutsi zamanlardır bununla birlikte bazen ümmet başka bir vadide bocalayabiliyor. Bu ramazan ayında da Katar ile karşıt blok arasındaki nükseden gerilim veya kriz; iyi günlerde, kötü enerjinin manevi atmosfere salınımı veya kötü insanların marifetidir. Türkiye ramazan ayı içinde bu krizin bitmesini temenni ediyor. Buna dair iyi niyet çabaları da yürütüyor. Ancak bu çabalar karşı tarafta olumlu akis ve hava estiremiyor. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn'den müteşekkil Körfez Triumvirası arabuluculuk girişimlerine pek olumlu cevap veya karşılık vermiyor. İsteklerini olgunlaştırabilirse, somutlaştırabilirse maddeler haline lütfedip karşı tarafa iletecekler. Bu bezdirici yaklaşım tarzı da gösteriyor ki henüz krizin ilk evresinde veya basamağındayız.

***

Hashtag üzerinden kimi Körfez'deki aklı evveller, nispet politikası şehvetiyle işi Türkiye ile ilişkilerin kesilmesini talebine kadar götürüyorlar. Bunlar insana pes dedirten çıkışlar. Aklı, üç talakla (telaki selase) boşamanın eşiğine varmış davranış bozukluğu gösteren tiplerin refleksleri. Körfez'e bu hava hakim olursa söz konusu ülkelerin başkalarına yem olmaları işten bile değil. Niye dört yandan dolanan ve üzerlerine abanan ve çöreklenen İran'la ilişkileri kesmeyi düşünmezler de Türkiye'yi gözden çıkarmaya bu kadar heveslenebilirler! Akıllarını hevalarıyla yemiş olmalılar. Belli ki adaletten hoşlanmıyorlar, kardeşlik hukuku da vız geliyor! Keyfilikte sınır tanımıyorlar. İbni Haldun'dan Muhammed Gazali'ye kadar birçok kalemin vurguladığı gibi, İslam ile arası açılmış, bağı kopmuş veya gevşemiş Arapların intihardan başka seçeneği yoktur. Özgüvenin egoyu kabartması nedeniyle başkalarıyla orta noktada buluşamazlar. Dengeli ilişkiler kuramazlar. Dolayısıyla çıktıkları ağaçtan bir türlü inemiyorlar. Mesele psikolojiyle yakından irtibatlı.

Körfez maddi ve manevi anlamda dünyanın gözbebeği ve cazibe merkezi olduğundan dolayı dünyanın gözü bu havza üzerinde odaklanıyor. İç kavgalarla başkalarının iştahını üzerlerine çekebilirler. Bu durumda toptan kaybetmeleri işten bile değil. Bu nedenle Körfez'in öfkeli prensleri Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilirler. Bu açıdan bizdeki kalemler gibi Cezayirli Et Tihami Mecuri gibi yazarlar da Katar'ı hedef alan bu hamlenin ters tepebileceğini, hamle sahiplerine geri dönebileceğini ifade etmektedir (http://www.echoroukonline.com/ara/articles/526192.html ). Akıl için yol bir.

Maalesef Suriye'deki silahlı fraksiyonlar gibi Körfez ülkeleri de henüz reşit olabilmiş değiller. Bu nedenle de durumları Endülüs'ün kaybedilişine giden süreçte mülük-ü tevaif yani derebeylerin durumunu andırıyor. Endülüs'te de taht kavgaları hüküm sürüyor ve herkes Müslüman olduğu halde Arap, Zenci ve Berberiler arasında kıyasıya bir mücadele sergileniyordu. Bu hiddetlerini dışarıya gösterselerdi hala Endülüs'ün efendisi olarak kalabilirlerdi. Onlar ise dar geçitteki inatçı keçiler gibi birbirleriyle vuruştular. İspanyollar geldiğinde ayrım gözetmeden hepsinin icabına baktı, kapı dışarı etti, İber Yarımadasından sürdü. El Cezau min cinsil amel/ ceza işin türündendir. Aralarındaki nifak ve şikakın yani tefrikanın ceremesini nesiller boyunca sürgünde yaşayarak çektiler. Endülüs'ten geriye yad-ı mazi kaldı. Kendi düşen ağlamaz ya da bilerek zarara girene acınmaz.

***

Lübnanlı yazar Selim Nassar kriz süreciyle alakalı olarak pek iyimser gözükmüyor. Bir askeri müdahale olmadan krizin uzayıp gideceğini varsayıyor. 2014 yılında da böyle olmuştu. Kuveyt devreye girmiş ama krizin fasılları uzayıp gitmiş, zamana yayılmıştı. Ancak 2016 yılında Kral Selman'ın Doha'ya yaptığı ziyaretle birlikte krize nokta konulabilmiştir. Şimdi ise Katar'ın verdiği sözü tutmadığını söyleyerek meselenin aslını faslını kurcalıyorlar. Krizin çözümünün anahtarı Kral Selman'ın elinde de olsa oğlu Muhammed ve sıradaki diğer Muhammed'lere söz anlatabilecek mi? Bazen yara laf anlatmak ağyara laf anlatmaktan zordur.

Selim Nassar ancak askeri müdahalenin kısa vadede bir çözümü getirebileceğini yazıyor. Benim bu söze çekincem olduğu kadar, muhtevasına dair şüphelerim de var. Askeri çözüm de o kadar basit değil. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri Yemen'e saplanıp kaldılar. Evdeki hesap çarşıya uymadır Katar'da uyar mı dersiniz? Hiç sanmam…

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN