Bilindiği gibi Hazreti Musa'nın 'Telvihat-ı Aşere' olarak bilinen on buyruk veya emri vardır. Başlarında 'öldürmeyeceksin' buyruğu yer almaktadır. Lakin zamanla Beni İsrail bu buyrukları tersinden okumaya ve işletmeye, uygulamaya başlamıştır. Öldürmeyeceksin emri öldüreceksin şeklini almıştır. Zamanla Hazreti Musa'nın buyruklarının yerini fiiliyatta muhalif buyruklar almıştır. Beni İsrail orijinal buyrukların ruhuna yabancılaşmıştır.
Arap Baharıyla birlikte bünyeye bazı yeni protokoller adapte edilmiştir. Beni İsrail çifte standart ustası bir millettir. Bunu hukuki zemine taşımayı da becermişlerdir. Bu nedenle de ilahi anlamda ikaz üzerine ikaz almışlardır. Beni İsrail denilince akla 'hile ve çifte standart' düzeni gelir. Sözgelimi şabat yasağını çeşitli vesilelerle, bahanelerle delmişlerdir. Hile-i şeriyye denilen ahlaken mahzurlu hukuk normları benimsemiş ve uygulamışlardır. Hoş Müslümanlar da zaman zaman bu tür ahlaki erozyona yuvarlanmışlar; emraz ve hastalıklara mübtela olmuşlardır. Yahudiler Şabat yani cumartesi günü yasağında balık tutmamış lakin o gün ağlar gererek balıkların havuzlarına dolmasını temin etmişler ertesinde pazar günü de bu havuzlara dolan balıkları toplamışlardır. Güya cumartesi gününü kutsal tatil günü yapmalarına rağmen fiiliyatta bunu da boş geçirmemiş işin ruhunu zedeleyerek balıkları havuzlara toplamışlar pazar günü de bunları avlamışlardır. Çifte standart uygulamalarının en önemli göstergelerinden birisi kendi aralarında kumar veya faiz alış verişini yasak saydıkları halde bu işlemleri yabancılarla/goyimlerle geçerli/meşru saymalarıdır. Bu alışkanlıkları bugün dahi devam etmektedir.
*
Sözgelimi zaman zaman övünme babından olmak üzere bölgenin yegane demokrasi vahası olduklarını söylerler hatta böbürlenirler. Evet demokrasi ve hukuk düzeni konusunda Araplardan ileri olduklarını söylemek mümkündür. İspatı, içeriye girmiş Moşe Katsav, Ehud Olmert gibi cumhurbaşkanı veya başbakan düzeyindeki insanların varlığıdır. İsrail kendi iç düzeninde Araplara göre daha sağlam/muhkem görünüyor. Bununla birlikte İsrail sonuçta kendisine dindar, kendisine demokrattır. Dini anlayışı alem şümul değil Yahudilere mahsus veya münhasırdır. Museviliğin diğer milletler için bir davet dini olup olmadığı tartışmalı bir husustur. Kısaca dini anlayışları da milli veya bencillik üzerine kuruludur. Demokrasi anlayışları da böyledir. Demokratik bir vaha olduklarıyla övünürler ama komşularına bu hususta geçit vermezler. Komşularının da kendileri gibi demokratik bir ülke olmasını istemezler. Bu meselede iki hususu göz önünde bulundururlar. Kendi imtiyazlarını kaybetmek ve karşı kamuoyunun gücünün sivrilmesi. Bu yüzden de Holokost meselesinde de benzersizlik üzerinde (unique) dururlar. Sonuçta, Yehova'nın seçilmiş milletidirler ve başkalarıyla eşitlenmek istemezler. Bu fiyakalarını bozar ve statülerini düşürür. Arap Baharı deneyimi de demokrasi konusunda nasıl samimi olmadıklarının veya en azından çifte standartçı olduklarının ispatı olmuştur.
*
Arap zaviyesinden tek kişilik bir karşı MEMRİ ordusunu temsil eden (MEMRI - The Middle East Media Research Institute) Salih Naami'nin tarassut ettiği ve gözlemlediği kadarıyla İsrail araştırma merkezleri Arap Baharından sonra 'on iki maddelik bir buyruk veya emir' yayınlamıştır. Bu on iki maddelik buyruklardan ikincisi Arap Baharının yüzeye çıkardığı Arap kamuoyunun İsrail'in çıkarlarına ve stratejik hedeflerine uygun olmaması hatta ters ve zıt olmasıdır. Yöneticilere veya elitlere nazaran Arap kamuoyunun İsrail karşısında daima olumsuz veya menfi görüş ve tutumlara sahip olduğu gerçeğidir. Bu nedenle Arap Baharı patlak verdiğinde hem İsrail hem de Arap rejimleri ortaklaşa Obama yönetiminden bu akıma destek vermemesini talep etmişlerdir. Sabiteler veya kutsallar (Kudüs, Mescid-i Aksa gibi) konusunda Arap kamuoyu yöneticileri gibi gevşek olmayıp bilakis salabetli bir tutum sergilemiştir. Dalgalı bir tutum içinde olmamasıdır. Kısaca bu hususta İsrail, sadece kendisine demokrattır. Bu hususta İsrail Arap elitleriyle ortak bir pozisyona da sahiptir. Zira Osmanlı sonrası veya post kolonyalist Arap rejimleriyle İsrail ortak bir miladın çocuklarıdır. Bu açıdan kim bilir miatları da ortaktır. Çıkarları ve korkuları ortaktır. Bu açıdan her ikisi de halk ihtilallerine ve hareketlerine düşmandır. Her ikisi de aynı dönemin ve şartların ürünüdür. Dini bir tarafa koyacak olursak; kan bağı itibarıyla akraba ve dönem olarak da akrandırlar.
Siyon Liderlerinin on birinci buyruğu ise 11 Eylül ile birlikte inişe geçen ABD'nin bölgede tesiri ve bundan doğan boşluğu Ruslarla takviye etme ve doldurma düşüncesidir. Obama nobran ve bencil Netanyahu ile anlaşamasa bile bu hususta İsrail'in arzularına tercüman olmuş ve Kasım Süleymani ile birlikte Rusların Suriye'ye girmesine perde olmuş, katkı sunmuştur. Suriye'ye Rus müdahalesi İsrail, İran ve ABD'nin ortak yapımı ve eseridir. İsrail ile dostları Arap Baharını şeytanlaştırmış ve hakkında 'İslam'ın kışı' tabirini üretmişlerdir. Kimileri bahar yerine sonbahar tabirini yeğlemiştir. Hamaney ise Arap baharı demek yerine İslami uyanış tabirini yeğlemiş lakin sonuç itibarıyla Baharı iğfal edenlerin safında yerini almıştır.
Salih Naami'nin kaydettiği Siyon liderlerinin Arap Baharından çıkardıkları on ikinci ders veya buyruğa gelecek olursak; bu doğrudan Türkiye ile alakalı bir buyruktur. Özü şudur: PKK'yı destekle Türkiye'yi köstekle! On ikinci buyruk Türkiye'ye tahsis edilmiş bulunuyor. Arap Baharının potansiyel olarak Türkiye için yeni fırsatlar sunduğunu tasavvur eden İsrail, bunun önünü kesmek için tampon bir Kürt devleti hülyasına kapılmış, paralelinde PKK'yı destekleme kararı almıştır. Türkiye'nin potansiyel olarak artan nüfuz ve etkisini kırmak için Kürt kartını sallamış ve çevreleme politikasını esas almıştır. On ikinci emir kısaca şudur: Türkiye'yi engelle, PKK'ya güçlendir, himaye et! Suriye'yi Türkiye nüfuzuna terk edeceğine, PKK ve türevleriyle burasını böl!
Siyon Liderlerinin Arap Baharı protokolleri bununla hitama ermiş oluyor.
(http://naamy.net/news/View/1478/#.WWNPE4TyjIV)