Geçmişe bakışımız geleceğimizi şekillendirecektir. Bu açıdan geçmişe bakışta bulanıklık geleceğimizi etkileyecek ötesinde karartacaktır. Tersini düşünmek mümkün değil. Sisi darbesi üzerinden 5 yıl geçti. Mısır'da hala 'Sisi çekilsin' avazları çıksa da onun ötesinde yaşanılanlara dair geniş ve derin analiz ve tartışmalar sürüyor. Mısır'da tartışılan hususların başında Sisi darbesinin önlenip önlenemeyeceği hususu gelmektedir. İhvan, 2012 seçimlerine aday göstermeseydi darbe önlenebilir miydi? Ya da Mürsi erken seçime evet dese darbe bertaraf edilebilir miydi? Demokrasiyi rayına oturur muydu? Yoksa süreç askerin elinde tamamen sahipsiz mi kalırdı? Adnan Menderes için yapılan tahlil Mürsi için de geçerli mi? Yani yeni bir erken seçim olsaydı Mısır demokrasisi asker giyotininden kurtulabilir miydi? Demokrasinin eli güçlendirilebilir miydi? Bunlar tartışılıyor. Önlenemez diyenler askerin sadece bahane aradığını düşünüyorlar. Elbette bu tartışmanın taraflarından, odaklarından birisi Ali Cuma ve Naval Sadavi gibi darbe taraftarları. İkinci kanat ise İhvan'ı temsil eden ve hala 'Sisi çekil!' çağrılarını canlı tutan kesimlerden teşekkül ediyor.
Eski müftü Ali Cuma her zamanki mübalağasıyla birlikte, Sisi'nin darbe hareketini bir kurtuluş hareketi olarak takdim, tasvir ediyor. Ali Cuma 30 Haziran 2013 darbesini Bedir Savaşına ve zaferine benzetiyor. Bu zaferle birlikte fasık, fasit ve facir iktidarının alaşağı edildiğini savunmaktadır. 30 Haziran darbesinin Mekke Fethi, Mevlit Kandili gibi mübarek günlerle eş tutuyor, o günlere benzer bir gün olduğunu ifade etmektedir! Kendisini alamayarak Allah'ın ve insanlarının lanetinin Mürsi ve sevenlerinin üzerine olmasını diliyor. 30 Haziran gününün kutlanması ve kutsanması gerektiğini söylüyor. Elbette Sisi idaresini ve darbesini savunanlar meczup Ali Cuma ile sınırlı değil. Laik kesimin meczuplarından Neval Sadavi de Batılıların Sisi'yi diktatör olarak tasvir ettiklerini oysa ki Sisi'nin asla bir diktatör olmadığını ileri sürmektedir. İhvan ulemasından Ezherli İsam Telime ise 30 Haziran tarihinin bir darbe miladı olduğunu; Allah'ın günleri, tarihi günlerden birisi (eyyamullah) sayılamayacağını ifade etmekte aksine uğursuz günlerden (eyyamu nahisat) biri olarak bilinmesini istemektedir.
Maalesef bizde de darbe günlerinde buna benzer mübalağalar, tartışmalar yaşanmıştır. Merhum Mehmet Kırkıncı Hoca ve anlayışında olanlar 12 Eylül ihtilaliyle uzlaşma çizgisine girmişler ve darbeyi Malazgirt'ten daha büyük ve şanlı bir hareket olarak selamlamışlardır. Bugün bu tutumun benzeri akislerini Msır'da Sisi sonrasında görebiliyoruz. Ali Cuma gibi ulusalcı hocalar darbeyi göklere çıkartıyorlar. Elbette 30 Haziran doğrudan 12 Eylül'e benzemiyor. Bununla birlikte 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Mayıs darbelerinden izler ve karakterler taşıyor. Ali Cuma söz konusu açıklamada Cumhurbaşkanı Erdoğan'a da sataşıyor ve Türkiye'de iktidarın cinsel serbestlik getirdiğini veya cinsel sapkınlığı (eş şuzuz el cinsi) serbest bıraktığını veya teşvik ettiğini söylüyor. https://www.youtube.com/watch?v=N6zb9TVv1-A&feature=youtu.be Bu sataşmalar bana bir yerden tanıdık geldi. İzini sürünce kaynağına ulaştım. Dinin devletini değil de devletin dinini temsil eden Selefi Nur Partisinin ileri gelenlerinden Yasir el Bürhami 'ana avanü'l yakaza/Uyanma Vakti Geldi' başlıklı yazısında Müslüman Kardeşlerin Batı'yı memnun edebilmek için cinsel sapmaları kabul ettiklerini ileri sürmüştü. https://www.youtube.com/watch?v=N6zb9TVv1-A&feature=youtu.be Bu mesele, benzeri konularda Saadet Partililerin iktidar partisini suçlamalarını hatırlatıyor.
Sadede gelecek olursak: 30 Haziran'la ilgili değerlendirmeler berdevam sürüyor. Bu değerlendirmelerden birisini İhvan'ın ulema kanadından İsam Telime yapmaktadır. Gayet yerindedir. Siyah ve beyaz yaklaşımından öte, azat bir şekilde meseleye bir bütün olarak bakıyor; değerlendirmesinde bütün renkleri yansıtıyor. Darbeyi onaylamadan Müslüman Kardeşlerin de süreçte hata yaptıklarının altını çiziyor. Meseleyi darbe öncesi ve sonrası diye keskin bir şekilde ayırmak yerine öncesiyle sonrasıyla bir bütün olarak bakmaktan yana tutum sergiliyor. İslami kesimlerin 30 Haziran öncesinde hata yaptıklarını kabul etmelerinin pusulayı doğrultma açısından kaçınılmaz olduğunu ifade ediyor. İslamcıların tarihi, 30 Haziran'la birlikte dondurduklarını ve sonrasını elediklerini ve muhasebe ettiklerini ama öncesine dokunmadıklarını ve eşelemediklerini söylüyor. Bu yarım tablo ile birlikte olaylar hakkında doğru ve tam görüntü almak mümkün olmuyor. Böylece mesele eksik değerlendirilecek ve yanlışlar görülmeyecek ve dersler çıkarılmayacaktır. Buna mukabil Sisi yandaşlarının da yine tarihi veya miladı 30 Haziran'la birlikte başlattıklarını ve hep öncesine odaklandıklarını hatırlatıyor. Böyle olunca hiçbir taraf süreçten doğru dersler çıkartamıyor. 30 Haziran'ın öncesiyle sonrasıyla bir sürü hata ile dolu olduğunu ve süreci bir bütün olarak okumak, değerlendirmek gerektiğini hatırlatıyor. Herkesin ve her tarafın karşı tarafın hatasına odaklanmak yerine kendi hatasına odaklanmasının Mısırlılara bir çıkış kapısı gösterebileceğine işaret ediyor. Bu da buzlanmayı, kilitlenmeyi önleyecek ve ülkenin selametini sağlayacak, önünü açabilecek yegane formüldür.
Her iki taraftan da gözden geçirme (müracaat) sürecinden kaçınan ve buna karşı çıkanları paylıyor ve reddediyor.
Geçmişe dair tartıştıklarından birisi de 2012 yılında Müslüman Kardeşlerin aday göstermesi meselesidir. Burada köklü bir yaklaşımı İhvan içinden gelen Abdulmün'im Ebu'l Futuh temsil etmiştir: bir cemaatin bir ülkeyi yönetemeyeceğini ifade etmiştir. Bunun açık ifadesi şudur. Bir ülkeyi yönetmeye talip olan cemaat totaliter eğilimler iktisap eder. Bir cemaatin münhasıran devlet yönetimine talip olması totaliter vasıflar kazanmasına yol açar. Ümmetin ve milletin takatini tatil eder. 30 Haziran sonrası Mısır'da yaşandığı gibi askeri bürokrasinin yöneteceği bir ülke de yine totaliterlik vasfı kazanır. Nitekim Mısır ekonomisinin ağırlığı ordunun kontrolü altındadır.
İsam Telime bu tartışmalara bir katkı daha sunuyor. O da başbakan olduğu dönemde Recep Tayyip Erdoğan'ın İhvan'a yaptığı tavsiyedir. Bu tavsiye cemaat olarak bir aday göstermemeleri yönünde olmuştur. Lakin bu tavsiyeye rağmen Seyfülislam Hasan el Benna ile kimi İhvan kitleleri bunun yanlış olduğunu bile bile cemaat bağı nedeniyle çar naçar İhvan adayı olan Muhammed Mürsi'yi desteklemişlerdir.
Nahda Hareketi Lideri Raşid Gannuşi ise başlangıçta Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hilafına Mısır'da Müslüman Kardeşlerin başkanlık seçimlerinde aday çıkarmalarını desteklemiştir. Lakin daha sonra kendisi Mısır olaylarından ders çıkartarak Tunus Cumhurbaşkanlığı için, adaylığını koymaktan özenle kaçınmış, uzak durmuş, ihtiyatlı hareketi tercih etmiştir. https://twitter.com/essamt74/status/1013409689370062854 Mısır süreç başladığında, ders çıkaracağı öncü bir örneğe ve modele haiz değildi ama acı tecrübeyle de olsa Tunus'un önünde böyle bir model teşekkül etti, belirdi.
Muhasebe iyidir.