İngiltere Brexit işini yüzüne gözüne bulaştırdı. Öncelikli olarak AB'den ayrılmak doğru bir karar ve tercih miydi? İkinci olarak, bu süreç doğru işletildi mi veya işletiliyor mu? Bu soru veya soru kümesinin cevabı şimdiden kestirilemezse de ilk sonuçları İngiltere açısından yıkıcı olmuştur. Olmaya da devam etmektedir. İngiltere'nin bir B planından yoksun olduğu anlaşılmıştır.
Şimdilik tercih yanlış olduğu kadar ayrışma süreci de sağlıklı götürülememektedir. Kimilerine göre İngiltere'nin mazi ve geleneğiyle bağdaşmayan bir sakarlık hali yaşanmıştır. Bunun sonucu İngiltere'de her şey altüst olmuş ve birbirine karışmıştır. Tercihte hata ve süreci veya krizi yürütmekteki sakarlıklar bir araya gelince sürecin mimarı olan Başbakan Theresa May'e ayrılmak düşmüştür. Zoraki Brexit ayrılığına gözyaşları eşlik etmiştir (Tearful Brexit Farewell).
7 Haziran tarihi itibarıyla istifası yürürlüğe girecektir. Lakin halefinin belirlenmesine kadar -ki sürecin Eylül ayına kadar sarkması bekleniyor- işgüder vasıflı hükümetin başında kalmaya devam edecektir. Muhafazakar Partililer Theresa May'in halefini belirleseler bile Brexit'in çıkmazları nedeniyle yeni bir seçime gidilmesi kaçınılmaz görünüyor. Nitekim İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn yeni başbakanı seçme işinin Muhafazakar Parti'nin görevi değil seçmenin görevi olduğunu ve bunu sandıkta belirleyeceğine parmak basmaktadır.
Brexit krizinin de ortaya koyduğu gibi İngiltere eski şaşalı günlerinden uzak. Kararlarında ve icraatlarında yalpalamaktadır. ABD ile Avrupa yani Atlantik'in iki kanadı, yakası arasında yalpalıyor ve ötesinde sandviç gibi baskılanmış durumda.
Bu süreçte bir efsane de yerle bir veya tepetaklak olmuştur. Bu da devin beyninin İngiltere tarafından güdüldüğü iddiasıdır. Dev olan ABD, beyin olarak İngiltere'ye bağımlıdır. İkinci Dünya Savaşından sonra İngiltere yerini ABD'ye devretmiştir. İngiltere'nin beslemesi İsrail'in Harry Truman ile birlikte ABD'nin himayesine geçmesi de bu devrenin ürünüdür. Kimileri ABD'nin dünyaya İngiltere'ye vekaleten yön ve şekil verdiğini, yönettiğini düşünür. Kısaca gücün ABD'de lakin beynin İngiltere'de olduğu varsayılır. Geçmişte böyle olsa bile bugün durum değişmiş veya değişmektedir. Bu maziye ait görüntü, Thatcher ile Ragan zamanında bir de Tony Blair ile Bush dönemlerinde sekmez hale gelmiştir. Esasında İngiltere bu anılan dönemlerde ABD'nin bir uydusu veya çırağı haline gelmiştir. Cevat Zarif'in deyimiyle o dönemde belki de İngiltere Amerikan yönetimlerinin B takımını teşkil ediyordu. Zarif'e göre Netanyahu, Muhammed Bin Zayed ile Muhammed bin Selman Trump'ın B takımını temsil ediyor. Bu benzetmeyi tarihi bir yolculuğa çıkaracak olursak İngiltere'nin de bazen veya bir zamanlar ABD'nin B takımı olduğunu söyleyebiliriz. Öyle olsa bile bugün durum biraz değişiyor. Bir kırılma zamanından geçtiğimizi söyleyebiliriz.
Theresa May'ın istifasının ardından Trump her zamanki hoyratlığı, nobranlığı, siyasi nezaketsizliği ve kabalığı ile İngiltere'nin içişlerine karıştı. Kendi kafasına göre müstakbel başbakanı ya da May'ın halefini de belirledi. Bu yeni başbakan adayı zaten kamuoyu yoklamalarında en fazla öne çıkan, destek tabanına sahip kızıl saçlı Ali Kemal'in torunu Osman Kemal'in oğlu Boris Johnson'dan başkası değil. Saçları ve kafasıyla kendisine İngiltere'nin Trump'ı nazarıyla bakılıyor.
Burada iki benzerlik öne çıkıyor. Fiziki özellikler ve üslup. Eskiler üslub-u beyan ayniyle insan demişlerdir. Fiziki özelliklerine bakacak olursak hem Turmp hem de Boris Johnson kızıl saclarıyla arzı endam ediyor ve birbirlerini tamamlıyorlar. İleride aralarında kızıl saçlar ittifakı oluşabilir. Bu özellikleriyle biraz Rusları da andırıyorlar. Boris'in isminin dışında genetik bileşenlerinde Rusların da olduğu söylenebilir. En azından Trump'ın siyasi bileşenlerinde Rusya'nın payı olduğunu biliyoruz. Boris Johnson'ın ismine ilaveten anne tarafından dedesinin de Rus olduğu ileri sürülmektedir.
Bununla birlikte Boris ile Putin konum itibarıyla rakip kanatları temsil etmektedirler. Kimileri Boris için onun adı 'Barış'tır, bizdendir' dese de artık o Osmanlı kökleriyle fazla ilgili değil. Bu boyut soyut ve fantastik olarak kalmaya mahkumdur.
Kısaca, artık Trump İngiltere'ye nizamat vermeye kalkışıyor. Putin'den sonra Boris'i de tezkiye ediyor. Onun iyi bir lider olacağına dair teminat veriyor.
Boris ile Trump fiziki olarak benzedikleri gibi aynı zamanda üslup olarak da birbirlerini tamamlıyorlar. Her iki isim de popülist eğilimleriyle tanınıyor. Her ikisi de yabancı kökenli olmakla birlikte 'yeni yabancılara' karşılar. Londra belediye başkanı olduğu sıralarda Brexit'in gerçekleşmemesi ve AB'ye üye olarak kalmaları halinde 77 milyon Türk'ün sınırlarını ve bentlerini aşarak İngiltere'yi istila edeceklerini iddia etmiştir. Daha sonraki tartışmalarda bu sözlerini inkar etmiştir. Trump AB'yi yıkmaya ya da kendine tabi bir parya ülkeler topluluğu haline getirmeyi tasarlıyor. Beni dinlesinler istiyor. NATO ile ilgili de böyle çılgınca fikirleri vardı. Brexit taraftarı olarak Johnson'ın yaklaşımları Trump'ın bu yöndeki yaklaşımlarıyla buluşmaktadır. Dolayısıyla Boris ile Trump hem kızıl saçlı veya derili hem de zihniyet olarak kafadarlar olarak potansiyel anlamda birbirlerini tamamlıyorlar.
Trump'ın böyle bir ortağa ihtiyacı olacak. Tabii ki iktidarda kalabilir ve kalıcılığını ikinci döneme de taşıyabilir, uzatabilirse.
Trump'ın 3 Haziran (2019) tarihli eli kulağındaki İngiltere ziyareti öncesinde İngiltere eski İngiltere değil. Yerinde yeller esiyor. AB'den kaçayım derken Trump'ın kucağına savrulmuş görünüyor. Yani yağmurdan kaçarken doluya tutulmuş vaziyette.