Hilafet, nüzül-ü İsa, Mehdilik gibi meseleler Müslümanlar arasında tarih boyunca tartışılan meseleler arasında yer almıştır. Hatta en yoğun tartışma konuları arasındadır ve alanını temsil etmektedir. 'Tartışmaya götüren şey mezmumdur' mealindeki yaklaşımla, kimileri hilafet, Mehdi ve İsa'nın nüzülü meselelerini redde meyyal görünüyor. Halbuki, insan tartışmaya odaklı ve meyyal olarak yaratılmıştır. Ayetin ifadesiyle: İnsan tartışmaya çok düşkün bir varlıktır (Kehf Suresi 54). Kulunu yaratan Allah onun psikolojisini bilmez mi? Ayette dile getirildiği gibi: Allah yarattığını tanımaz mı, bilmez mi? Burada istifham-ı inkari vardır yani Allah yarattıklarını bilir anlamındadır. Anlaşıldığı kadarıyla beşer ve insan tartışmaya yatkın bir varlık olarak yaratılmıştır. Her şeyi tartışır. Bu bazen İsa'nın nüzülü olur bazen Allah'ın hitabının niteliği ya da kelam-ı kadimin karakteri olur vesaire. Kur'an tartışılıyor diye Kur'an-ı Kerim'e sırt mı döneceğiz? Nitekim, bazı fırkalar hafızalarına veya algılarına sığdıramadıkları için Yusuf Suresini ve kıssasını Kur'an'dan saymamışlardır. Keza kimileri de Mesnevi'de müstehcen kıssalar ihtiva ediyor diye Özal dönemi deyimiyle Mesnevi'nin poşete sokulmasını, konmasını istemişlerdir. 'Poşetlik kitap' demişlerdir! Elbette herkes Mesnevi okuyacak diye bir kural yok. Her Mesnevi okuyanın seviyesi de aynı değildir. Mesnevi kıssaları herkese aynı seviyede hitap etmeyebilir. Lakin Mevlana bazen müstehcen kabul edilen kıssalar üzerinden ders vermiştir. Bağlayıcılığı yoktur. Kur'an da sivrisinek veya onun üzerindeki varlıklarla misal vermiş ve getirmiştir.
Öyle ise biraz tartışma veya konuşma perhizi yapacağız, bu konudaki histerimizi gemleyeceğiz. Hilafet meselesi tartışmaya açık meselelerdendir. Daha doğrusu hilafetin lağvedilmesinden itibaren lehte ve aleyhte tartışmalar alevlenmiş, ayyuka çıkmış ve alıp başını gitmiştir. Seyyid Bey meseleyi tarihselci bir yaklaşımla ele alırken, o zaviyeden bakarken yani miadının dolduğuna inanırken Ali Abdurrazık temelden karşı çıkmış ve reddetmiştir. İslam'ın dünyevi bir yönü ve mesajı olmadığını söylemiştir. Halbuki, İslam siyasi anlamda Museviliğin bir benzeri süreci kapsar. Musevilik zemininde peygamberler ümmetlerini Hazreti Musa adına veya onun halifesi olarak sevk ve idare etmişler ve yönetmişlerdir. Hazreti Peygamberin son peygamber olması vesilesiyle ardılları veya halifeleri peygamberlik vasfı taşımamıştır. Bu nedenle de onlara mücerret halifeler denmiştir. Veya emir ve ümera da denilmiştir. Denildiği gibi ıstılahlarda ve terminolojide çekişme olmaz (La müşahhate fi'l istilah). Herkes kendi terimini veya ıstılahını kullanabilir.
Musevi dönemin peygamberleri onun şeriatını tatbik etmişlerdir. Ali Abdurrazık gibi kimileri hilafetin Kur'an'da bir dayanağı olmadığını ve Kur'an'ın meseleye umumiyat kabilinden temas ettiğini söylemişlerdir. Hilafetin dini bir yönü olmadığını söylemişlerdir. Mustafa Öztürk de bunu söylemektedir. Halbuki Ebu Hureyre'nin ilgili hadisinde olduğu gibi Beni İsrail Peygamberleri Tevrat'ın hükümleriyle amel etmişlerdir. İslam halifeleri de ahkam-ı Kur'aniyye ile amel etmişlerdir. Ebu Hureyre tarikiyle gelen bir rivayette Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: Beni İsrail'i peygamberleri yönetirdi. İçlerinden birisi fani olduğunda yerine öteki geçerdi. Lakin benden sonra peygamber yoktur (https://binbaz.org.sa/audios/2547/224).
Demek ki yönetici Beni İsrail peygamberlerinin yerini İslam ümmetinde halifeler almıştır.
Kur'an da buna temas eder. Kur'an'da Yahudi geleneğine atıfla üç yerde geçen rabbâniyyûn kelimesine (Âl-i İmrân 3/79; el-Mâide 5/44, 63) tefsirlerde "Tevrat'ı bilen ve onun hükümleri ile amel eden, hareket eden âlim hükemâ, âlim fukaha, müttaki hükemâ, velî imamlar" veya "ibadet ve takvâ ehli" gibi anlamlar verilmiştir. İbranice de rabbani bir anlamda Arapçada imam ifadesine tekabül etmektedir. Musevilikte hilafet ve hulefa kavramı vardır ve genel olarak ribbiyyun ve rabbaniyyun şeklinde anılırlar. Siyasette İslam geleneğiyle Musevi gelenek birbirlerine benzer mahiyette gelişmiştir.
"Müşrikler hoşlanmasalar da dinini bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderdi (Tevbe Suresi: 33)" ayetinin tefsirinde Elmalı Hamdi Yazır bu mazhariyetin veya üstünlüğün iki dönem olacağını ifade etmişlerdir. Birincisi Asr-ı Saadet dönemi ikincisi de ahir zaman diliminde ve özellikle de Mehdi-İsa aleyhisselam döneminde gerçekleşecektir. Her iki mazhariyet dönemi de peygamberlik yöntemi üzerine hilafet dönemine rastlayacaktır. Bu tesadüf olamaz! Reşit idare tarzı gönülleri ve dolayısıyla dünyayı fethedecektir. İsra Suresinin başında da Yahudilerin iki defa bozgunculuk yapacakları ve büyüklenecekleri vurgulanmaktadır. Müslümanların mazhariyetine mukabil iki dönemlik Yahudi bozgunculuğu.
Ahir zamanda iki devre bozgunculuklarına mukabil İslam tarihinin bidayetinde ve nihayetinde olduğu ve olacağı gibi Yuşa Bin Nun ve halifeleri ve Hazreti Davud ve Süleyman dönemiyle birlikte onların da iki cihangir dönemleri vardır.
İslam'da da peygamberlik yolu ve tarzı üzerine hilafet iki dönemle sınırlandırılmıştır. Raşit halifeler dönemi ile birlikte Mehdi dönemi, böyle parlak iki dönem olacaktır.
Ali Abdurrazık hilafetin dini bir yönünün olmadığını ifade etmiştir. Günümüzde Mustafa Öztürk gibiler de İslam'ın siyasi ayağını belirsiz ve müphem bırakıyorlar. İslam'ın siyasi sistem vazetmediği veya düzen getirmediğini tali olarak hilafet diye bir rejimin olmadığını ifade etmektedirler. İslam'ın bu tarz bir yönetim biçimi önermediğini savunmaktadırlar. İslam'ın bir dünya görüşü yok mudur?
Kimileri de facto bir biçimde cahiliyet dönemindeki kabile ve kabileler arası düzenin İslam'dan sonra da geçerli kılındığını ileri sürüyor. Halbuki, niye ridde kalkışmaları yaşandı ve savaşları oldu ve neden öyle ise Hazreti Ebubekir asi kabilelerin üzerine gitti? Elbette cahiliyet rejimini değil İslam rejimini korumak için.
Sad Suresi 26'ıncı ayet, Davud Aleyhissielamın hilafetini vurgular. Halife ve devlet başkanı olarak görevi adaleti sağlamaktır. Mücerret peygamber olsa burada sadece tavsiye makamında bulunur yoksa uygulama makamında bulunmazdı. "Ey Davud, gerçek şu ki, Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar arasında adalet/hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü unutmalarından dolayı çetin bir azap vardır."
Vahiy ve Mezmurları alması dolayısıyla halifetullah olan Hazreti Davud Musevi geleneğine bağlı olarak da Hazreti Musa'nın da halifesidir. Ya da hem gök hem de yer halifesidir. Öncekilerin şeriatı /şer'u men kablena kaidesiyle Hazreti Davud hilafet meselesinde modelimizdir. Kaldı ki Asr-ı Saadet'te bu model bir kez daha vurgulanmıştır. Sadece şer'u men kablena düzeyinde kalmamıştır. İslam içinde de vetire ve süreç olmuştur.
Hilafetin dini bir yönü, boyutu yok mudur? Esasında Kur'an-ı Kerim'de hilafet ve türevlerine dair birçok ifade vardır. Lakin bunlar umuma açık ifadelerdir. Bununla birlikte hadis sahasında daha müdellel ve mufassal hadisler vardır. Bunları bir araya getirdiğinizde bir yekün teşkil eder ve İslami rejimin karakterini tayin eder. İbni Teymiye'nin en çok vurguladığı yön 'peygamberlik yöntemiyle hilafettir.' Bu hilafet tarzı nübüvvetin tetimmesi kabilindendir ve Beni İsrail peygamberlerinin hilafetini de hatırlatır. Nitekim hadislerde 'sünnetimi ve mehdi ve raşit halifelerin sünnetine azı dişlerinizle yapışın, tutunun' buyrulmaktadır (Ebu Davud: 4607, Tirmizi 266). Burada raşit halifelerin uygulamaları peygamber sünnetine katılmış, mülhak kılınmıştır. Halifelerin sünneti veya uygulamaları ile peygamberlik yöntemi üzerine hilafet deyimini bir araya getirdiğimizde mesele tamamen vuzuha kavuşmaktadır. Demek ki hilafet meselesi veya kurumu raşidi modele göre taayyün etmiş ve şekillenmiştir. Bu döneme 'hikbetü'n miyariyetun' denilmektedir. Kriter dönem. Bir diğer ifadeyle model devre. Nitekim Şah Veliyyullah Dihlevi İslam tarihini iki döneme ayırmıştır. İslam tarihi ve Müslümanların tarihi. İslam tarihi raşit halifeler döneminde yapılan icraatları kapsar. Kendinden sonrakilere modeldir. Isırıcı saltanat veya cebri saltanat ve otoriter ve totaliter dönemlerdeki uygulamalar ise müspet sünnet kapsamında değildir. Kim bir iyi çığır açarsa (men senne sünneten haseneten) hadisinde belirtilen sünnet raşit halifelere ve benzerlerine racidir. Kötü çığır açanlar ise kötü iktidarlardır.
Hilafet modeli, raşit halifelerin uygulamaları ve güzel icraatlarıyla birlikte teessüs etmiş ve şekillenmiştir. Onlar bu anlamda merci ve referanstır. Bizzat sistemin meşruiyetine kefildirler. Dolayısıyla oldu-bitti tarzı değildir. Ruhunu Kur'an ve Sünnetten almaktadır. Ezan nasıl ki rüya ile sübut bulmuşsa hilafet de ayet, hadis ile sübut bulmuş ve ardından raşit halifelerin uygulamasıyla kökleşmiş, tekamül etmiş ve somutlaşmıştır. Hilafet sistemi onların uygulamalarıyla da ispat edilmiştir. Zaten bu sistemin kökleri ulu'l emr ve şura ifadeleriyle Kur'an'a dayanmaktadır. Kökleri Kur'an'dadır. Ulu'l emr halkın itaatini tazammun ederken şura da ulu'l emrin görevini tanımlar ve halktan onay almasını ve onlara danışmasını emreder. Biatın iki ucu vardır. Birincisi yönetici sınıfın üzerine düşen meşvereti işletme görevi ikincisi de marufta halkın yöneticilere itaat etme gerekliliğidir. Ulu'l emr denilen yöneticiler ülkeleri ve ibadullahı ucu açık ve keyfi bir biçimde yönetemez. Şura ile mukayyettirler. Bu arada, kimileri tarafından dile getirilen, hilafetin İslamiliğine dair dayanak ve referans olmadığı iddiaları boştur, kuruntudur ve mehdi düzeyinde raşit halifelerin uygulamalarını hiçe saymakla ilgilidir. Raşit halifelerden geriye kalan bir miras vardır. Bu miras hilafetin mahiyetini belirler.
"İslam'da da peygamberlik yolu ve tarzı üzerine hilafet iki dönemle sınırlandırılmıştır. Raşit halifeler dönemi ile birlikte Mehdi dönemi, böyle parlak iki dönem olacaktır."
— Fikriyat (@fikriyatcom) March 5, 2021
Mustafa Özcan'ın kaleminden...✍🏻
"İslami rejimin mahiyeti"https://t.co/VL45A0yi5r