Arama

Mustafa Özcan
Şubat 24, 2021
Bir vakıf insan: Emin Saraç

Muhammet Emin Saraç hoca cumhuriyet tarihinin özeti gibiydi. Somut hali de diyebiliriz. Yaşının gereği birçok kişiyle karşılaşmış, hemhal olmuş ve birçok olaya da tanıklık etmiştir. Hayatı, birçok farklı kesimle temasla tanımıştır. Bu açıdan da kendisine canlı tarih dersek yanlış olmaz. Hoca bir zamanlar dizinin dibinde meşk ettiği Süleyman Hilmi Tunahan gibi daha çok okumayı ve okutmayı sevmiştir tali olarak bir türlü yazmaya eli varmamıştır. Hatıratını kaleme almamıştır. Mesela onun gibi Ezher'de okuyan Ali Özek hoca bir şekilde hatıratını kaleme almış veya alınmasına müsaade etmiş ve destek vermiştir. Yanılma veya isabet bu konuda baktığımız yere ve hedefe bağlıdır. İnşaallah Emin Saraç hoca yazarak değil de yazmayarak bu sorumluluğu üzerinden atmıştır. Hoca da sorumluluk bilinci ağır basmıştır.

Nesiller arasında köprü şahsiyetler

Süleyman Hilmi Tunahan ya da Süleyman Efendi gibi okutarak gelecek kuşakları geçmişin ilmi mirasıyla tanıştırmak, buluşturmak istemiştir. Elbette bu bir tarz meselesidir. Süleyman Efendi veya Emin Saraç hoca elbette ki nokta-i nazarında haksız değildir. Onlar bağı koparılan nesiller arasında köprü kurmak istemişlerdir. Bu itibarla mazi ile müstakbel arasında köprü şahsiyetlerdir. Bu itibarla okutanlar ile yazanlar, farkında olmadan gayri ihtiyari iş bölümü yapmışlardır.

Yeni kitaplar yazılmayan şuruh ve talikat döneminde ilmi konularda tekrara gidilmiştir. Bir başka ifade ile skolastik dönemde bu zihniyetin yazı ve ilmi hayata hakimiyeti ile birlikte tekrara düşülmüştür. Bunun için de İslam alemi ilmi ve medeni olarak tereddi etmiştir. Atılım yapamamıştır. Mevcudu koruma adına günden güne erimiştir. Asırların hakkı verilmemiş belki tekrarla zayi edilmiştir. Bunun için de bu dönem için 'oğlum bina okur döner döner yine okur' tekerlemesi söylenmiştir. Halbuki İbni Haldun ve Katip Çelebi gibi zevata kulak verilebilseydi skolastik çağdan ve hakim zihniyetinden kurtulmak daha kolay olabilirdi.

Yazmak sorumluluk gerektirir ama yazmamak da öyledir. Bunun için ruz-i mahşerde yaptıklarımızdan sorumlu olacağımız gibi yapmadıklarımızdan da sorumlu tutulacağız. Huzur-u ilahi de bu dünyanın bir muhakemesi ve sağlaması yapılacaktır. Ama belki telifatta bile hafif'ül haz olmak sorumluluktan kaçınmanın yollarından birisidir. Zira bilhassa alimin kalmadığı yerlerde ilim meclislerinde öne geçenler sapıtır ve saptırır.

Şam-Sakarya gergefinde dostumuz olan Bekir Uysal hoca benden Emin Saraç hoca ile ilgili olarak bir değini yazısı kaleme almamı istedi. Doğrusu çok fazla hukukumuz oluşmadığı için geri durmak yani kaçınmak istedim. Benden daha çok bilenlerin ve ilgilenenlerin, değini kaleme alanların olduğu bir vasatta fazladan kalabalık teşkil etmek istemedim. Fakat dostumu kırmaya da gönlüm razı olmadı. Ben de tabir caizse kovalar içine kovamı attım.

Emin Saraç ismini ilk kez Şam'da Kıtat Camii'nde İlyas Gürgen Hocanın odasında duydum. Burası için Türkiye yazarı Ekrem Buğra Ekinci şöyle yazmaktadır: Şam'da Mescidül-Kıtat (Kediler Câmii) adında bir câmi vardır. Kıtat, kediler demektir. Burası, aynı zamanda sokağa atılan kedi yavrularını himaye için kurulmuş bir vakıftır. Câmi kayyımı, yüzlerce kedi yavrusunu vakıftan ciğer getirerek beslediği bir câmidir.

İki genç Türk talebelerinin bulunduğu yerlere uğramışlardı. Bunlardan birisi de Fethülislam'da okuyan Türk talebelerinin yurtlarından birisi olan Kıtat Camii idi. Camii Kıtat ile Cami-i Abdullah edata Şam'da Türk talebelerinin iki revakı idi. Ezher revakları gibi. Bir zamanlar burada Muhammed Said Ramazan el Buti muhaddis olarak tanınan Adullah Habeşi ile ders yapmış ve İmam Rabbani'nin Mektubat'ı gibi eserleri etüt etmişler. Hindistan Altkıtasında mesmuat ve melfuzat tabirleri çok kullanılır. Bilhassa bazı hocalar takrirlerini melfuzat yani söylenenler şeklinde kayda geçirmişlerdir. Benim mesmuat yani duyumlarıma göre Kıtat Camiinde Abdullah Habeşi dersler verirmiş. O sıralarda henüz Beyrut'a yerleşmeden evvel Beyrut ile Şam arasında mekik dokurmuş. Bu dediğim dönem 1960'lı yılların sonları olmalı. Konuyu dağıtmadan Emin Saraç hocayı nasıl duyduğumuza gelelim. İlyas Gürgen Hoca'nın odasında cellabiye tarzı yani Suudi Arabistan kıyafetleri giymiş ve beyazlara bürünmüş iki delikanlı duruyordu. Belli ki ilme hevesli insanlardı. İlyas Hoca sonra bunların kimliklerini anlattı. "Bunlar Emin Saraç hocanın talebeleridir. Mekke'ye Ümmü'l Kura Üniversitesine gidiyorlar. Bunlardan birisinin adı Şerafettin Kalay diğeri de Halil İbrahim Kutlay hoca.". Arkalarından imrenerek bakmıştık. Sonra ikisi de Mekke'deki eğitimlerini tamamlamışlar ve yurda dönmüşlerdi. Şerafettin Kalay hem siyer hem de fıkıh alanında temayüz etmiş bir isimdir. Hala yazılı ve görüntülü alanda siyer hususunda faydalı çalışmalar yürütmektedir. Halil İbrahim Kutlay ise hadis alanında ihtisas yapmıştır. Hanefi mezhebi tarihinde önemli bir yere sahip olan ve geriye külliyat çapında eserler bırakan Aliyy'ül Kari çalışmış ve ona odaklanmıştır. Onun İmam-ı A'zam'a ait Fıkhı Ekber'e dair şerhi çok meşhurdur. Bir zamanlar Imam Burhaneddin Ez- Zernuci'nin Talim el Muteallim ile birlikte Türkiye'de Fıkhı'l Ekber Şerhi çok muteber ve meşhurdu. Burada İmam-ı A'zam yeni bir ıstılah ve terim ortaya atmıştır. El fıkhu'l ekber tabiri. Bunu kelam alanı için kullanmıştır. Said Havva da İmam-ı A'zam'ın kullandığı bu kavramı daha geniş sahaya taşımak ve yaygınlaştırmak istemiştir. 'Cevlat fi'l fıkhiyyine el kebir ve'l ekber/ Büyük fıkıh ve en büyük fıkıh meydanlarında turlar' başlığıyla bir risale kaleme almıştır. Hem fıkıh meselesi, hem de kelam meselesine dair bazı tetkiklerini burada kayda geçirmiştir. Halil İbrahim Kutlay'a gelince: Aliyyü'l Kari üzerine çalışmıştır. Peygamberimizin ebeveyni ile ilgili yaklaşımında eleştirilse de Aliyyü'l Kari çok yönlü bir alimdir. Fıkıh ve kelam alanında göz doldurmuştur. Aliyyü'l Kari'nin Şerhu'l Mişkat adlı eseri bilhassa Türkler arasında revaç bulmuştur. Halil İbrahim Kutlay hoca da onun hadis yönünü ele alan bir çalışma yapmıştır. Zannederim doktora çalışmasıdır. Bu çalışmanın adı: El İmam Aliyyü'l Kari ve Eserehu fi ilmi'l hadistir. İlmi hadiste Aliyyü'l Kari'nin yerini tartışmaktadır.

Emin Hoca'nın tanınmış talebelerinden bir diğeri de Hamdi Aslan'dır. O da bilahare Ümmü'l Kura Üniversitesinden mezun olmuştur. Emin Saraç'tan ilmi icazet alanlardan birisi de Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'tır.

Emin Saraç hoca da ilmi hadisle iştigal etmiştir. Sahası hadis ilmidir. Bununla birlikte 'muhaddis' olmanın kriterlerine haiz midir, yerine getirmiş midir? Bu, sahasının uzmanlarının değerlendirmesine tabidir. Tanımında Fatih Camii'nin son ders-i amı veya müderrisi sayılması daha yerinde ve şık olacaktır. Lakin öğrencilik arkadaşı olan bir müddet önce Şam'da vefat eden Nureddin Itır hoca dirayet anlamında son muhaddislerden birisi sayılmıştır.

Emin Saraç hoca kendini İslam dünyasıyla Türkiye'yi kaynaştırmaya adamış bir şahsiyetti. Bir pota şahsiyet ya da vakıf insandı. Ali Yakup Cenkciler ile birlikte kendisini talebe-i uluma vakfetmiş insanlardı. Bu nedenle de birçok kesimle temas halinde bulunmuştur. İki bine yakın talebe yetiştirdiği ifade edilmektedir. Hasan el Benna davet için Mısır'da iki bin köyü kolaçan etmiş Emin Saraç hoca da iki bin talebe yetiştirmiştir. Bunlar arasında yine Hicaz'da okumuş olan Nurettin Yıldız hoca da bulunmaktadır.

Emin Saraç, oğlu Fatih Saracı da Mekke'de Ümmü'l Kura Üniversitesine göndermiş ve burada okutmuştur. Eğitimi sırasında Fatih Saraç Milli Gazete'ye haftalık röportajlar gönderiyor ve Arap diyarının kalburüstü ve hatırı sayılır insanlarıyla konuşuyordu. Bu konuşmalardan derlenmiş bazı bölümleri ve kesitleri bir kitap haline getirmiş ve Risale Yayınları arasında yayınlanmıştır. Fatih Saraç kitabının adını Bir kesit koymuş ve Fatih Emin imzasını kullanmıştır. Fatih Saraç, Risale Dış Politika adıyla bir de periyodik dergi yayınlamaktaydı.

Emin Saraç hocanın Türkiye günlerinde klasik tarzda ilim okumuştur. Ardından Mısır'a gitmiş ve burada 9 yıl kalmıştır. Burada mahalli daireden evrensele daireye geçmiştir. Mısır günlerinde Seyyid Kutup gibi Müslüman Kardeşlerin önemli isimleriyle de tanışmıştır. Bilahare Bekir Karlığa, İsmail Hakkı Şengüler ile birlikte Fizilal/Kur'an Gölgesinde çevrisinde imzası çıkmıştır. Hasan el Benna'nın şehit olmasından sonra Mısır'a gittiğinde onunla görüşmek nasip olmamıştır. Bununla birlikte Mısır'dan döndükten sonra özellikle Türkiye'de Müslüman Kardeşlerin gayri resmi temsilcisi gibi muamele görmüştür. Mısır ortamında Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zahid el Kevseri ve Yozgatlı İhsan Efendi ile mülaki olmuş ve onlardan istifade etmiştir. Daha ziyade onun kuşağı Ali Ulvi Kurucu gibi Kosovalı Ali Yakup Cenkciler''den istifade etmişlerdir. Herkes istidadına göre o çevreden yararlanmıştır. Ali Yakup Cenkçiler ile Emin Saraç hoca gibi isimler fahri ilim hadimleridir. Vakıf insanlardır. Hasbi olarak ilim öğrenmiş ve öğretmişlerdir. Hayatlarını böyle tamamlamışlardır.

Balkanlar'da Osmanlı bakiyesi topluluk için 'evladu fatihan' ifadesi kullanılır. Fetih neslinin veya fatihlerin çocukları demektir. Ezher hocalarından Abdulfettah el Şa'şa-i Emin Saraç gibi Türk talebelerine ' Osmanlı devletinin çocukları' diye hitap edermiş. Hocanın Mısırla ilgili hem hatıraları hem de duydukları ve gördükleri vardır. Sözgelimi, Akif'in içine kapalı ve merdümgiriz hallerini hikaye eder.

Zahid el Kevseri merhumla alakalı olarak Emin Saraç'ın anlattıklarıyla Ali Yakup Cenkciler'in anlattıkları birbirini tutmamaktadır. Ali Yakup Cenkciler Şeyhülislam Mustafa Sabri ile ders vekili Zahid el Kevseri arasında iki konuda ihtilaf yaşandığını dermeyan etmektedir. Bunlardan birisi kader meselesidir. Mustafa Sabri, 'Mevkif el beşer tahte sultani'l kader/ Kader otoritesi altında insanlık' adını verdiği eserle birlikte Muhammed Abduh ve ceditcilere bayrak açmış ve kaderde cebriliğe kaçtığı ileri sürülen Eş'ariliğin sahasını savunmuştur. Kulun sorumluluğu yerine Allah'ın otoritesini öne çıkarmıştır. Buna cevaben de Zahid el Kevseri, 'El İhtisar fi mezhebi'l cebri ve'l ihtiyar/ Cebr ve ihtiyar mezhebinin hülasası ' adlı eserini kaleme almıştır. Ali Yakup Cenkciler'e göre Yavuz ile Tomambay meselesi ve Revak el Etrak'a şeyh ve başkan atanması hususunda Kevseri merhum açıkça Çerkezlerin tarafını tutmuştur (Hocamla Yıllarım, Mustafa Atalar, s. 397, İnkilab Yayınları). Emin Saraç hoca ise bunu reddetmektedir. Bu konuda Mısır'da daha fazla kaldığından ve Mustafa Sabri ve Zahid el Kevseri'ye daha yakından tanıdığından Cenkciler'in sözleri kavl-i mücerret olmayıp daha mudellel ve muteberdir. Peki bu dostluklarına halel getirmiş midir? Hayır, dostlukları baki kalmıştır. Buna da şu zaviyeden bakmak mümkündür: El ihtilafu fi'r reyi la yüfsidu lilvüddi kadiyye. Fikirde ihtilaf dostluğu bozmaz. Bu söz Hasan el Benna'ya atfedilmiştir. Ondan önce de Reşid Rıza'ya ait olduğu söylenmiştir. Bazıları ise bunu Muhammed Abduh ile Cemaleddin Afgani ile dostluk köprüsüne sahip olan Ahmet Lütfi Es Seyyid'e atfetmiştir.

Bazen fikir adamları birbirinden söz devşirirler. Bunlardan birisi de 'müsademe-i efkardan barika-yı hakikat doğar' ifadesidir. Bunu ilk kez Namık Kemal İbret gazetesi/dergisinde yazmıştır. Sonra da Bediüzzaman kullanmıştır. Fikirde ihtilaf dostluğa halel getirmez ifadesi de zamanla dilden dile dolaşarak anonim bir vaziyet kazanmıştır. Keza İslam devletini gönlünüzde kuran o afakta kurulur sözü de ilk önce Hasan el Benna'ya atfedilmiştir. Bununla birlikte Nasirüddin Elbani gibi birçokları bu sözü tekrarlamıştır. Hekimoğlu İsmail de bunu söyleyenler arasındadır. Zamanla bu sözleri ilk söyleyeni bilinmez hale geldiğinden anonimleşmektedir. Veya ilk sahiplerinin dışındakilere mal edilmektedir. Güzel sözler bazen miri malı gibi muamele görmektedir.

Emin Saraç hoca Mısır hatıratı arasında anlattıkları arasında Muhammed Abduh'a dair dinledikleri de vardır. Mısırlı bir Türkmen aileden gelen Muhammed Abduh Türkçeyi fevkalade konuşurmuş. Demektir ki ana dili. Bunu İstanbul'dan Kahire'ye giden ve Osmanlı'nın yıkılmasıyla orada kalan kadı Yahya Efendi'den duymuş. Yahya Efendi Muhammed Abduh ile sık sık görüşürken onun vahiyle ilgili görüşlerini dinledikten sonra teması kesmiş. Arap dünyasında Türk asıllı şöhretler vardır. Mısırlı ediplerden Mustafa Lütfi Menfeluti, Yahya Hakkı öyledir. Keza Cezayir'de Malik Bin Nebi de Türk asıllı bir aileye mensuptur.

Emin Saraç hoca Rihle dergisi ile (8'inci sayı) yaptığı konuşmada Ahmet Hayri beyden bahsetmektedir. Bu unutulmuş bir isimdir. Zahid el Kevseri'nin ilmi mirasını yaşatan ve ihya edenlerden birisidir. Kevseri'nin eserlerini basmış ve itina göstermiştir. Makalat onun himmetiyle basılmıştır. Ahmet Hayri, Kevseri'nin talebeleri arasındadır. Abdulfettah Ebu Gudde gibi meşhur olmamıştır. Zira Gudde hocasına saygısını ve bağlılığını sürdürse de sonuçta bağımsız bir ilim adamıdır. Ahmet Hayri ise ilimle değil daha ziyade neşriyatla iştihar etmiştir. Fakat vefakar birisi olduğu aşikardır.

Mustafa Sabri ve Seyyid Kutup

Şeyhülislam Mustafa Sabri ile Seyyid Kutup birbirine benzeyen ve andıran zevattandır. Seyyid Kutup Mustafa Sabri gibi örgün bir İslami eğitim almamıştır. Bu nedenle kimileri onu icazetsiz sayabilirler. Ama İslami konularda Kur'an eksenli hareket ettiğinden ya da Kur'an'a nüfuz ettiğinden ve çağdaş akımları bildiğinden ilmi cihetle icazetli çok alimden daha muktedir olduğu da bir gerçektir. Şeyhülislam Mustafa Sabri, Mustafa Kemal'e, Seyyid Kutup da Nasır'a muhalefet etmiştir. Mustafa Sabri Seyyid Kutup'a taktirlerini bildirmiştir. Seyyid Kutup Şeyhülislam Mustafa Sabri gibi sadece ilim adamı değil aynı zamanda dava ve tavır adamıdır. Mevkifu'l Akli adlı eseri yayınlanınca Ali Yakup Cenkciler'i çağırır ve bu kitabı Seyyid Kutup'a götürmesi için görevlendirir ve bunu izah sadedinde şöyle der: Bu kitabı herkes anlamaz ama o anlar. O genç bir yazardır. Yazılarından takip ediyorum. O anlar… Şeyhülislam'ın özüyle Seyyid Kutup böyle bir adamdır.

Emin Saraç hoca merhum Fuad Sezgin hocanın da Kahire'ye sık sık geldiğini ve İslami Araştırmalar Enstitüsüne de uğradığını ve Zahid el Kevseri ile de görüşmek istediğini lakin Kevseri'nin rahatsızlığının buna mani olduğunu ifade etmektedir.

Mısırname'deki kurtuluş reçetesi

Emin Saraç hoca Ord. Süheyl Ünver'in Mısırname adlı eserini tetkik eder. Burada Abdulmecid Efendiye atfen şöyle bir ibareye rastlar: Milletimizin intibaha gelmesi ve uyanması ancak sağlam bir inanç, akide ve ahlak ile olabilir.

Bunu şahsiyet, irade ve karakter olarak özetleyebiliriz.

Mustafa Özcan


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN