Arap dünyasında bütün radikal akımların İhvan abası veya cübbesi altından çıktığı, türediği çok tekrarlanan ve kabul gören bir yaklaşımdır. Özellikle resmi kesimler bunu çok sık tekrarlar. Bunun gerçekte bir karşılığı var mıdır? Meselenin asıl muhatabı İhvan bu hususta ne diyor? Esasında İhvan tarihinde bazen gözden geçirmeler yapmıştır. Bu gözden geçirmelerde muayyen çıkarımlarda bulunmuştur. Ve olaylardan ders çıkarmıştır. Bu derslerden birisi darbelerin zararlı olduğu gerçeğidir. 1952 yılında Müslüman Kardeşler bilmeden ABD ile birlikte darbe ortağı olmuştur. Zira darbenin diğer ortağı Amerika Birleşik Devletleri'dir. Bilmeden aynı darbeye destek vermek suretiyle ortak olmuşlardır. Darbenin diğer cenahında ABD vardır. Merkezde Nasır vardır. Daha sonra ordu kışlaya çekilsin denildiğinde Nasır ayak diretmiştir. General Necip ile İhvan ordunun kışlaya çekilmesini isterken Nasır ve arkadaşları halkı dipçikle yönetmeye niyetlenmiş ve heveslenmişlerdir. Bu çatallaşmadan sonra İhvan namlunun ucuna sürülmüştür. Adeta 1952 sonrasında Mısır'da yaşananlar bugün Sudan'da tekerrür etmektedir. 1952 yılındaki Mısır atmosferi, 2019 yılında Sudan olaylarını hatırlatmaktadır. Ömer Beşir'den sonra Sudan'da yaşanan deneyim de zıtların ortaklığını beraberinde getirmiştir. Ömer Beşir sonrasında solcu kesimlerle ordu mütecanis yani uyumlu olmayan bir ortaklığa gitmiştir şimdi ise ortaklık çatırdamaktadır. İki taraf da birbirine darbe vuracağı anı gözlüyor, kolluyor. Mısır'da da İhvan ile Hür Subaylar zoraki bir ortaklığa ve beraberliğe gitmişti. Bu ortaklık Müslüman Kardeşlerin tasfiyesiyle son bulmuştur. 1971 yılına kadar tenkil edilen Müslüman Kardeşler mensuplar zindanlarda çürümüştür. Müslüman Kardeşler daha sonra kimi zamanlarda şiddete başvurma konusunu da masaya yatırmış ve gözden geçirmiş ve kimi vakalar için pişmanlıklarını dile getirmişlerdir. Bu hususta netlik yoktur. Sebebi şiddete başvurma kurgulandığı istikamette seyretmemesidir. İdeal zeminden reel zemine yuvarlanmıştır. Esasında silahlı mücadelenin varacağı sonuçlar çok iyi hesaplanmamıştır ve İngiliz işgali ve Filistin davası bu yönde belirleyici olmuştur.
Şiddet zemininde gidip gelmeler yaşanmış ve kaymalar vuku bulmuştur. Silahlı mücadele planlandığı gibi yürümemiştir. Filistin cephesindeki kahramanca ve ölümüne mücadeleden sonra Kral Faruk bu silahlı mücadelenin iç akislerinden ürkmüştür. Bu da onu düşmanca tavırlar almaya itmiştir. Filistin meselesi onun için meşruiyet sorunu haline gelmiştir. Sonrasında Kral Faruk ve rejiminin Müslüman Kardeşleri tenkil etme isteği karşılıklı intikam vuruşlarına dönüşmüştür. Böylece silahlı mücadelenin seyri değişmiştir. Nakraşi Paşa ile Haznedar'ın öldürülmeleri ile ilgili siyasi cinayetler ve suikastlar, Hasan el Benna'yı da sarsmış ve olaylar kontrolden çıkmıştır. Bunun nedeni silahlı yapı ve gizli mekanizman başına buyruk hareket etmesidir. Bunun da cemaat ve ilişkileri üzerinde yıkıcı akisleri olmuştur. Sonra hasbe'l kader ortak oldukları Nasır rejimi kraliyet rejimini aratmıştır. Denildiği gibi gelen gideni aratmıştır. Bu silahlı faaliyetler neticesinde Müslüman Kardeşler dost çevrelerin de düşmanlığını kazanmıştır. IŞİD ile ilgili benzeri suçlamalardan evvel Müslüman Kardeşler Ahmet Muhammed Şakir gibi saygın muhaddisler tarafından harici eğilimler taşımakla suçlanmıştır. Devletçi selefi gelenek bugün de aynı tutumunu sürdürmektedir. Muhammed Said Raslan bunlardan birisidir ve Hasan el Benna hakkında ağzına geleni söylemektedir. İngiliz ajanı olduğunu ileri sürmektedir. Dayanağı, Hür Subayların asparagaslardır. Elbette Raslan gibi ağırlığı olmayan selefi isimleri Ahmet Muhammed Şakir gibilerle karşılaştırmak doğru olmaz. Ahmet Muhammed Şakir maktul Başbakan Nakraşi Paşa'nın dostları ve çevresi arasındadır. Bu cinayet onu derinden sarsmış ve akabinde Hasan el Benna ve cemaatine karşı aşırılık/haricilik suçlamasında bulunmuştur.
Hama olaylarıyla ilgili gözden geçirmeler ve pişmanlıklar olduğuna dair duyumlarım ve mesmuatım çerçevesinde bu durumu Müslüman Kardeşler Suriye kolunun teorisyen isimlerinden Münir Gadban'a sormuştum. Bana verdiği cevapta kalkışma nedeniyle pişman olmadıklarını söylemişti. Kalkışmayla alakalı değil zamanlamasıyla ve taktikleriyle alakalı bir nedametlerinin olduğunu söylemişti. 1979'li yılların sonlarında Hama'daki kitlesel kalkışmadan önce Et Taliatü'l Mukatile adındaki Öncü Savaşçı/Akıncı adıyla anılan bir grup Esat rejimiyle kanlı bir hesaplaşmaya girmişti. Esat rejimine büyük kayıplar verdirse de sonuçta bu gizli yapı vuruşa vuruşa çekilmiş ve kırıla kırıla erimiştir. Destansı bir mücadele vermiştir. Lakin gerisini getirememiştir. Ardından Hama olayları patlak vermiş bu da kitle katliamına dönüşmüştür. İbret-i alem için Hama kırılmıştır. Hama hattı mücadeledir 2011 sonrası ise sathı mücadeledir ve bütün ülke baştan sona Hama olmuştur. Hama olayları sırasında nasıl ki dünya şehir katliamına seyirci kalmışsa 2011 sonrasında da ülke katliamı karşısında dünyanın refleksi değişmemiştir. Bu muvazaalı bir reflekstir. Şimdi de Hama katliamının mimarı Rıfat Esat ülkeye geri dönmüştür.
Tekrar şiddet meselesine gelecek olursak; Selefileşmenin İhvan önünde bir engel olduğunu söyleyen İsam Telime şiddet konusunda da adeta 'günah çıkartmakta;' cemaatinin hatalarını sayıp dökmektedir. Son sıralarda Arap matbuatında Müslüman Kardeşler paradigmasının çöktüğünü analiz eden birçok makale okuyabilirsiniz. Bununla birlikte siyaset aleminde İhvan'a özenen Selefiler de kan kaybetmiştir ve onlarda iç kanama dönemine girmiştir. Belki de külli bir yenilenmeye ihtiyaç var. Faslı alimlerden merhum Ferid Ensari buna fıtrata dönmek diyor. Aksi halde bütün İslami yapılar kendilerinden bekleneni yapamaz hale gelmiştir. İmam Rabbani'nin dediği gibi yolların sonu başa dönmektir. Biz de ise fıtrata dönme meselesi fabrika ayarlarına dönmek olarak da adlandırılıyor. Semir al Arki adlı sosyal medya kullanıcısı İhvan hakkında şunları söylüyor: Müslüman Kardeşlerin iç krizlerinden birisi cemaatin tarihini gerçek anlamıyla bilmemeleridir. Ne felaket çapındaki ittifaklarını ve ne de yıkıcı tercihlerini biliyorlar. Keza liderleri arasındaki çekişmeleri de egemen yapılarla ilişkilerini de bilmekten çok uzaklar. Şifahi olarak anlatılan tarihle yetiniyorlar ve bununla da gerçekle hayali karıştırıyorlar. Aile içinde dinledikleri ütopyayı andıran propaganda ile büyüyorlar.
İhvan'ın yaşadığı iç çekişmeleri ve yöntem sorunlarını ele alanlardan birisi Kuveytli düşünür Abdullah Fehd Nefisi'dir. Keşke takdisin yerini daha çok analiz eğilimi alsa da bu gibi isimler öne çıkabilse. Keza Suriyeli Müslüman Kardeşler eski mensuplarından Halis Çelebi de iç muhasebe ve gözden geçirme sonucu kendisini cemaat surlarının dışında bulanlardan birisidir. Şahsi zeminde yürüttüğü gözden geçirme süreci (müracaat) onu cemaati terk etmeye kadar götürmüştür.
İslam tarihinde siyasi olarak normatif (mi'yari) dönemler az olduğundan önümüzde hazır çatılmış, kurulu ve somut bir model bulunmamaktadır. En azından yakın dönemlerde. Bu açıdan da İhvan şiddete başvurduğunda Halit Muhammed Halit İhvan'dan olmasına rağmen İslam devleti tezini reddetmiştir. Daha sonra ise yanlışını tashih etmiş ve daha ziyade Ömer Bin Abdulaziz'in normatif ve ideal devresini model almıştır. Ömer Bin Abdülaziz ifrat ve tefrit dışında dinle siyaseti kıvamında buluşturmuştur. Şefkat ve merhamet odaklı bir paradigma üretmiştir. Bunu yaparken Hariciler gibi muhalif dini cereyanlarla görüşmüş ve onları iknaya yeltenmiştir.
İsam Telime şiddet konusunda paradigmanın seken yönlerini anlatıyor. Bu İhvan'ın bir bütün olarak hata yaptığını, saptığını göstermez ama kontrolsüz unsurların cemaat üzerinde bir gölge ve yük olduğunu ortaya koyar. Bu da merkezi anlayışın ya da dikey anlayışın zararlı olduğunu gösteriyor. Yatay zemin üzerinden gitmek daima daha selametlidir.
Bir zamanlar Ömer Şerif gibi sanatçılar bile İhvan'a dost kategorisinde yer alıyorlardı. Nasır ile yıldızlar hiç barışmayan Abkariyyat (dahiler) serisinin yazarı Abbas Mahmut Akkad da Hasan el Benna ile dosttur lakin bu dostluk şiddet emarelerinden sonra kesintiye uğrar ve cefaya dönüşür. Ahmet Muhammed Şakir gibi Abbas Mahmut Akkad da İhvan'ın amansız düşmanları safına ve kategorisine geçer. Akkad da Nakraşi Paşa'nın dostları arasındadır ve bu siyasi cinayetten sonra Hasan el Benna'yı masonlukla suçlamıştır (Hasan el Benna ve Tecrübetü'l Fen, İsam Telime, Mektebetü Vehbe,s: 89/90).
İhvan imajının değişmesiyle birlikte dost düşman listesi de değişmiştir. Siyasi cinayetler İhvan imajında dönüm noktası olmuş ve bu cinayetler aydınlarla arasına girmiştir. Masumiyet karinesini kaybetmiştir. Daha sonra sanatçı ve aydın çevresinden ve camiasından çok az dost devşirebilmiştir. Muhammed Abdulkuddüs gibi.
Durum aynen hadiste ifade edildiği gibidir: Bir şeye şiddet bulaşırsa onu çirkinleştirir, rıfk/ yumuşaklık da bir şeye değerse onu güzelleştirir. Yumuşaklığın değdiği her şey güzelleşir, yumuşaklığın teğet geçtiği ve kalktığı her şey de çirkinleşir!