Üniversitelere ilk merkezi sınavla yerleştirme kararının alındığı 1974 yılından beri Türk milli eğitim sistemi yavaş yavaş derinden değişimler yaşamaktadır. Bu sürecin sonunda şu sorular anlamlıdır: "Türk milli eğitim sisteminin patronu kimdir?" ve "Eğitim sisteminin akışını, temel kararları ve paranın nereye harcanacağını kim belirlemektedir?"
Bu sorular biraz da "Türk ailesinin patronu kimdir?" sorusu çağrıştırmaktadır. Cevaplar muhtelif baba, anne, çocuk ve diğerleri…
Eğitim sistemi için de farklı cevaplar verilmektedir: Milli Eğitim Bakanlığı, okul müdürleri, öğretmenler, öğrenciler, küresel sisteme sahip güçler, oligarşik bürokratik yapı gibi çok farklı aktörler dile getirilmektedir. Seçilmiş siyasi partiler ve hükümet belki de en az patron olarak görülmektedir. Bu cevaplar Türkiye dışı ülkelerin eğitim sistemleri için doğru olabilir. Fakat 1974'ten beri ülkenin geçirmiş olduğu dönüşüm sonucu bu sorunun cevabı açık ara bellidir: Üniversiteye yerleştirme sistemi ve sınavları!
Eğitimin amaçlarını belirliyor. Entelektüel beceri kazanımları, duygusal olgunluk, ahlaki değerlere uygun davranış, iletişim ve sosyal beceriler konuşulmuyor. Sadece büyük krizler sonrasında bunlara atıfta bulunuyor: "Değerlerimizi kaybettik, bizim zamanımızda böyle değildi." Asıl konuşulan ise; çocukların sınavlarda ne yaptığı, sınavda kimin çocuğunun daha başarılı olduğu, küçük bilgi hapları, ezberlenecek yığınlar, sınavda hızlı soru çözme teknik ve stratejileridir. İlaveten buna götüren kişiler ve yollardır…
Türk ailesinin eğitimde parayı nereye harcayacağını o belirliyor. Dershane, sınava hazırlık test kitapları ve sınavda hızlı okuyup fazla soru çözsün diye hızlı okuma kurslarına para harcanıyor. Sınava yönelik taktik ve stratejileri iyi öğretiyor diye özel ders ücretleri veriliyor. Tarlalar, inekler satılıyor, birikimler sınava hazırlık için harcanıyor. Bu sınav sistemi dershaneleri ve sınav kitapları hazırlayan kurumları eğitim sisteminin en güçlü lobileri haline dönüştürüyor.
Hangi okul türünün değerli olduğunu da o belirlemektedir. Mesleki ve teknik liselerinde en iyi meslek becerileri öğrenciye kazandırılsın. Dil Proje İmam Hatip liselerinde dörtlü dil becerilerini kullanabilen yetkin düzeyde 2-3 tane dil öğretilsin ve yüksek din eğitimine nitelikli adaylar yetiştirilsin. Sosyal bilimler lisesinde kendi ölçeğinde başarılı şiir, hikaye, roman, denemeler yazabilen öğrenciler yetiştirilsin. Hatta Fen lisesinde bilimsel proje yapan gruplar yetiştirilsin. Bunların hiçbiri değerli ve önemli değildir. Değeri ve başarıyı "üniversite yerleştirme sınavı" belirlemektedir.
Okulda hangi derslerin değerli ve önemli olduğuna o karar veriyor. Sınavda hangi derslerden fazla soru çıkıyor ise o dersler önemli oluyor. Hayatta başarılı olabilmek için günümüzde akli beceriler (analiz, eleştiri, tasarım, yaratıcılık) iletişim ve sosyal beceriler öne çıkmaktadır. Ekip çalışmaları için "grup ve ortak çalışabilme becerilerini" geliştiren beden ve spor derslerinin tarafına kimse bakmıyor. Bedenin hakkının verilmemesinden dolayı sağlık sistemine yüklenen ek maliyetlerin beden dersleriyle ilişkisi unutuluyor. Beden ve spor öğretmenleri de "Hadi çocuklar test çözün, üniversitede iyi yerleri kazanın" diyerek kendi derslerinin becerilerini çocuklara çok güzel aktarmaktadır!
Müzik ve sanat dersleri de bu akıbetten kurtulabilmiş değil. Sezgiyi, kendini dinlemeyi, tasarım ve yaratıcılığı geliştiren bu dersler sınavın "kralları" önünde kurban ediliyor.
Dini-ahlaki bilgi, değer, davranış ve duyguları aktarmakla görevli din dersleri öğretmenleri öğrencilerinden, toplumdan ve devletten değer bulabilmek için din derslerinden de soru çıksın diye lobi yapmak durumunda kalmaktadır. Dini ve ahlaki değerler ve sınav soruları… Yaman bir paradoks.
Hangi okul müdürünün başarılı ve değerli olduğuna da o karar veriyor. Üniversite okul başarıları yukarıdan aşağıya sıralandığında altta kalanın canı çıkıyor! Okul müdürü iyi ekip çalışmalarıyla suç oranlarını azaltsa da, Tübitak projelerine ekipler hazırlasa da, okuluna uluslararası spor, müzik ve sanat başarıları kazandırsa da altta kalmış ise "başarısızdır". Amalı, fakatlı cümleler onun en yakın arkadaşıdır artık. Takdir görmesi gerekirken savunma yapmak durumunda kalması belki de yaşadığı en büyük acıdır.
Sınav sistemi "başarılı" ve "değerli" olanı belirlemektedir.
Sorunun cevabı bulundu: Türk Milli Eğitim Sisteminin patronu açık ara üniversiteye yerleştirme sınavlarıdır.
Merkezi sınavların uygulanmaya başladığı 1974 yılında itibaren Türk toplumunun eğitim algısı gerçeklikten kopmaktadır. Her bir yıl geçtikçe durum daha da kötüleşmektedir.
İnsanın gelişimine ve olgunlaşmasına odaklanan, becerileri de ölçüp destekleyen, başarıları biriktirip öğrenci gelişimi için kullanan bu ülkeye uygun üniversiteye yerleştirme sistemi tasarlanmadan gerçek bir eğitim reformundan bahsedilemez.
Haksız mıyım?
Prof. Dr. Atilla Arkan