Türkiye Gazetesi'nden değerli yazar Fuat Uğur geçenlerde komünizmin kurucusu Karl Marx hakkında yeni bir bilgi paylaştı. Okuyanlar şaşırdı. Yazıdan o kısmı aktaralım (01.12.2020):
"Bulunmaz Hint kumaşı. Çok kullanırız bu lafı. Oysa bir tarihi vardır.
1800'lü yıllar. Hindistan İngiltere sömürgesi. İngilizlerin gözü değerli Hint kumaşında. Yüz binlerce tezgâhta elle dokunan değerli kumaşlar pazarın sahibidir. Oysa majesteleri, Lancashire'da devreye soktuğu enerjiyle çalışan dokuma makinelerinin ürettiği ucuz İngiliz kumaşlarının pazarı ele geçirmesini istiyordu.
İngilizler bir formül buldu. Binlerce Hint dokumacının başparmaklarını kesti ve onları kumaş üretemez hâle getirdi. Böylece değerli Hint kumaşı, bulunmaz Hint kumaşı hâline geldi.
İngiliz emperyalizminin dünya durdukça unutulmayacak olan bu vahşetine komünizmin kurucusu Das Kapital'in yazarı Karl Marx, 25 Haziran 1853 tarihli New York Daily Tribune gazetesindeki köşe yazısında şöyle diyerek alkış tuttu:
'Hintli eğirici ve dokumacının her ikisini birden yok eden İngiliz müdahalesi, bu küçük yarı-barbar, yarı uygar toplulukların iktisadi temellerini dağıtmış ve böylece Asya'da o zamana dek görülmüş en büyük toplumsal devrimi meydana getirmiştir. Bize ne kadar korkunç gelse de İngiltere bu devrimi getirmekle tarihsel olarak devrimci bir işlev görmüştür.'
Sol ve sosyalizmin tarihindeki vahşet ve barbarlığın ilk tohumları da Marx tarafından böyle atıldı. Stalin'ler, Beria'lar, Pol Bot'lar, Mao'lar, Çavuşesku'lar, Enver Hoca'lar, Todor Jikov'lar bir sonuçtu."
Marx hakkındaki bu bilgi bazıları için elbette şaşırtıcı idi. Ancak onun hayatını bilenler Marx'ın çelişkilerle dolu, ibretli bir ömrü olduğunu bilirler. Hayatını yazdıklarının zıddını yapmakla geçirmiş olan Marx, adeta insanlıktan intikam alan bir Yahudi'ydi. Onun fikirlerinden yola çıkanların kurduğu komünist rejim sadece Rusya'da 15 milyon insanın canına mal olmuştur. Emek dostu zannedilen Marx gerçekte emek düşmanıydı ve ezilenler değil ezenlerden yana idi. Hayatını özetlemek istiyorum.
Karl Marx'ın hayatı
Karl Marx 1818'de Almanya'nın Rhein bölgesinde Trier'de doğdu. Babası zengin bir avukattı. Karl hem anne ve hem baba tarafından haham atalardan geliyordu, ama kendisi küçük bir çocukken bütün aile Hristiyanlığa dönmüştü.
Sosyalizmin babası Marx; ne yazmış, ne savunmuş ve neyi silâh yapmışsa, kendi hayatında onların hep aksini uygulamış; görüşü, hayatı ve davranışlarıyla çelişkiye düşmüştü.
Büyük sıkıntılar içerisinde yirmi yıl uğraşarak yazdığı komünistlerin el kitabı "Das Kapital"e, bizzat kendisi "Ekonomik Pislik" diyordu.
Ya proleterler... O, Marksistlerin uğruna savaştığı işçi-emekçi sınıfı... Marx onlardan "Eşekler" diye bahsederdi. Hem de her fırsatta. Üstelik proleterlere tepeden bakar, onları kaba saba el işçisi olarak görürdü... Öyle ki, tıpkı dostu Engels gibi, "Ne demokratik, ne kızıl, ne de komünist sınıf bizi hiç bir zaman sevmeyecek" derdi.
Burjuvadan ise nefret eder ve taraftarlarına da nefret etmelerini telkin ederdi. Ne var ki, gözünden monokl'ü (tek camlı gözlüğü) eksik olmaz, üstelik burjuva içinde yaşamaya bayılırdı. Görünüşü, kılığı kıyafeti gibi, ev eşyalarını da -rehinde olduğu zamanlarda bile- fakir evinden çok, burjuva gibi teşhir etmekte direnir, savunmasını yaptığı işçi sınıfından biri gibi görünmekten nefret ederdi.
Yahudi olduğu halde, Yahudilere sonsuz kin beslerdi. Belki de Yahudi soyundan gelmenin önüne çıkardığı engellere tepki olmak üzere, Yahudi aleyhtarı görünüyordu. Şu cümle ona ait: "İsrail'in kıskanç tanrısı paradır; o varken başka bir tanrı var olamaz..." Marx, rakiplerini, "Zenci Yahudi" veya "Briyantin ve ucuz mücevherler altında kendini gizleyen yağlı ve pis Yahudi" diye yazılarında aşağılamaktan bile geri kalmamıştır.
Marks, ahlakçılığı savunuyordu. Asil sınıftan son derece ahlâklı bir ailenin kızını istemiş, tam 5 yıl beklemişti. Yahudi dönmesi olduğu için kızı vermek istememişlerdi. Ama Marks'ın ahlâk görüşü, evinde iş yapan kadın hizmetçiden gayri-meşru çocuk sahibi olmasına izin verecek ve çocuğun kendisinin olduğunu inkâr edecek kısırlıktaydı.
Hep tertemiz bir dünyadan söz ederdi. Burjuvanın pisliklerinden arınmış, tertemiz bir dünya... Kendisi, söylediğinin aksine pornografi (müstehcen yayın) düşkünüydü. Pornografik ne kadar yayın varsa, hepsini ezbere bilmekle öğünürdü.
Dini, "batıl itikat" diye reddeder, ama "prenelogi" denilen birtakım saçma-sapan görüşlere inanırdı. (Prenelogi: İnsanın ruhunun kafatası şeklinde ortaya çıktığına inanan bir görüş.)
Ömrü boyunca kendi parasıyla yaşamaya alışmamış olan Marx, borç ve kredi aldığı dostlarına bir teşekkür bile etmediği gibi, herhangi bir sebepten dostlukları bozulduğu zaman, borçlarını ödemez, üstelik kendisine yardım edenleri de, akla gelmedik kötü sıfatlarla lekelerdi.
İnsanlığın kurtuluşundan söz ederdi durmadan. Ama yeryüzünde hiç bir kişi, hiç bir ünlü, Karl Marx kadar insanları küçümsememiş, insanlardan nefret etmemiştir. İçindeki bu kin ve nefreti de açıkça söylemekten hiç bir zaman çekinmemiştir.
Hegel'den felsefe aşırmıştı. Hâlbuki Hegel, materyalizmden yola çıkarak idealizme gidiyordu. Marx ise, felsefenin sadece maddeci temeline sahip çıkmıştı.
Dini reddediyordu. "Din afyondur", "bütün tanrılara kinim var" demekte ve "doğru, yanlış" değerlerini kabul etmeyip, her şeyin izafî olduğunu iddia etmekteydi. Manevî ve mukaddes kavramları reddederken, bunların yerine bazı mistik inançlarla taraftarlarını bağlamaktaydı. Diyalektik materyalizmi, her hadiseyi mücadele, çatışma ve çoğu kere de tesadüfler ile açıklamaktaydı.
Ekonomiyi iyi bilirdi. Bir takım ekonomik kehanetlerde bulunacak kadar bu konunun ustasıydı. Ama başkalarına tavsiye ettiği ekonomik kaidelerin bir tekini bile, kendi ailesinin düzeni için tatbik etmemişti. "Burjuva toplum, beni hiç bir zaman para doğuran bir makina haline getiremeyecektir" diyen K. Marx, bu görüşü sebebiyle ailesini sefaletten sefalete sürüklemiş, kundak ve hatta öldüklerinde tabut bile bulamadığı bir yığın çocuk dünyaya getirmekten geri kalmamıştır. Yedi yıl içinde dört çocuğu bakımsızlıktan ölmüştü. Bir fabrikatörün çocuğu olan Engels'in yardımı ve desteği ile yaşamış, hayatta kalan kızlarını da sosyalistlerle evlendirmişti. Bu üç kızdan ikisi intihar ile hayatlarına son verdiler. Bu çocuklardan en küçükleri de intihar etmişti. Ama o, ailesine bakmakla sorumlu olabileceğini hayatı boyunca düşünmemişti. Karısının, hemen her gün "Keşke ölsem de, çocuklarımın yanına gitsem" sözü, onu üzecek yerde öfkelendirirdi.
Karl Marx, sınıfının sekiz çalışkan öğrencisi arasındaydı ve oldukça da uslu sayılırdı. Gençliğinde, yâni lise sona kadar elinde bayrak sokaklara dökülmemişti. Babası, onu kendi gibi hukukçu olmak üzere Bonn'a gönderdikten sonra, Marx'ın hayatı değişiverdi. Ailesinin şerefini koruyacağına söz vererek aile ocağından ayrılan Marx, Bonn'da gece yarılarına kadar içki içip, etrafı rahatsız etmek suçundan gözaltına alındı. Bununla da kalmamıştı, babası ona cebini dolduracak kadar para gönderdiği halde, gırtlağına kadar borçlanmıştı. Babası oğluna borçlarını ödemesi için para gönderirken, onu şöyle uyarmıştı: "Bir daha kendini kötülüklere kaptırma".
Babasının bu ikazı boşunaydı. Çünkü Marx'ın asıl başıboş hayatı, daha sonra başlayacaktı. Evini geçindirecek parayı kazanmayı zül addeden, ama hayatında başka kimsenin yapamayacağı kadar insanları maddeten sömüren, eşyasını bir rehinciden öbürüne taşıyıp geçinecek para bulmaya çalışan, körkütük içen ve türlü çelişkilerle dünyayı aldatan Karl Marx'tan Londra'daki mezarının başında saygı duyan hayranları, mezarın içinden böyle bir hayâlin kalktığını görseler ne yaparlardı acaba?
Kehanetleri tutmadı
Marx, kurduğu teoride birçok kehanette bulundu, fakat bunların çoğu gerçekleşmedi. Kapitalist iktisadî düzeni ortadan kaldıracak olan ihtilâl, iddiasının aksine ileri derecede sanayileşmiş batı Avrupa ülkelerinde değil, ekonomisi çok geniş ölçüde ziraata dayanan Rusya'da vuku buldu. 1917'de Lenin'in liderliğinde ayaklanan Bolşevikler, gözlerini kırpmadan tam 15 milyon kişiyi katletti.
Sosyalizmin en yüksek safhası olan komünizmde "devlet ortadan kalkacak, zıt ideoloji ve menfaatlerle birlikte sınıflar ve bunların mücadelesi kaybolup her türlü üretim ve değer kendiliğinden dağılacaktır" diyordu. Fakat tatbikatta görüldü ki, komünizm tam bir devlet diktatörlüğü ve hiçbir hürriyetin olmadığı polis rejimiydi.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde Batı toplumlarının çoğunu saran ekonomik yıkımlar, Marksistlerin eskiden beri bekledikleri kapitalist sistemin çöküşü olarak görülmüştü. Bu yıkımların ardından komünizmin gelmesi beklenirken, tek bir Batı toplumunda bile komünist rejime geçiş olmadı. Tersine, bazıları faşizme sürüklendi.
Marx'ın bir başka yanılgısı, kendinden sonra aydın ve teknokrat bir sınıfın yetişeceğini ve bunların yönetimi eline alacaklarını tahmin edemeyişi olmuştur.
Marx, ilim ve tekniğin gelişmesi yolu ile tabiatın değerlendirilerek bütün sosyal sınıfların istifade edecekleri bir gelir artışına sebep olabileceğini hesaplayamamıştır. Bu şekilde sınıflar arası istismar, refah artışı ile önemini kaybetmiştir. Yine Marksizm'e göre hareketin kaynağı, maddenin kendisidir. Fakat ilim, hareketin kaynağının dışarıdan olması gerektiğini göstermiştir.
1980'li yıllara gelindiğinde başta komünizmin ilk kurulduğu Sovyetler Birliği olmak üzere bütün ülkelerde Marksizm'den vazgeçilmesi, Marksizm'in iflâsını ilan etmiştir.
Marx'ın fikirlerinin dünyada büyük bir taraftar kazanması, insan tabiatındaki hırs, kin ve şehvet gibi hissiyattan faydalanarak, ekonomik hadiseyi ve siyasî çalkantıları sınırsız bir şekilde istismar etmesinden kaynaklanmaktaydı. 13.9.1851'de Engels'e yazdığı bir mektubunda şöyle diyordu: "Türkleri komünal hayata sokmak mümkün değildir. Onları vatan sevgisinden, dinlerinden, âdet ve dillerinden koparmadan ihtilâle sürüklemek imkânsızdır."
Dinsiz, Maneviyatsız ve milliyetsiz toplum felsefesi; kindar, ihtilâlci metodu; tarihe karışmış iktisadî tahlil ve tezleri ile bilimdışı çürük bir nazariye olan ve 20. asırda olağanüstü derecede yobaz taraftarlarının elinde kan dökücü, ateist bir din haline gelen Marksizm'in kurucusu olan Marx, dünyayı aldatanların ilk sırasında yazılmaya lâyıktır.
Marx yargılanıyor!
Londra'da oluşturulan bir bilim adamları mahkemesi, geçtiğimiz yıllarda "insanlığa karşı işlediği suçlar" gerekçesiyle Karl Marx'ı sembolik olarak yargıladı. İnsanlığı sefalete, yıkımlara götüren, sadece Rusya'da 15 milyon insanın ölümüne sebep olan komünizmin kurucusu olan Karl Marx aynı zamanda karakter bozukluğuna da sahipti. Mahkemede, Marx'ın hayatında hiç işçi tanımadığı, babası, annesi ve öteki akrabalarından kalan mirası yiyerek geçindiği, metresleri olduğu, hizmetçilerini köle gibi çalıştırdığı, temizlikten ve yıkanmaktan hoşlanmadığı, kendi çocuklarına iyi muamele etmediği gibi savunduklarıyla taban tabana zıt gerçekler ortaya kondu. Savcı, iddianamede "Abartılmış bir yazar olduğunu, başkalarının düşüncelerini çaldığını" ileri sürerken "Marx, tarihin esrarını çözdüklerine inandırarak aydınları aldatmıştır" dedi. Duruşma sonrasında, Londra'daki hâkimler de, "Marx'ın insanlığa karşı suç işleme" iddiasını haklı buldu.
Evet, Marx'ın insanlığa karşı işlediği kötülükler giderek azalıyor. Artık o tarih müzesinde yerini almış, felâketleriyle anılan bir sahtekârdır...
KAYNAKLAR
1- Dünyayı Aldatan Adam. Karl Marx. Stern'den.
2- Felsefe Ansiklopedisi. Düşünürler Bölümü. Orhan Hançerlioğlu. Remzi K.
3- Filozoflar Ansiklopedisi. Cemil Sena. Remzi Y.
4- Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu. N. F. Kısakürek. Büyük Doğu Y.
5- Sosyoloji Tarihi. Prof. N. Ş. Kösemihal. Remzi Y.
6- Sahte Kahramanlar. Fehmi Koru. Zaman'dan.
7- Dünyayı Değiştiren Kitaplar. Robert B. Downs. Tur Y.
8- En Etkin 100. Michael H. Hart. Sabah K.
9- Felsefenin Öyküsü, Byrann Magee. Dost K.