(Son günlerde 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi üzerine eskiden TSK'nın başında bulunmuş bazı eski generallerce ortaya atılan iddialar dolayısiyle, o günlere yeniden dönmek gerekti:)
27 Mayıs Askerî Darbesi ve yargılamaların, idâmların, darbeci askerlerin ceberrut uygulamalarının baş savunucusu olmakla şöhret yapan (İkinci Adam) İsmet İnönü'nün başbakanlığı'nın, 1965 yılı bütçesinin Meclis tarafından reddedilmesiyle, İnönü Hükûmeti otomatik olarak iktidardan düşmüştü.
Ama, yeni hükûmeti kim kuracaktı? Başbakan'ın TBMM üyesi olması şartı vardı. Adalet Partisi'nin Gn. Başkanı olan Demirel, henüz m.vekili değildi. Demirel'in, C. Başkanlığı kontenjanı'ndan senatör olarak gösterilmesi mümkündü, ama, o da senatörlerin 40 yaşından küçük olmaması şeklindeki Anayasa şartı yüzünden olamıyordu. -Henüz 39 yaşında olan Demirel'in senatör de olamadığında, başbakan olamaması hasebiyle- o şartları haiz Suad Hayri Ürgüplü başbakan yapılmıştı.
Suad Hayri Ürgüplü, Ekim-1965'te yapılacak seçimlere kadar 8-9 ay için başbakanlığa getiriliyordu. Suad Hayri Ürgüplü, tecrübeli, ağırbaşlı bir devlet adamı olarak biliniyordu ve ayrıca, 2. Meşrutiyet yıllarında Şeyhulislâm olan Hayri Efendi'nin de oğlu idi. (Ürgüplü, daha sonraki yıllarda yayınlanan 'hâtırat'ında, 27 Mayıs Darbesi'nden birkaç ay önce Amerika'ya bir resmî heyet olarak gittiklerini ve Amerika'daki muhatabları olan başkan'ın -Temsilciler Meclisi çoğunluk lideri olsa gerek- kendilerine, 'Biz sizin için gelecekte neyi , nasıl yapacağınız hakkında bir program hazırladık..' dediğini ve o zaman bir askerî darbenin yaklaşmakta olduğunu hissettiğini yazmıştır.
Bu bilgiye de şaşmamak gerekir.
Çünkü, 27 Mayıs Darbesi'nden 2-3 ay öncelerde, dönemin muhalefet lideri olan İsmet İnönü, 'Şartlar gerçekleşirse, ihtilâl meşrû' olur; o zaman sizi ben de kurtaramam!' diyecek kadar, ordu içindeki darbecilerin daha bir iştahlandırıyor, cesaretlendiriyordu.
*
Bu geçmişi şunun için hatırlatıyorum:
Eski Gen. Kurmay Başkanları'ndan em. General İlker Başbuğ, son günlerde, Ocak-2021'in ilk günlerinde Cumhuriyet gazetesine verdiği bir mülâkatta, 'Eğer Adnan Menderes, erken seçim kararı alsaydı, 27 Mayıs önlenebilirdi..' diyor ve bu görüşünü Amerikan Gizli İstihbarat Teşkilatı 'CIA'in o zamanki Başkanı'nın görüşüne dayandırıyor ve böylece, son zamanlarda 'muhalefet'in erken seçim taleplerine, tarihten bir meş'ûm örnek hatırlatarak, dolaylı bir destek vermiş ve darabeci mantıklara olumlu bir bakış açısı kazandırmaya çalışıyordu. Çünkü, bu emekli generale, bir eski Genelkurmay Başkanı'na göre, bir iktidar, birtakım güç odaklarının erken seçim isteklerine boyun eğmezse, kötü bir iş yapmış olur ve onu bir askerî darbe ile devirmek ise, çok iyi bir eylemdir!
Evet, gerçekte ise, İlker Başbuğ, böylece, darbeleri ve darbecileri mâzur göstermiş oluyordu. Kaldı ki, Menderes'in son girdiği ve kazandığı seçim 1957 yılında yapılmıştı. Yani, zamanında bir genel seçim için sadece 1 yıl kalmıştı. O halde, erken seçim kararı alınmış olsaydı bile, 8-9 aydan önce seçim yapılamayacağına göre, öyle bir erken seçim'in mantığı da yoktu..
Burada, Suad Hayri Ürgüplü'nün hâtırâtında naklettiği bilgiyi bir daha hatırlayabiliriz.
*
Bu konuya, bugünle de ilgili olduğundan, bu kadarca değinmiş olalım. Ama, 27 Mayıs İhtilali'nin iç-muhalefetin, İsmet İnönü'nün ve kemalist anlayıştaki çevrelerin felâket tellâllığı yaparcasına her şeyin mahvolduğu gibi şiddetli ve viran edici bir siyaset tarzından kaynaklandığı hususu..
Ama, bunun dışında bir de dış siyasetin getirdiği etkenler var..
Hatırlayalım ki, 1959 yılında bir Amerikan casus uçağı Rusya üzerine 20 bin metre üzerinde uçarken, düşürülmüş ve pilotu da canlı olarak ele geçirilmişti.
Sonra anlaşıldı ki, bu uçak, Adana- İncirlik'ten eğitim uçuşu yapmak adına kalkmıştı. Ama, Türkiye'nin haberi yoktu, ayrı bir ülkenin, hem de Sovyet Rusya gibi bir ülkenin hava sahasında casusluk yapan bir uçağın Türkiye'den kalkmış olmasından dolayı, Adnan Menderes'in Sovyet Rusya lideri Nikita Kruşçef karşısında güç duruma düştüğü, mahcubiyet duyduğu anlaşılabilir bir durum.. Ama, Sovyetlerden gelen bir ültimatoma cevap mahcubiyetle verilmemesi gerekir.
Ama, nasıl?..
Adnan Menderes, bu işin zıdlaşma yoluyla değil, özür de dilemeden; Sovyet Rusya'yla bir açılım siyaseti izleyerek ve de Amerika'nın yaptıklarına karşı rahatsızlığını dolayı olarak dile getirip, Amerika'ya karşı bir reddiye geliştirmek niyetini ortaya koymak istiyor. Ve gerekli zemin hazırlandıktan sonra, Adnan Menderes, Moskova'ya bir resmî gezi yapmayı planlıyor. Ama, Amerika'dan habersiz-izinsiz ve belki de gizlice..
Adnan Menderes, eğer 27 Mayıs Darbesi olmasaydı, 26 Haziran 1960 günü, Sovyet Rusya'ya gidecekti ve bu ziyaret, Amerikan emperyalizmini rahatsız etmişti. Çünkü, kendilerinden izin alınmadan gidiliyordu.
Kapitalist emperyalizm ile Komünist emperyalizmin iki aslî temsilcisi olan Amerika ile Sovyet Rusya arasındaki Soğuk Savaş'ın bütün şiddetiyle ve hele de propaganda ve psikolojik savaş alanında devam ettiği bir sırada; Amerikan emperyalizmi, NATO dolayısiyle de kendisine sıkı sıkıya bağlı olan Türkiye'de, Başvekil Adnan Menderes'in, Amerika'ya bilgi vermeden Rusya seyahatine karar vermesine seyirci kalamazdı.
Adnan Menderes'in, Amerika'nın istemediği anlaşmalara imza atması ihtimali vardı, Moskova'da..
Hattâ, 1956- Süveyş Savaşı'nda, o zamana kadar, 1867'de açılışından itibaren 90 yıldır, İngiltere ve Fransa'nın elinde olan Süveyş Kanalı'nın, -Mısır'ın o zamanlar oldukça karizmatik olan ve bütün Arab dünyasını derinden etkileyen lideri- Cemâl Abdunnâsır tarafından devletleştirilmesi üzerine, İngiltere, Fransa ve İsrail, üçü birden, Mısır'a âniden saldırmışlar ve ilkokullar bile bombardıman edilmiş ve Mısır oldukça güç duruma düşmüşken; Amerika ve Sovyet Rusya, her ikisi de Mısır'a saldırının derhal durdurulmaması halinde, bu üç saldırgana karşı askerî harekâta geçeceklerini hatırlatmaları üzerine savaş durmuştu.
Ama, bu müdahaleden sonra Amerika, Nâsır'ın kendilerine yaklaşacağını umarken; o, Sovyet Rusya tarafına yatıvermişti. Bu durum Amerika'da hayal kırıklığı meydana getirdiğinden ve Sovyet Rusya, Ortadoğu'da güçlenmek açısından, Arab dünyasının merkezi sayılan Mısır gibi bir ülkeyi kaybetmiş olmanın acısından sonra, bir de Türkiye'yi kaybetmek tehlikesiyle karşılaşmak istemiyordu.
Amerika, Nâsır'dan sonra, karşılarına şimdi bir de Adnan Menderes Türkiyesi'nin Sovyet Rusya'ya yaklaşması ve Amerika'yı Ortadoğu'da zayıf duruma düşürmesi ihtimali olduğu için, içerdeki darbecilerle irtibat halindeydi. Esasen, darbeciler de, NATO ittifakı dolayısiyle, NATO ve onun beyni durumunda olan Amerika'nın bilgisi olmadan bir askerî darbe yapmanın mümkün olmadığını biliyorlardı.
Nitekim, 27 Mayıs Darbesi'nin açıklandığı ilk saatlerde, darbenin güçlü albayı olarak nitelenen Alpaslan Türkeş, 'NATO'ya, CENTO'ya ve diğer milletlerarası andlaşmalara bağlıyız..' taahhüdünü açıklıyordu, dünyaya.. Çünkü bütün askerî harekât ve hattâ kadroların bile Amerika tarafından yakından takib edildiği biliniyordu.
12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi'nin de, Amerika'nın Avrupa'daki kuvvetlerinin ve NATO'nun başkomutanı Alexander Haig tarafından dönemin Amerikan Başkanı J. Carter'a, 'Türkiye'de bizim çocuklar başardı..' diye Kenan Evren Darbesini muştulaması aynı çerçeve içinde değerlendirilmelidir.
(Yine hatırlayalım, 1988'lerde, Turgut Özal, Genelkurmay başkanı olması beklenen bir generali, Org. Füsunoğlu'nu değil de, bir başkasını, Torumtay'ı Gen. Kur. Başkanlığı'na getirdiğinde, gururla, 'askerin kendi içinde planladığı şekilde değil, kendi irademizle düzenleme yapmış bulunuyoruz..' dediğinde, muhalefet partilerinden birinin (MDP'nin) başında olan em. Org. Turgut Sunalp, 'Sayın Özal, bana Torumtay'ın geleceğin Genelkurmay Başkanı olacağını eski bir Amerikalı general dostum, -ki, hâlen Amerika'da senatördür- aylarca önce söylemişti..' diye itiraz etmişti, Özal'a..
Ama, bu sözlere, Özal'dan önce, o zaman bir diğer muhalefet lideri olan Demirel itiraz etmiş ve 'Turgut Paşa, ayıp oluyor.. Böyle şeyler konuşulur mu? Eğer bunlar anlatılmaya başlanırsa, altında hepimiz kalırız!' deyivermişti.
Bunu, NATO üyesi olması hasebiyle, TSK içindeki rütbe ve vazifelendirmelerin NATO'nun bilgisi dışında olmayabileceğinin asla unutulmaması için tekrarlıyorum. Nitekim, 15 Temmuz 2016 'daki Darbe Hıyaneti'nden sonra, 200'e yakın general ve binlerce subay ve astsubay TSK'dan ihraç edilince, Amerikan makamları, TSK için 'Ne güzel işbirliği yaptığımız seçkin subayların herbirisi, atıldılar, TSK bizimle işbirliği yapma kabiliyetini büyük çapta kaybetti..' gibi açıklamalar yapmamış mıydı..)
Ve.. Adnan Menderes'in düzmece bir mahkemede yargılandıktan sonra asılarak öldürülmesi karşısında, Amerika'nın ve NATO dünyasının, çok basit bir tepki bile göstermemesi ve en fazlasının, 'Üzüldük..' demekle yetinmesi, kapitalist emperyalizminin şeflerine danışmaksızın, onlardan izin almaksızın, komünist blokla görüşmeye gitmek kararı alan Adnan Menderes'e duyulan hıncın kaçınılmaz sonucuydu.
Kaldı ki, İngiltere de, Ankara'daki Büyükelçisi'nin İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na, Türkiye'de bir askerî darbe olacağına dair bilginin, o darbeden iki ay kadar öncesinden bildirildiğine dair belgeleri aradan uzun yıllar geçtikten sonra açıklamıştı.
Bu tesbitler bugün bazılarına ciddî bile gözükmeyebilir. Ama, unutmayalım ki, 1996 yılı ortasında Necmeddin Erbakan, Türkiye Başbakanı olduğu zaman, ilk resmî gezisini, Amerika'nın karşı çıkmasına rağmen, İran'a yapmıştı ve Amerikan resmî çevreleri bunu 'not ettikleri'ni açıkça ifade etmişlerdi ve birkaç ay sonra da, 28 Şubat 1997 Askerî Darbesi - bir askerî muhtıra havasında- sahnelenmiş ve o dönemin en ele avuca sığmaz generallerinden olan çevik birisi, hem de Erbakan Hükûmeti'nin yıldız bakanlarından diye anılan Abdullah Gül'ün Amerika'da, USA DışBakanı 'Madelein Albright'le görüşme yaptığı sırada, TC. heyetinde bulunan o sözkonusu general , Albright'a hitaben, 'Ben ve arkadaşlarım, bu hükûmeti değiştirmeye kararlayız..' diyerek cüretkârlaştırdığı zaman, Albright'ın, 'Aman, dikkatli olun ve hedefinizi Meclis aritmetiğini değiştirerek gerçekleştirmeye çalışınız..' deyişi unutulmamalıdır. Aynen de oldu, TSK'nın muhtıra dayatmasından sonra, Erbakan'la koalisyon hükümeti kurmuş olan Tansu Çiller liderliğindeki DYP'den m.vekillerinin Genelkurmay'a çağrılıp , özel yöntemlerle 50'sinin istifa ettirilmesiyle Hükûmet Meclis'deki ekseriyetini yitirmek noktasına gelmiş ve tam o sırada, Refah-Yol Hükümeti'nin Meclis'de azınlık durumuna düşmemesi için BBP lideri (merhûm) Muhsin Yazıcıoğlu'nun kararıyla, 7 m.vekili, Erbakan Hükûmeti'nin düşmesine engel olmaya çalışmış; ama, C. Başkanı Demirel, o zaman da, 'Hükûmetleri Meclis'te ayakta tutan sayısal ağırlık değil, siyasî ağırlıktır..' diyerek, Erbakan- Çiller Hükûmeti'nin artık siyasal ağırlığının olmadığını ileri sürmüş ve 1-2 denemeden sonra Demirel, başbakanlığı Ecevit'e vererek Meclis aritmetiğine uygun bir yöntemle askerî muhtıranın hedefi gerçekleştirilmişti.
Bugün de, Erdoğan Hükûmeti'nin, Türkiye hava sahasının savunmasındaki za'fiyet ve boşluğu gidermek için Amerikan istediği hava savunma sistemlerini alamayınca, Rusya'dan S-400 füzelerini alması karşısında, Amerikan emperyalizminin Türkiye aleyhine yaptırımlar uygulamaya kalkışması ve NATO'da müttefiki olduğu Türkiye'yi, hele de 'Erdoğan Türkiyesi'ni resmen 'düşman ülke' olarak nitelemesi, hep aynı eski Amerikan dayatmacılığının çok açık bir örneğini oluşturmaktadır.
*
(Devam edeceğiz, inşaallah..)
Selahaddin E. Çakırgil