(Hareket-ul'Muqavemet-ul'İslâmiyye / İslâmî Direniş Hareketi)' HAMAS'ın, 7 Ekim 2023 günü sadece siyonist İsrail rejimini değil, bütün dünyayı da adeta şoke etmesi ve Siyonist Haydutlar Çetesi durumundaki -bütünüyle işgal ve gasb üzerine kurulu- İsrail rejiminin bütün savunma hesap ve planlarının, 75 yıldır işgal altında yaşayan Filistin Müslümanlarının Gazze'deki yiğit evlatlarınca tarumar edilmesiyle başlayan yeni bir tarih dönemi yaşıyoruz..
Evet, 75 yıldır bütün yerleri-yurtları zorbalarca ve emperyalist güçlerin 'kondurması' olan siyonist Yahudilerce gasb ve işgal edilen Filistin topraklarının yiğit evlatları, zencirlerini kırıp, en olmaz sanılan bir direnişi sergileyince, Amerikan emperyalizmi, herkesten önce bölgeye onlarca savaş uçakları ve binlerce tonluk en gelişmiş silahları taşıyan iki uçak gemisiyle hemen Doğu Akdeniz'e gelip, 'Biz biriz, birlikteyiz ve buradan gitmeyeceğiz.. 7 Ekim 2023 saldırılarını yapan odakları yok edeceğiz. Bu duruma müdahale eden olursa, onlar da hedef olacaktır.' diyen Amerikan Başkanı J. Biden'ın o zorbaca meydan okuyuşuyla yetinmeyip; daha sonra dile getirdiği müthiş bir itiraf çapındaki sözlerine nedense fazla değinilmedi dünyada da, bizde de.. Yoksa sık sık yaptığı gibi ileri derecede yaşlılıkla izah edilen mırıldanmak şeklindeki sözlerin kabullenilmesinin daha bir problem olacağından mı endişe ediliyordu. Biden'ın sözleri ne miydi?
Biden, 18 Ekim 2023 günü yaptığı açıklamada, 'Burada İsrail diye bir devlet kurulmamış olsaydı bile biz burada böyle bir devleti yine icâd ederdik.. ' diyerek asıl hedefin, Müslüman coğrafyalarının kalbi mesâbesinde olan bu coğrafyalara sapladıkları zehirli hançeri burada hep korumak kararlılığında olduklarını açıklıyordu.
Biden, bu lafları ederken 'Ben evet, bir Katolik'im, ama, bu, benim siyonist olmama engel değildir..' demeyi de bilhassa belirtiyordu. Biden'ın Dışişleri Bakanı Anthoni Blinken ise Tel-Aviv'e geldiğinde ilk açıklaması, 'Buraya sadece Amerikan Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak geliyorum..' diyordu.. Evet, sadece bir Amerikan Dışbakanı olarak değil, bir Yahudi olarak.. Ve Biden ve Blinken ve benzerlerinin, 'İsrail'in kendisini savunma hakkı vardır ve bu hakkını kullanırken, gerekli gördüğü HER ŞEY'i yapmak da hakkıdır..' demelerine şaşırmamalı..
Bu beyanlar her şeyi açıklamaya yeterken Biden ve Blinken ve benzerlerinin, 'İsrail'in kendisini savunma hakkı vardır ve bu hakkını kullanırken, gerekli gördüğü HER ŞEY'i yapmak da hakkıdır..' derken, Müslüman halklar arasında ve dünyanın bir çok yerlerinde, hâlâ, dünyadaki mevcud hukuk düzeninden bir şeyler beklenmesi abesle iştigal değil midir?
Gerçi, Hollanda'nın Den Haag / Lahey şehrindeki Uluslararası Adalet Divanı'na, Güney Afrika tarafından İsrail rejimi aleyhinde, savaş suçları işlediğine dair yaptığı şikayet, hiçbir netice vermese bile onları kendi mantıklarınca tutarsız, çelişkili veya çifte standartlı duruma düşürürse, o da bir faydadır. Ancak bu yargılamaların sonunda verilecek kararın bir müeyyidesi, yaptırım gücü yoktur. Hatırlayalım, Rusya lideri Putin'in Ukrayna'da savaş suçu işlediğine dair Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından suçlu bulunup Rusya dışına çıktığında tutuklanması konusunda verilen kararları uygulamayacağını söyleyen birçok ülkenin açıklamaları, bu kararın yaptırım gücünün olmadığını bir daha göstermiştir.
Hatırlayalım, dünyadaki hukuk anlayışının özünde, 1945'de Hiroşima'ya ilk Atom Bombası'nın atılmasıyla kurulan yeni dünya düzeninin dayatmaları ve o zorbaca dayatmalara uygun olarak oluşturulan 'Nükleer Çağ Hukuku' gerçeği, insanlığa bir deli gömleği gibi giydirildi... Bugün de yeryüzünde sözü edilen hukuk, zorbalığın dayatmasından başka bir şey değildir. Ama, biz Müslümanlar, insanlığa , gerçek mânada bir Hak ve Hukuk anlayışının zorbalıklara değil, insanlığı gerçekten kurtaracak ilâhî hükümlere göre oluşturulması meş'alesini yükseltmek zorundayız.. Yani hayatı, sahi olunan güce, fiilî duruma göre -2 500 yıl öncelerdeki Roma Hukuku'ndan beri tarif edilen (de facto) duruma göre değil; sosyal hayatın hak/hukuk, '(de jure) anlayışına göre şekillendirmek zarureti..
*
Ama bugün, Amerikası, AB ve Rusyası ve onların Müslüman coğrafyalarına sapladıkları zehirli hançer durumundaki İsrail'i ve diğer kuklalarıyla insanlığa uluslararası hukuk diye dayatılan ölçü, ancak zorba güçlerin anlayışlarına uygun olduğu müddetçe itibar görür.
Nitekim dünya çapında artan 'ateş-kes' çağrılarına kulak tıkayan Netanyahu, Gazze'ye saldırılarının 100'üncü günü dolayısıyla yaptığı konuşmada, 'Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'nda görülen soykırım davasından çıkacak kararı tanımayabileceklerini, İsrail'in çatışmaları durdurma yönündeki çağrıları göz ardı edeceğini ve potansiyel olarak baskıyı arttıracağını açıkça belirtti. Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı'nda (UAD) devam eden 'soykırım dâvası'nın "kendilerini durdurmayacağını" söyledi.
"Kimse bizi durduramayacak; ne Lahey, ne de başka hiç kimse" ifadelerini kullanan Netanyahu, İsrail'e yönelik 'soykırım suçlaması'nın "ulusların tarihindeki ahlâkî bir düşüklük" olarak bile nitelendirdi.
*
'Zencirlerini kıran HAMAS mücahidleri'nin 7 Ekim'deki, 'Aqsâ Tufanı' adını verdikleri muhteşem direnişleri karşısında çılgına dönen İsrail isimli 'siyonist haydutlar ve barbarlar çetesi'nin başta Netanyahu olmak üzere sorumluları, Gazze'nin dümdüz edileceğini ve 1 haftada ezilip geçileceğini söylüyorlardı...
Esasen sionist İsrail başbakanı Netenyahu'nun, geçmişten beri hesabı uzun vâdeli idi. Bunu taa 2001'lerdeki bir video kaydından da görmek mümkün.. Daha o zamanlarda,
'*Asıl yapılması gereken, onları (Filistinlileri) sürekli vurmak.. Üç-beş kere değil.. Sürekli vurmak, acı çektirmek..
Öyle bir bedel ödemeliler ki yaralarını asla saramamalılar.. (…) Filistin Yönetimi'ne her şeylerini yerle bir edecek topyekûn bir saldırı..
-Böyle yaptığımızda dünya bizi suçlamaz mı?
*Dünya, kendimizi savunduğumuzdan başka hiçbir şey söyleyemez..
-Dünyanın tepkisinden korkmuyor musun?
Hayır, korkmuyorum.. Özellikle Amerika'yı çok iyi tanırım. Amerika'yı kolayca istediğin tarafa çekebilirsin.. Amerikalılar bize hiçbir zorluk çıkarmayacaklar.. Amerikan toplumunun yüzde 80'i bizi destekliyor zâten..'
Evet, sadist ruhlu böyle birisi, hattâ Adolf Hitler'e nisbet olunan 'dejenere psikopat' bir tip var karşımızda..
Hz. Mûsa şeriati adına çağdaş firavunluk sergiliyor..
*Bu videonun türkçe tercümeli asıl metninin linkini buraya yazıyorum: (https://x.com/yenisafak/status/1715462505256927559?t=LH3XZTYg1zrHanRmDUp8YA&s=08)
*
Ama, şimdi meselenin sadece İsrail rejimi de olmadığı, Amerikan Başkanı Biden'ın 'İsrail diye bir devlet olmasaydı bile, biz bu bölgede böyle bir başka devleti yine icad ederdik..' sözlerinden biz Müslümanların muhatabının Amerikan emperyalizminin ve bütünüyle 'Hristiyan- Yahudi Medeniyeti' diye isimlendirilen emperial dünyanın tahakkümü olduğu daha bir açık..
Bu yaklaşım bize yabancı değil.. Çünkü 11 Eylûl 2001'de Amerika kendi iç güvenlik zaafları sonunda meydana gelen ve New York'da, 'Dünya Ticaret Merkezi' diye anılan 120 katlı 'İkiz Kuleler'in yolcu uçaklarının çarptırılması yoluyla yıkılması ve 3500'ü aşkın insanın ölmesine yol açan dünya çapındaki büyük şok üzerine, o dönemin Amerikan Başkanı G. W. Bush, Afganistan ve Irak'a karşı giriştikleri askerî saldırıları 'Haçlı Seferi' (The Crusades) olarak isimlendirirken uluslararası medya imparatorluğu da 'Islamofobia/ İslam korkusunu dünya efkâr-ı umûmiyesine, kamuoyuna şırınga ediyordu. Bu açıdan, Bush ile kendisinden 20 sene sonralardaki halefi Biden arasında bir fark yoktu..
*
Ve Bush Amerikası, 2000'li yılların başında Afganistan'ı ve Irak'ı yerle bir edip, her iki Müslüman ülkesinde yüz binlerce sivil insanı bombardımanlar altında katlederken, Bush'dan 20 sene sonralarda, Biden da 7 Ekim'deki şanlı direnişe cevaben, kendilerinin Doğu Akdeniz'deki uzantısı ve yapışık kardeşi durumundaki Siyonist İsrail'i, Gazze'yi yerle bir etmeye cesaretlendiriyordu.
Gazze'nin en alçakça yöntemlerle ve 2,5 milyon insanı kuzeyden güneye, güneyden kuzeye, 'güvenli bölge' yalanlarıyla ve bombardımanlardan korumak adına perişan ederken.. Ağır bombardımanlarla Gazze Şeridi'nin bütün yerleşim birimlerini, hastahaneleri, -onlarca cami ve birkaç aded de Kilise olmak üzere- mâbedleri, binlerce binaları, iş yerlerini, hattâ halkın ekmeğini pişirecek fırınları bile yok etmesi, bir 'soykırım' sözüyle bile geçiştirilemeyecek bir 'insanlık kıyımı'dır.
Çünkü, karşısında bir ordu ve devlet yoktu..
Ama daha acısı şu ki dünya üzerinde, 2 milyarlık dev bir kitle olan Müslüman halklar, bütün dünyadaki sayıları 25 milyon kadar olan Yahudiler adına en barbarca cinayetleri işleyen İsrail rejimi karşısında, Amerikan emperyalizminin, İsrail rejiminin her ne yaparsa yapsın kayıtsız -şartsız destekleyeceği açıklamalarına da bir çare geliştiremedi. Çünkü Amerikan emperyalizmi, siyonist İsrail aleyhine olacak şekilde, duruma müdahale olursa Doğu Akdeniz'e getirdikleri uçak gemilerini ve savaş uçaklarını bölgeye laf olsun' diye getirmediklerini de anlatıyordu.
Bu zorbaca meydan okumaya karşı, doğrudur ki çare olarak dünya Müslümanlarının bir bütün olarak bir tepki ortaya koymalarını beklemek hayal olurdu.. Ama, en azından Amerikan emperyalizminin NATO, AB ve siyonist İsrail ortak cephesinin karşısına meselâ Mısır, İran ,Türkiye ve Pakistan gibi birkaç ülkenin birlikte hareket edeceklerini açıklamaları bile aralarındaki iç ihtilaflarını bir kenara bırakıp o zorbaca meydan okumaya karşılık verip, 'Biz buradayız..' demeleri, ortaya vakûr bir mukabil meydan okuma tepkisi ortaya çıkarmaz mıydı? Kaldı ki Amerikan emperyalizminin en büyük korkusu, baş eğdirdiği Müslüman coğrafyalarının istikrarsızlığa düşmesinden endişe etmek adına, o coğrafyalarda geleceği meçhul ülkeler gelişmelerin kendilerine, karanlık yarınları çağrıştırdığının işaretlerini vermiş oluyorlardı.
Bu cümleden olmak üzere, 11 Ocak tarihli TIME dergisinde, 'İsrail'in, Üç Aydaki Hamas Savaşı'ndan Acı Dersler' başlıklı yorumda, -özetle- şöyle deniliyordu:
'..Gazze'yi harap etmeye devam eden üç aylık ve şimdiye kadar eşi-benzeri olmayan bir Orta-Doğu savaşından öğrenilecek dersler nelerdir?'
İlk ders, İsrail'in savaşı bütün bu cephelerde aynı anda yürütme becerisinin zor olduğudur.
Bu, İsrail liderlerinin bütün askerî meydan okumaları püskürtebildiğine dair övünmeleriyle keskin bir tezad oluşturuyor. (…)
(…) İsrail, 90 günü aşkın süredir Gazze'de zafere ulaşamadı; Hamas'ın tamamen ortadan kaldırılması, görünüşte imkânsız bir hedef. (…)
Biden'ın korktuğu türden bir bölgesel istikrarsızlık.
Orta Doğulu yorumcuların (…) ifade ettiği gibi, hem ABD, hem de İsrail zayıf ve savunmasız görünüyor. Hâlâ öğrenilecek daha çok ders var ve bunların acı dersler olması muhtemel..(…)'
Bunun için denilebilir ki Amerikan Başkanı Biden'ın, iki uçak gemisini Doğu Akdeniz'e getirip İsrail'i, her ne olursa olsun sonuna kadar destekleyeceklerine dair, 'Biz buradayız, biriz ve bir yere de gitmeyeceğiz..' şeklindeki sözleri, bölgenin birkaç güçlü ülkesinin, 'Biz de biriz ve buradayız' demeleriyle bir blöf durumuna düşürülebilirdi.. Evet, böyle bir mukabil meydan okuyuş elbette çok risklidir, ama, böyle durumlarda, inisiyatifi veya yuları, emperial güçlere tamamen kaptırmamak gerekçesinden bahsedildiğinde, bütün çarelerin tükenmediği de anlaşılabilir.
Ama İslâm Milleti, bugün başsız bir büyük kalabalık.. Çözüm bu zaafı gidermekte..
Müslüman dünyasında… Evet, bütün Müslüman halklar; 'Yahu, bu kadar Müslüman devlet var, niye seyirci kalınıyor, bu korkunç barbarlığa?' diye yakınıyorlar.
Zâhiren haklı sayılabilirler. Ama biraz düşünülse hastalığın kaynağına ulaşılır ve ilaç da ona göre hazırlanır..
Burada tarihî bir vakıadan söz edelim..
Bilindiği üzere, Kur'an üzerindeki çalışmalarıyla bilinen (merhûm) Muhammed Esed, aslında ilk ismi Leopold Weiss olan bir Yahudi idi ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı diyarlarında gazetecilik yapıyordu.
Bir gün Kuzey Afrika'daki Senusîlik Tarikatı'nın şeyhi Büyük Senusî ile karşılaşır ve ona; 'İtalyanlar 1912'de, en modern silâhlarla Bingazi sahillerine çıktıklarında, siz, hemen binlerce müridinizle atlarınıza binip, kılıç ve kargılarla saldırıya geçtiniz.. Halbuki, sizin silahlarınızın yetersizliği ortadaydı. Gerçi düşmanın sahillerden ileri geçmesini engellediniz ama çok kurban da verdiniz. Bunu düşünemediniz mi?' diye sorar..
O sözler üzerine, Şeyh Senusî; 'İstanbul'da Halife, Cihad ilân ettikten sonra bizim burada cihada katılmak için güçlerimizin hesabını yapmamız alçaklık olurdu' der.
Evet, bugün Müslüman halkların hemen her kesiminde aynı yakıcı sual, 'Yahu, küçücük İsrail' in bu barbarlığına karşı, 2 milyara yakın Müslüman dünyası niçin seyirci? ' şeklinde soruluyor.
Niçin mi?
Bir 'cihad çağrısı' yapıldığında, her Müslüman'ın şer'î sorumluluğuna göre hareket etmesini sağlayacak bir mekanizmamız bugün yok da onun için..
Evet, biz Müslümanlar bugün 2 milyarlık dev bir kalabalığız.. 'Kalabalığız' diyorum çünkü başsızız!. Çünkü elimizdeki ve şer'ân hepimizi bağlayan o 'büyük' güç merkezimiz de 'Lozan Andlaşması' ve devamında, havaya uçuruldu.
Çare bugün de kalb, beyin ve el birliği içinde olabilmekte..
Unutmayalım ki bizim parça-parça olduğumuzu bilen Amerikan emperyalizmi, hemen uçak gemilerini getirdi Doğu Akdeniz'e.. Kendisinin 75 yıldır, 52. Eyaleti durumundaki İsrail isimli haydutlar çetesini, 2,5 milyonluk savunmasız Müslüman Gazze üzerine saldırtarak, korkaklara mahsus 'büyük ve sahte bir kahramanlık' sergiletmek istiyor; bütün müttefikleriyle birlikte.. Yani Yahudileri 2 bin yıl boyunca lânetli bilen Hristiyan dünyası, onlarla birleşti, ama Müslümanlar, içimizdeki emperyalist kuklalarının, laiklerin 100 yıllık bayatlamış yalanlarıyla uyutuluyorlar hâlâ...
Hatırlayalım 'Dede Korkut Masalları'ndan birinde, Dede Korkut, 7 çocuğunu çağırır ve yanındaki 7 çubuğu birer-birer kırar.
Sonra 7 çubuğun bağlı olduğu bir desteyi alıp kırmaya çalışır ama kıramaz. Sonra da der ki: 'Ayrı ayrı olursanız, düşmanlarınız tarafından işte böyle kırılırsınız.. Ama, birlikte olursanız, kırılmazsınız..'
*
Bu çarelerin başında da bütün Müslüman halkları ve onların başındaki rejimleri İslam hukuku / şeriati adına, kendi emri altında tutabilecek bir başkanlık kurumu oluşturulamasa bile en azından Avrupa Birliği gibi bir 'religio-politik ve stratejik' birlik oluşturulması imkânsız değildir.. 1960-65'lerde gelecekte kurulacağından söz edilen Avrupa Birliği'nin dış politika, savunma, ekonomi, para birliği ve üye ülkelerin vatandaşlarının AB içinde vizesiz seyahatleri gibi konular konuşulurken bu sözler bizim gençliğimize hayal gibi geliyordu. Ama 2000'li yılların başında bütün bunlar gerçekleştirildi..
Müslüman ülkeler de en azından bugün için, bir 'Müslüman Ülkeler Konfederasyonu' halinde uluslararası hukuktaki kimliklerini korumak şartıyla daha büyük bir beraberlik oluşturabilirler değil, oluşturmalıdırlar..
1920'lerde bütün Müslümanların dünya çapındaki siyasî irade birliğini temsil eden Hilafet kurumunun birkaç sene sonra buharlaştırılacağı, yok edileceği söylenseydi, Müslümanların hemen tamamı, böyle bir ihtimale ciddiyet pâyesi verilmesine bile karşı çıkarlardı. Ama birkaç sene sonra o meş'ûm ihtimal bir takım emperial telkin ve dayatmalarla ve bazı esrarengiz ellerin maharetiyle gerçekleştirildi.. Bugün de o çözülmeyi ters yüz edecek cihanşumûl bir İslamî uyanışla nice hayaller de gerçekleştirilebilir..
Evet, emperyalist dünyanın 'tek cephe' halinde tezgâhladığı Gazze Trajedisi'ni ve onun karşısında bütün Müslüman toplumlar da kendi başlarındaki devletlerin çaresizliklerini derin üzüntüyle temaşâ ediyorlar.
Bu hikâye yeni değil.. 100 yıllık bir geçmişten beri hep böyle..
Özellikle de Osmanlı'nın parçalanması ve 30 yıl sonra da İsrail denilen 'hançer'in Müslüman coğrafyalarının sinesine saplanmasından beri bu daha bir böyle..
1967 Haziranı'ndaki '6 Gün Savaşı'nda, İsrail rejimi âni bir baskınla sadece Mısır, Ürdün ve Suriye ordularını bertaraf ettiğinde de bütün Müslüman halklar seyirci kalmıştı. 1969 yılında bir Yahudi'nin Mescid-i Aqsâ'yı yakması ise Müslümanlardan çok, emperial dünyayı korkutmuştu. Bunun için Amerikan emperyalizminin de tavsiyesiyle -o zamanki- Fas Kralı 2. Hasan, Dâr-ul'Beyzâ / Kazablanka'da bir İslâm Konferansı düzenlemişti.
Bu durum '40 İslam ülkesi, tarihte ilk kez bir araya geliyor..' manşetleriyle duyurulmuştu dünyaya ve heyecan vericiydi. Ama, Türkiye'den de Dışişleri Bak. İhsan Sabri Çağlayangil gönderilirken bizdeki laik matbuat ve diğer mahfiller 'Bu konferansa katılmamız, laikliğe aykırıdır' feryadları yükseltiyorlardı.
O teşkilattan verimli bir sonuç çıkmadı. Çünkü toplumları ve rejimleri birbirine bağlayacak müeyyideleri- yaptırımları yoktu..
Acilen 'Müslüman Ülkeler Konfederasyonu' gibi üye devletlerin, dış siyaset, savunma, ortak para , pasaport ve birlik içinde vizesiz seyahat gibi konularda, tıpkı Avrupa Birliği gibi üyeleri bağlayıcı bir yaptırım gücü olan bir teşkilatlanma oluşturulmalıdır. Aksi halde her ülke önce kendi varlığını garanti edecek maslahat ve menfaate dayalı çareleri esas alacaktır. Yoksa emperyalistlerin 'Judo- Chirétien' (Yahudi-Hristiyan) ortak hücumu göğüslenemeyecektir.
Bu açıdan bir daha hatırlayalım ki bugünkü dünya düzeninde insanlığın dörtte birini teşkil eden Müslüman halkların, kendi inançlarına göre telkin ve teklif edecekleri bir hukuk düzeni yoktur..
*
Bu günkü dünyada hukuk adına diye insanlığa dayatılanlar, sadece ve sadece materyalist dünyanın malî veya askerî güce dayalı anlayışlarının sonucudur.
25-30 yıl öncelerde (bir Hristiyan arab olduğu için) BM Genel Sekreterliği'ne seçilen Mısırlı Putros Ghalî, 'BM'den bir adalet bekleyenler ne kadar boş hayaller içindedir. BM, her şeyin güçlülerin yorumuna göre şekillendiği bir uluslararası güç merkezidir' demişti. Nitekim şimdiki BM Gen. Sekreteri Guterres de geçenlerde, Mısır'ın Refah kapısında Gazze'ye girmek istediğinde, silahlar üzerine doğrultuldu ve giremedi.. Ve o da katledilen on binlerce mâsum çocuklar, anneleri ve babaları kadar ölümü göze alsaydı belki dünya siyaseti alt-üst olurdu.
Evet, 'su başlarını 'dev'ler, dünya zorbaları tutmuş.. Amerikan emperyalizmi, bütün gücünü bölgeye yığıp 'Biz buradayız ve gidici değiliz ve müdahale eden olursa derhal karşılık veririz.. Ve İsrail, kendisini savunmak için her şey'i yapabilir..' diyordu; evet, 'her şeyi..'
150 yıl öncelerde varlığından söz edilemeyecek olan Uluslararası Hukuk, bu.. 1945'de savaş sonrası kurulan Tokyo ve Nürnberg Mahkemeleri'nde Japon ve Alman liderlerin gruplar halinde idâmla sonuçlanacak olan yargılanmalarında, kendi kültürlerinin hukuk kurallarından bahsettiklerinde mahkeme başkanları onlara, 'N'apalım, sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!' diyorlardı.
Bu mantık, bugünkü dünya düzeninde de aynen geçerlidir..
O halde, İslâm Milleti'nin dünya sathında birliğini sağlamak yolunda, 'pratiğe konulması mümkün nasıl bir çözüm formülümüz vardır?' üzerinde kafa yormaya mecburuz.
*
Selahattin Eş Çakırgil