1920lere değin samanyolu dediğimiz yıldızadamız, çapı 1023 km olan[1] evrenin tamamı sanılıyordu. Oysa bugün onun, evrendeki sayısız yıldızadadan yalnızca biri olduğunu biliyoruz. Yıldızadamızdaki yıldızlardan biri olan güneş, kendinden 30.000 ışık yılı uzaklıktaki Samanyolu merkezinin çevresindeki dönüşünü, yol alma hızı saniyede 220 milyon km olup 230 milyon yılda tamamlar. Çapı 150.000 ışık yılı olan yıldızadamız da, komşularıyla birlikte bir yıldızadalar kümesinde yer alır.[2]
Merkezindeki sıcaklığı 15.000.000°, yüzeyindekiyse 5.500° santigrat, çapı da 1.400.000 km ve yeryüzünden uzaklığı 149.600.000 km olan güneşin yayınladığı ve saniyede 300.000 km hızla yol alan ışık, bize 8 dakkada ulaşır. Güneşin sekiz gezegeni var. Bunlar, güneşten uzaklıkları bakımından şöyle sıralanır: Utarit —Merkür— (güneşten uzaklığı: 57.900.000 km, güneş çevresindeki dönüşünü 88 günde tamamlar; çapı: 4.874 km, yüzey sıcaklığı: gündüzleri 430° sgr, geceleri eksi 170° sgr), Çulpan —Ar Zühre, L Venüs— (güneşten uzaklığı: 108.200.000 km, sıcaklık: 480° sgr, çapı: 12.100 km), Yeryüzü (güneşten uzaklığı: 149.600.000 km, güneş çevresindeki dönüşünü 365.3 günde tamamlar; çapı: 12.756 km, sıcaklık: 15° sgr), Sakıt —Ar Merih, L Mars— (güneşten uzaklığı: 227.900.000 km, güneş çevresinde 687 günde döner; çapı: 6.796 km, sıcaklık: Eksi 150° sgr), Erendiz —Müşteri, Jüpiter— (güneşten uzaklığı: 778.300.000 km, güneş çevresinde 11.86 yılda döner; çapı: 143.800 km, sıcaklık: Eksi 130° sgr), Sekendiz —Ar Zuhal, L Saturn— (güneşten uzaklığı: 1.427.000.000 km, güneş çevresinde 29.46 yılda döner; çapı: 120.600 km, bulutların üstündeki sıcaklık: Eksi 185° sgr), Uranus (güneşten uzaklığı: 2.870.000.000 km, güneş çevresinde 84 yılda döner; çapı: 51.800 km, bulutların üstündeki sıcaklık: Eksi 215° sgr), Neptün (güneşten uzaklığı: 4.497.000.000 km, güneş çevresinde 165 yılda döner; çapı: 49.500 km, bulutların üstündeki sıcaklık: Eksi 200° sgr), —gezegenlik 'rütbe'sini yitiren— Pluton (güneşten uzaklığı: 5.900.000.000 km, güneş çevresinde 248 yılda döner; çapı: 3.000 km, yüzey sıcaklığı: Eksi 230° sgr).
Evrende l.000.000.000.000.000.000.000 (bin trilyon), Samanyolundaysa, 100.000.000.000 (yüz milyar) cıvarında tahmin edilen yıldızdan[3] biri olan güneş sistemimiz "başlangıçta seyrek bir gaz ve toz bulutu hâlindeydi. İlk başlarda güneşin çekirdek energisi üretimi yoktu. Gaz, yer yer sıkışmış hâlde hidrogenden oluşuyordu. Çekim kuvvetleri zamanla bulutun sıkışıp daha düzgün bir biçim almasına yol açtı. Bulutun merkezinde yoğunluk ile kütle arttı; ama hâlâ çekirdeksel tepkime yoktu. Gaz bulutu düzgün bir disk biçimini almağa, çekim sıkışması nedeniyle de güneş parlamağa başladı. Güneşten atılan maddeler çevredeki buluta eklendi. Bu arada bulutta yoğuşma belirgin hâle geldi. Hâlâ büzülmekte olan güneş, çekim etkisi nedeniyle ışımayı sürdürdü. Gittikce daha fazla bulut yoğuşarak biraraya geldi. Düzgün biçimli çekirdek gezegen sistemiyle çevrelenmiş güneş, günümüzdeki boyutlarını kazandı, ama yüzeyi hâlâ yarı parlaklıktaydı. Sistemi artık belirgin hâle gelmekle birlikte güneşin kendisi turuncu rengini muhâfaza ediyor, büzülüşünüyse sürdürüyordu. Güneş bulutundaki maddelerin çoğu soğurulmuştu. Sonunda güneş çekirdeği, hidrogeni helyuma dönüştürecek ısılçekirdeksel (Fr thermonucleaire) tepkimeyi başlatacak belirli sıcaklığa erişti. Çekirdek gezegenlerin sayısı azaldı. Güneş, değişmez ışınım salma dönemine girerken çekirdek gezegenler, küre biçimini aldılar..."[4] İşte bahsedilen aşamada gezegenlerin, bu arada yeryüzünün, dönen gaz bulutundan ve ince tozdan, yoğuşma yoluyla oluştuğu günümüzde yaygınlık kazanmış bir kanâatdır.
Kendi bakış noktamızdan gözlemlendiğinde, bütün yıldızadaların, her bir milyon ışık yılında bizden onyedi kilometre uzaklaştıkları matematik olarak tesbit edilmiştir. Uzak yıldızların gittikce uzaklaştıklarını yayınladıkları ışınların, elektromagnetik tayfın kırmızı ucuna kaymalarından çıkarımlıyoruz.
Böylece genişleyen, bu yüzden de ucu bucağı henüz tam hesaplanamayan evrenin neredeyse sonsuzca küçük bir köşeciğinde bulunan yeryüzümüzün şu ân bilebildiğimizce eşsiz iki vasfı var: Evrensel mekanik yasalılığı aşan canlılar ile canlılıkötesi özelliğiyle kültür kuran —konuşan, şiir söyleyip nâğme besteleyen— insan. Bu müstesnâ gezegen, yeryüzümüz, kendine vucut veren temel tânecikler ile bunlardan oluşan öğeleri ve bileşikleri, güçlü ihtimâlle, evrenin öteki bütün yöreleriyle paylaşır. Bunların başında öğelerin en hafifi olan hidrogen, onun yanısıra da helyum ile oksigen gelir. Bir oksigen atomu bir hidrogen atomuyla birleşerek hidroksil öbeğini oluşturabilir. Hidroksil öbekleri, yıldızlararası mekânda bulunur. Hidrogen ile oksigenin, azot ile karbonun, en basitinden en karmaşığına dek meydana getirdikleri su (H2O), karbondioksit (CO2), amonyak (NH3), formaldehit (H2CO), siyanoasetilin (HCCCN), metil alkol (CH3OH) ile etil alkol (CH3CH2OH) gibi moleküller ile bileşikler evrenseldirler.23 Zikredilen öğelerden canlılığın oluşumunda en önde gelenler hidrogen, oksigen ile karbondur. Bunların hem kendi aralarında hem de başka öğelerle bağ kurma imkânları çok çeşitli ve fazladır. Sonuçta son derece karmaşık moleküller ile bileşiklere vucut verebiliyorlar. İşte canlı denilen varolanlar da bu çeşit moleküllerden oluşmuştur. Özellikle "doğal hâldeki karbon bileşikleri yaşamış ve yaşamakta olan canlıda bulunurlar. Öyleyse 'varolana 'canlı' dedirtip özgül vasıfları kazandıran bileşikler organiktirler. Bunlar yaşamakta olan canlılarda bulunabilecekleri gibi, kömür, yeryağ/petrol ile doğal gazda görüldüğü üzre, geçmişte yaşamış olanlardan açığa çıkmış da olabilirler. Karbon, bütün dirim/biotique oluşumlarında en önemli yeri tuttuğundan, onun bulunduğu bileşiklere uzvî/organik denilir. Karbondioksit gibi karbonun bulunduğu kimi bileşiklerse, istisnâî hâl olup uzvî/organikolmayanlar kümesindendirler. Organik bileşiklerde azotu, hidrogeni, oksigeni, fosforu ve daha başka atomları karbon kendine bağlar. En basit organik bileşik, metandır (CH4). Uzvî/organik dökümde yer almayanların hepsine gayruzvî/organikolmayan bileşikler denilir. Bunlar arasında su, maden cevherleri, metaller, metalolmayanlar ile yukarıda zikredilen karbondioksit gibi madenî/mineral karbon türevleri bulunur. Organikolmayan tözler, fizik, başka deyişle, canlı-olmayan diye nitelediğimiz maddelerin tamamını kapsarlar. Dikkata değer bir husus, canlı-olmayanlar dünyası yalnızca organik olmayan tözlerden meydana gelirken, canlılarda her ikisi de bulunur. Su, sözgelişi organikolmayan bir nesne olmakla birlikte, canlılariçin hayatî önem taşır."[5]
Görüldüğü gibi, organikolmayan ile organik moleküller, bileşikler veya tözler arasında açık seçik sınırın çizilmesi kâbil değildir. Aynı şekilde niye canlı- olmayanlardan çok farklı olan canlılar, uzvî/organik dediğimiz kimi tözlerden meydana gelirler? Gerçi organikolmayan tözlerden karmaşık organik moleküller, laboratuvarda üretilebilmişlerdir.[6] Ne var ki, molekül veya bileşik seviyesinden hareketle doğrudan doğruya en basit örgütlenişli canlı dahî henüz elde edilebilmiş değil.[7] Ayrıca dirim, bu arada insanla birlikte hayat, güneş sistemimizde yer alan dokuz gezegenden ve bunların çok sayıdaki uydularından, şu ân bilebildiğimizce, niye yalnızca yeryüzünde ortaya çıkmıştır? Yoksa yeryüzü, gerçekten dirim ile hayatın zuhurunu olabilir kılacak çok özgül fizik, yerbilimsel ile meteorolojik şartlarımı hâiz? Kimi araştırmacılar şu son iki soruya olumlu cevaplar vermektedirler. Lâkin cevaplarını dayandırmağa çalıştıkları gerekceler bilim âleminde yaygın kabul görmemektedir.[8]
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ş. Teoman Duralı
[1] Evrenin çapının, şimdilerde —genişlediği unutulmamalı— en az 1023 km yahut 26.000.000.000 ışık yılı olduğu hesaplanmaktadır —bkz: Isaac Asimov: "Guide to Science: ThePhysicalSciences", I. cilt, Ek Kısım: "The Universe: From Flat to Quasar", 558. s.; ayrıca bkz: "BBC — Discovery", 3 mayıs 1988.
[2] Bkz: "Universe — Sky Survey", "National Geographic Society"nin bastığı harita; ayrıca bkz: "Gelişim Dünya Atlasları Ansiklopedisi: Yeryüzü ve Yeryüzünün Kaynakları", 5. s.
[3] Bkz: Isaac Asimov: "Guide to Science: The Biological Sciences", II. cilt, 187. s.
[4] "... Çekirdeğindeki hidrogen azalınca —yaklaşık olarak altı milyar yıl sonra— yanan hid- rogen bölgesi yüzeye yaklaşacak ve yüzey ısısı düşecek olan güneş genişleyecek. Güneşteki değişiklik, yanan hidrogen bölgesinin çekirdekten gittikce uzaklaşmasıyla sürecek. Energinin müdhiş artışı, gezegenlerin sıcaklığını çok yükseltip güneşe yakın olanların sıcaklığını tarifi imkânsız derecelere vardıracak. Güneşin genişlemesi, yanan hidrogen bölgesinin yüzeye yaklaşmasıyla sürecek ve onun çapı günümüzdekinin elli katı olacak. Güneş, yeryüzünü ve öbür gezegenleri yutan kızıl dev hâline gelecek. Güneşin merkezi belli bir sıcaklığa erişince, helyum, yanmağa başlayacak. Geçici büzülmenin ardından güneş, genişleyerek günümüzdeki büyüklüğünün dört yüz katına çıkacak. Bütün yakın gezegenler yokolup geniş ve oldukca soğuk bir yüzey ile pek sıcak, yoğun bir çekirdekten oluşacak güneş, evriminin en kararsız dönemine girecek. Yakıt tükendikce ışınım basıncı da düşecek. İç çekim nedeniyle güneş, elli bin yıl zarfında kızıl devden aşırı yoğun ak cüce yıldıza dönüşecek" —" Gelişim Dünya Atlasları Ansiklopedisi", I. cilt: "Yeryüzü ve Yeryüzünün Kaynakları", 6. — 7. syflr.
[5] Paul B. Weisz: "The Science of Biology", 85. s.
[6] Bundan altmış üç yıl önce Stanley Lloyd Miller ile Harold Urey, Şikago Üniversitesinde yaptıkları ve tarihî önem kazanmış olan deneyde ilkönceki atmosfere benzetmek amacıyla metanı, amonyak ile su buharını pekiştirilmiş bir fanusta kaynatmışlardır. Bileşiğin üstüne fanusa yerleştirdikleri iki elektrotla, yıldırımı takliden, kıvılcım çaktırmışlardır. Bu işlemden aşağı yukarı bir hafta sonra fanusta, aralarında canlılariçin elzem olan yirmi amino asidin de dört tânesi olmak üzre, çok sayıda organik molekülün oluştuğunu gözlemlemişlerdir. Böylelikle deneylerde karmaşık biyolojik tözlerin, kısa sürede neredeyse tesadüfen oluştukları görülmüştür. Başka pek şaşırtıcı bir olay da, fezâda ısının, neredeyse mutlak sıfıra dek indiği ve yoğunluğun, santimetre küpe 10-20 gramın, öyleki daha da azının düşebildiği yıldızla- rarası bulutlarda köpatomlu (Fr pluriatomique), giderek büyük sayıda organik molükellerin tesbitidir. Bütün bu cins deneyler ile tesbitler, zihinlerde şu soruların uyanmasına ortam hazırlamışlardır: 'Zorunlu varsayılan fizik-kimya şartlarının asgarîsi sağlandığında, bunların mantıkî ve deneysel sonucu olarak canlılık vakıası ortaya çıkarmı?'—bkz: Margherita Hack: "La Recherche de la Vie Extraterrestre", 1260. s., "La Recherche"de.
[7] Frank B. Salisbury'nin hesaplarına göre, 300 amino asit barındıran orta boy bir proteinin, evrim sırasında organikolmayan moleküllerden oluşma ihtimâli 10600de ldir. Bu da, tabiatıyla, akla havsalaya sığmayan bir rakamdır —bkz: Ş. Teoman Duralı: "Canlılar Sorununa Giriş", 138. s.
[8] Canlılığın, dünyamıza has bir vakıa olduğunu öne sürenler, yeryüzünün havasının, suyunun taşının, toprağının çok özel fizik-kimya bileşimlerinden —güneşimiz, genç yıldızlardan olduğundan, demir gibi, ağır öğeleri de içerir— tutunuz da gezegenimizin, hem kendi hem de güneş çevresindeki dönüş hızlarına, yörüngesi ile ekseni arasındaki açılara; onun, güneş sistemindeki; güneş sistemimizin, Samanyolu yıldızadasındaki; nıhâyet Samanyolunun, genelde evrendeki özgül konumlarına; ayrıca, Yeryüzü ile Ayın etkileşmelerine ve bunların, denizlerin su seviyeleri üstünde yarattıkları sonuçlara varana dek neredeyse sonsuz sayıdaki etkenin ayrıntılı tarzda hesaba katılması gerektiğini savunmaktadırlar —canlılığın, dünyamıza has bir vakıa olduğunu öne sürenlerin iddialarıyla ilgili daha geniş bilgileriçin bkz: Ş. Teoman Duralı: "Metinler Işığında Aristoteles'in Canlıyla ve Canlının Evrimiyle ilgili Düşüncelerine Problematik Yaklaşım", 333. — 334. syflr.