ç) Ebû Ali Ahmed ibn Muhammed ibn Yakup İbn Miskeveyh
İhvân el-Safânın çağdaşı İbn Miskeveyh "El-Taharat", "Tahzîbe'l-Ahlâk" ile "El- Fevze'l-Asğar"[i] adlı eserlerinde evrim düşüncesini belirgin kılmağa çalışmıştır.
Bunların hepsinde yaratılışın ahlâkî—dirimsel/biotique basamaklanışıyla, giderek canlılara ilişkin evrimin safhalarıyla karşılaşıyoruz. İbn Miskeveyh gerek cisimler gerekse varlık seviyeleri arasında kimileyin birtakım bağların bulunduğu, zaman zamanda da bulunmadığını tesbit etmiştir. Hayvan evrim zincirinin en son halkası, insana en yakın olup en çok benzeyendir. İnsanlığın en aşağı kesimi yahut daha açıkcası insan türünün aslı, hayvanlar âleminin en gelişmiş yöresine ilişiktir. İşte bu en son basamakta duran, beşeri çok andıran, maymundur. Onun durduğu basamağın hemen ardından, konuşma, akılyürütme, öyleki temyiz melekelerini edinmiş beşer gelir. İnsanlığın evrim zincirinin ilk halkasıysa, medeniyet dışında kalmış —tabii ki, İbn Miskeveyh'in yaşadığı diyâra göre— kuzey ile güneydeki kavimler oluşturmuştur. Maymundan yine de bayağı farklı mezkûr kavimler, bu zümreden sayılırlar.[ii]
İbn Miskeveyh, çağının öteki düşünürlerine yahut düşünce akımlarına oranla, günümüz Darvincilerinkine daha yakın düşen açıklamalar sunmuştur.[iii] İnsan evriminin son mertebesine dair İhvân el-Safâ ile İbn Miskeveyh'in açıklamaları uyuşmaktadır. Yalnız, İhvân el-Safânın, insanı akıl ile duyumlama kâbiliyetini hâiz olduğunu iddia ettiği maymuna, file, papağan ile güvercine, giderek arıya yaklaştırmasına karşılık, İbn Miskeveyh, maymunu beşer seviyesine bitişik saymıştır.
İslâm âleminin büyük filosof-bilim adamı, öyleki önde gelen bir eğitimcisi olan İbn Miskeveyh, seleflerinin düşüncelerini değişikliğe uğratmıştır. İşte düşüncelerinden kimini buraya aktararak o devrin evrim görüşlerini daha seçikce kavrayabileceğiz. Gerek varolanların evrim zincirine ilişkin son halkalarını, gerek varlıklararası ilişkileri gerekse türlerin evrimini konu alan aşağıdaki satırlar, İbn Miskeveyh'in "El-Fevze'l-Asğar" adlı eserinden alıntılanmıştır:[iv]
"İlk maddeler birbirleriyle karıştıktan sonra yeryüzünü öncelikle etkileyen, bitki hareketidir. Nitekim o, hareketi ve beslenme yoluyla madenlerde bulunmayan bir özellik kazanır. Etkide kalma yönünden bitkiler arasında da derecelenme bulunur: Bunların en altında tohumsuzca topraktan biten, soyunu sürdüremeyen, öyleki tohum tânesi bırakamayanlar yer alır. Hâlâ maden seviyesinde duran birtakım ot çeşitleri işte böyledir. Madenler ile bu çeşit bitkiler arasındaki tek fark, sonuncuların, hareket edip beslenmekiçin zorunlu olan etkiyi ruhtan almalarıdır. Bir öncekinden soyluluk bakımından daha üstün olan her bitkide söz konusu etkinin derecesi artar. Bu durum, dal budak saçıp tohumlanma yoluyla soyunu sürdürmek gücüne erişmeye değin gider. Ruh, buradakini en alt basamakta bulunana oranla daha güçlü şekilde etkiler. Süreç, bu yönde yol alıp gövdeye, yapraklara, soyunu sürekli kılmağa yarar yemişlere mâlik olma durumuna ulaşır. Dağlarda, vahalarda, ormanlarda, uçsuz bucaksız deniz ortasındaki adalarda bulunan ağaçların ekilmesi gerekmez. Bunlar oralarda kendiliklerinden biter, tohumları aracılığıyla serpilirler. Hareketlerinde ağır, çoğalışlarında yavaştırlar. Gelişme basamakları yükselir; yükseldikce de söz konusu etkinin gücü artar. Sonunda öyle bir seviyeye ulaşırlar ki, burada artık mizâçlarına uygun sıcaklığa, tatlı su ile en iyi cins toprağa ihtiyâç duyup soylarını sürdürmekiçin yemişlerini saklarlar. İşte bu etki, zeytin, nar, ayva, erik, incir ağaçları ile bunların benzerinden geçerek aşama aşama üzüm ile hurmaya doğru bir gelişme gösterir. Burası da artık bitkiler âleminin son durağı, en üst basamağıdır. Ancak, ruhun etkisi burada durmaz; evrimini sürdürür. Bundan böyle söz konusu olan, bitkiler değil, hayvanlar âlemidir. Hurma ağacı, öylesine soylulaşır ki, bir yanıyla o artık hayvanı andırmağa başlar. Nitekim erkek hurma, dişiden farklılık kazanır. Yemişinin erginleşmesiçin döllenmeği gerekser. Başka ağaçlardan farklı olarak, bir talihsizliğe uğrarsa, çürür gider. Dişinin döllendiği yen (Fr-İng spathe) adı verilen hurma tohumu, hayvanlarınki gibi kokar. Buna benzer daha nice böyle kendine has özelliği var.[v] Tümünü tüketesiye sayıp dökmeğe imkân yok. Böylece hurmanın bir bitkinin erişebileceği seviyenin son haddına ulaşıp hayvan seviyesine çıktığı anlaşılıyor. Bitkinin bu nıhâî haddı da aşması yer aldığı düzlemden kopması demektir. Bu duruma ulaşmış bir bitki, artık köke de ihtiyâç duymayacağından, istediğince hareket etme serbestliğini elde eder. İşte ulaşılan bu nokta, hayvanlık seviyesidir. Ne var ki, hayvanlık seviyesinin ilk basamaklarında kendikendine davranma kâbiliyeti henüz pek kısıtlıdır. Çünkü duyumlama gücü gelişmemiştir. Bu basamaktaki hayvanların olsa olsa dokunma duyusundan söz açılabilir. Aynı özellikle ırmak kenarları ile deniz kıyılarında bulunan kabuklular ile salyongozlarda da karşılaşırız. Kabuklunun, hayvan olma özelliği farkedilebilir. Onda nitekim yalnızca duyumlama melekesi bulunur. Mezkûr canlı, yerinden koparılıverdimi yerini derhâl sessizce terkedip kendini koparana tepki gösterir. Buna karşılık gıdım gıdım yavaşca yakalandımı, yerine yapışır kalır. Yerini terkedebilmesine, dolaysıyla canlı olmasına rağmen bahsi geçen varolan, yer değiştirmekiçin yeterli güce sâhip değil. Bu da bizlere söz konusu canlının, bitkiler âleminden henüz tam anlamıyla kopmamış bulunduğunu gösterir. Zamanla bu seviyeden kalkıp yer değiştirip kendikendine hareket etme kâbiliyetini gösterecek aşamaya varıncaya dek gelişir. Ruh etkisi kendini açığa çıkardığı oranda, bu yaratığın duyumlama gücü de artar. Böylelikle artık yer değiştirme gücünü de kendinde bulur; bizler de onu sunduğu yararlar açısından inceleriz. İki çeşit duyumlama istidadı vardır. Böcekler, birçok kelebek türü ile sürünerek hareket eden hayvanlar örneklerden birini teşkil ederler. Sonraki seviyede, gerek köstebekte gerekse benzerlerinde gördüğümüz gibi, ruh etkisi, dört çeşit duyumlama istidâdının ortaya çıkmasını sağlayacak derecede güçlenir. Gelişmesi sırasında, tıpkı karıncada, arı ile solucanda görüldüğü üzre, gözleri dış tehlikelerden koruyacak gözkapakları gibi uzuvlardan yoksun olup görme duyusu başlangıç safhasındadır. Bunun ardından hayvanda beş duyumlama istidâdının yer almasına zemin hazırlayan evrim başgösterir. Yine, kimi öyle hayvan var ki, zekîdir, incelmiş duyumlama kâbiliyetine sâhib olup eğitilebilir; buyruklar ile yasaklara itaat eder, söz dinler, değişik sözleri biribirlerinden ayırtedebilir. İşte böylelerin arasında atı, evcil hayvanları, kuşlardan da doğanı sayabiliriz. Hayvanların en üst basamağıysa, beşerin en ilkel, en alt seviyesidir. Bu basamak, hayvanlar âleminin doruğu olmakla birlikte, insanın bulunduğu seviyenin altındadır. İşte bu, maymunların durduğu basamaktır.[vi] Yine maymunlara benzer başka hayvanlar, insana yaklaşırlar. İki seviye arasında mesâfe pek kısadır. Nitekim maymun, bu mesâfeyi kattettiği ânda beşerdir. İnsanlaştıktan sonra, dik yürümeğe, çevresinde olup bitenleri azçok ayırtetmeğe başlar. Orası hayvanlar âleminin bitişiğinde ilkel insanın durduğu basamaktır. Daha bu basamakta bile, kendini yönetmek, kendine çekidüzen vermek, bilgiye yönelmek gücünü özünde bulur. Ruh etkisi onda artık iyiden iyiye güçlenmiştir. O, eğitilebilir hâldedir. Çünkü anlama ile temyiz istidâtlarına mâliktir. Bahis konusu etki, insanınkinden daha aşağılarda yer alan hayvanlarınkine oranla insanlığın en alt basamaklarında kendini çok daha kuvvetle duyurmasına rağmen, tam teşekkül beşerinkiyle[vii] karşılaştırıldıkta çok zayıftır. İnsanlığın bu en alt basamağı, hayvanlar âleminin en üstüdür. İnsanlığın en alt basamağını oluşturanlar, yeryüzünün en ücrâ köşelerini iskân etmişlerdir ...[viii] Bu çeşit insanlar ile demin sözünü etmiş olduğumuz hayvanlar âleminin en üst basamağında bulunanlar arasında pek bir fark yoktur. Sözünü ettiğimiz insanlar, kendilerini yararlı sonuçlara götürecek araçları seçemezler. Onlardan yayılmış bilgeliğe asla tanık olunmamıştır. Bunun yanında, kendilerine komşu olan toplumlardan da hiçbir şey öğrenmemişlerdir. Sonuçta pek zavallı kalmış, şatafata hiçbir vakıt kavuşamamışlardır. Bu yüzden onlara kimse gıptayla bakmaz. Hayvanlar gibi, onlardan da ancak ya köle ya da uşak olarak yararlanılabilir. Ne var ki bilgeliğin etkisi güçlendikce dünyanın yerleşilmiş merkezine, üçüncü ile dördüncü iklim kuşaklarına varacak şekilde gelişme kaydolunur. Gördüğümüz gibi, orada zekâ ile anlayışta, algının tezliğinde, iş becerisinde, derin bilgileri ortaya koyuşunda ve bunlara dayanarak söz konusu etki, meydana getirdiği bilimlerde kendini tamamlar. Ne var ki bahsi geçen yeni seviyede de, önünde sonunda, bu yahut şu kişi kavrayışlı, kıvrak zekâlı, keskin bakışlıdır, 'doğru yargıdır!' dememize cevâz verecek kertededir. Mezkûr mertebeye erişmiş kimse, insanlığın en üst, meleklerinse en alt basamağına ulaşmıştır ..."[ix]
İbn Miskeveyh'den aktardığımız yukarıki satırlar, doğa tarihi ile araştırmasına ilişkin olup ayrıca varlıkların sıradüzenini anlamamıza imkân vermektedir. Benzer görüşlerleyse onun öteki kitaplarında da karşılaşabiliriz. Sözgelişi, " Tahzîbe'l-Ahlâk"ta çeşitli açıklamaların yanında öteki bütün varolanların teselli payı kabîlinden insanın yararına bahşedilmiş fırsatlar olduğunu, onun da bunları değerlendirme sırrına vâkıf bulunduğunu bildirmektedir. Aynı kitapta bu durumun niçin böyle olduğundan da, canlıların birbirlerine verdikleri zararların yol açtığı sorunlardan da söz etmektedir.[x]
İbn Miskeveyh'in, yapmış olduğu açıklamalarla Charles Darwin in varsayımını kimi bakımlardan yaklaşık sekiz yüz yıl öncelediği ortaya çıkıyor.
d) Ebû Ali el-Hasan İbn el-Heysem
İbn el-Heysem, evrimi "maddî dünyadan kaynaklanan beşer, birtakım mertebelerden geçer; sıradüzeni uyarınca da sığır, eşek, at, maymun, en sonunda insan olur"[xi] şeklinde açıklamıştır.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ş. Teoman Duralı
[i] Bkz: İbn Miskeveyh: "El-Fevze'l-Asğar", 87. — 91. s.; ayrıca bkz: İbn Miskeveyh: "Tahzîbe'l- Ahlâk", 67. — 70. syflr.
[ii] İzmirli İsmail Hakkı: "İslâm ile Garb Mütefekkirleri Arasında Mukâyese", 9. s.; ayrıca bkz: İbn Miskeveyh: " Tahzîbe'l-Ahlâk ve Tathîre'l-A'rak", 105. — 113. syflr. —"Ahlâk İncelemesi" adıyla Fransızcaya tercüme ve şerh: Muhammed Arkoun.
[iii] İzmirli İsmail Hakkı: "İslâm ile Garb Mütefekkirleri Arasında Mukâyese", 9. s.
[iv] "Le Dictionnaire Botanique d'Abu Hanifa al-Dinawari" ("Kitabe'l-Nabat" ["Ebû Hanife el- Dinâvarî'nin Bitkibilim Sözlüğü"]), Giriş, 1. — 4. s. —Sunulan metni Fransızcaya tercüme: Muhammed Hamidullah.
[v] Dinâvarî, dişi hurmanın sevişebildiğinden bile söz etmektedir —krz: "Plante" (1061/26). "Kimileyin dişi hurma, uzaktan uzağa algıladığı bir erkek hurmaya tutulduğu olur. Böyle durumlarda dişi hurmayı ancak erkeği dölleyebilir." Araplarda halk inancı uyarınca Allah, Hz. Âdemi yarattığı balçıktan artakalanla hurma ağacını yaratmış. Hz. Muhammed de "dişi hurma ağacı, halanızdır" ("ammatukum el-nahla") demiş —bkz: Fransızcaya tercüme edenin düştüğü kayıttan.
"Palmiyede beşeri andırır on nitelik" —krz: Kazvînî; "Acâib el-Mahlûkât", II. cilt, 39. — 41. syflr.; ayrıca bkz: El-Demîrî'nin "Hayâte'l-Hayavân". —Palmiyeye dair çok sayıda yazı var. Bunların bir bölümü de dar anlamda biyolojik olmaktan uzak.
Henry Corbin in, "Uhrevi Ülke"sindeki (212. — 213. ile 224. — 225. syflr.) pek değerli kayıtlar ile Miskeveyh' in "Ahlâk İncelemesi"ne dair Muhammed Arkounun kaleme aldığı çalışmadan palmiyeye atfedilmiş sembolik anlamları da öğreniyoruz.
[vi] Türlerin menşeine ilişkin teorilerini kurarken Charles Darwin, bu görüşten haberli olup olmadığı bilinmiyor —metni Fransızcaya tercüme edenin düştüğü kayıttan.
[vii] Demekki homo sapiens sapiensinkiyle... —"tam teşekküllü insan"dan kasıt, homo sapiens sapiens
olmalı.
[viii] İbn Miskeveyh'in belirttiği kavimleri zikretmekten imtinâ ediyoruz.
[ix] Ebû Ali Ahmed ibn Muhammed ibn Yakup İbn Miskeveyh: "El-Fevze'l-Asğar.", 86. — 92.
syflr.; ayrıca bkz: Ebû Nâsır Farabî: "Kitâb Ara Ehle'l-Medînete'l-Fâzıla", 66. s.
[x] Bkz: İbnMiskeveyh: "Tahzîbe'l-Ahlâkve Tathîre'l-A'rak", 105. — 113. syflr. —"Ahlâkİncelemesi" adıyla tercüme eden: M. Arkoun.
[xi] Bkz: İzmirli İsmail Hakkı: "İslâm ile Garb Mütefekkirleri Arasında Mukâyese", 36. — 37. s.