Tekrar başa dönersek, dindışılaşan bilimde canlı, artık gündemden düşürülüp kâle alınmaz olmuştur. Canlı var mı, yok mu sorusu önemini yitirmiş; varsa yoksa canlı-olmayan varlık sahası ortalıkta görünür olmuştur. Bu canlı-olmayan nasıl incelenir? Nasıl incelendiği, 'nasıl' sorusunda gizlidir. 'Nasıl', bize olayın vukû bulma şeklini verir. Olayın cereyân edişini, oluşumunu tasvir ederiz. Demek ki, doğanın tasviri insanın bakış açısına dayanmakta olup onu bizâtihi bilemeyiz. Kendi algılama ile anlamagücümüzün ölçüsünce bilebiliriz.
- Bilimin asıl açıklama gücü ile yönü, tasvire dayanır. Bilim, tasvirci olup bu, ölçme ile biçme üstüne binâ edilmiştir. Ölçüp biçebildiğimce bilimin isterlerine uygun biçimde olayı tasvir ediyorum demektir. Bilimin isterlerine uygun düşen olaylara Yeniçağ biliminde nesnel diyoruz. Nihâyet, her olay, bilimin nesnesi değil. Hangi olaylar böyledir? Bâhusus ölçülüp biçilebilenler. Bunlar ancak bilime konu kılınabilmişlerdir. Konu kılınabilen olaylar bilimin nesnesidirler. Yeniçağ bilimi, canlı-olmayan varolanı ele almaktadır. Canlı-olmayan varolanın cereyân tarzı makinavârîdir. Makina örneğine göre çalışır. Buna Yunancadan mülhem bir ıstılah kullanılmıştır: 'Mekanik'. Mehanike, Yunancada düpedüz makina demek. Oradan Latinceye, bilâhare Fransızca, İtalyanca gibi yavrularına değişik telâffuzlarla intikâl etmiştir. Şu hâlde makina örneğiyle işleyen doğa olaylarına mekanik diyoruz. Artık öyle işleyen olaydan gayrısı dıkkata alınmaz olmuştur. Bu bilimtasavvuruna da mekanikcilik denmiştir. Mekanik kurallara uygun işleyen, yürüyen olayların temel birimi nedir? 'Madde'... Peki, o, ne demek? Zaman ile mekân koordinatlarına oturtulabilen varolanın en temel unsuru, yapıtaşıdır.
Yeniçağın Fransız filosoflarından Julien Offray de La Mettrie, ilk defa maddeyi çağdaş anlamıyla tarif etmiştir. Daha önce maddenin açık bir tarifine sâhip değildik. Yunancadaki hüle[i] yahut stoikheion, madde şeklinde tercüme edilmekle birlikte, bu, çağdaş dünyada, öncelikle de bilimde anlaşılan çeşitten değil. La Mettrie'nin yapmış olduğu tariften farklıdır. Eflâtunun hüleden kastı karanlık, 'varlıksızlık', yânî yokluk, hattâ hiçliktir. Nitekim Eflâtundan gelen mezkûr ıstılah, varlığın, varolmanın, düzgünlüğün, aydınlığın zıttıdır. Tanrı, 'biçimsizlik—karanlık'tan[ii] 'biçimlilik—aydınlığ'ı yaratmıştır. 'Düzgünlük-biçimlenmişlik- aydınlanmışlığ'ın tümü tamamıysa Kosmostur.[iii] Uzun lâfın kısası Tanrı, 'âlem'i (kosmos) hiçlikten varetmiştir, diyor Eflâtun. Hüle, sonuçta, hiçlik demek.
- Çağımızdaysa madde, varolanların temel unsurudur.[iv] Ne anlamda temel unsur? Zaman ile mekânda tesbit olunabilenlerin. Duyu uzuvlarıyla yahut onların uzantısı olarak kabul edebileceğimiz gökdürbün/teleskop, mikroskop türünden âletler yoluyla algılayıp anlamlandırabildiğimiz ne varsa, bunların temel birimleri maddedir.
- Bilim, madde ile mekanik yasalar doğrultusunda işler hâle gelmiştir. Makinanın teşrihi apaçık olup unsurları arasındaki bağlantıları görebilir, tesbit edebiliriz. Aksaklık ortaya çıktığında, 'nasıl' ve 'neden' sorularına cevap getirerek arıza giderilebilinir. Şu hâlde, makina apaçık bir işlem tablosudur. Apaçıklık neyin zıttıdır? Açıklığa kavuşturulamayanın, yanî mucizevî olanın. Makinada mucizevî yan yok. Âciz kalmayız. Niye? Neden — etki bağıntısını kurabiliyoruz da ondan. Yine başka bir deyişle, ortaya çıkmış arızanın nedenini açık—seçik biçimde algılayabilip anlamlandırabiliyor, açıklayabiliyoruz. İşte bilim, artık bildirdiğimiz böyle bir düzlemde yürümeğe koyulmuştur. Bildirilen bu düzlemde yürümeğe koyulan Yeniçağ bilimin 'yolbaşı'sı Galileo Galilei'dir. 1600lerin sonlarında Isaac Newton'la da kemâle erer. Çağdaş bilim anlayışının ülküsü Galileo—Newton klasik mekaniğidir. Hangi araştırma sahası klasik mekaniğe yaklaşıyorsa, orası has bilim olarak nitelenmektedir. Klasik mekaniğin iş görme ilkeleri ile şartlarından uzaklaşıldığı ölçüde, bilim—olma niteliği de yitirilir. Canlıyı ele alan bilim ile onun dalları ile budakları dahî bu minvâl üzre mütâlea olunmalı. Tabii, böyle düşündüğümüzde, ortaya iri kıyım, gözden kaçmayacak aykırılık çıkıverir. Nesnemiz varolanın yahut sürecin canlı—olma özelliğini göz önünde tutmağı sürdürerek onu incelersek, az önce zikredilen sebepler yüzünden, bilimselliğimiz şüpheli duruma düşer. Klasik mekaniğin bilimsellik ülküsünden zerrece taviz vermeyeceğiz, diyorsak, bu kere de inceleme konumuzu, yânî nesnemizi canlı—olma özelliğinden soyutlamamız gerekecek. Nitekim mekaniğin maddeci—mekanikci tasavvuru açısından araştırma konusuna bakan, başta biyokimya ile moleküler genetik olmak üzre, çağdaş canlılar bilimi, nesnesini canlı-olmayanlar (inorganik) varlık alanında görmek eğilimindedir. İster canlı-olmayan, ister canlı, her varolan, süreçlilik gösterir. Bununla birlike, temel özelliklerine halel getirmeksizin canlı-olmayanı süreçliliğinin dışına çıkarabilirsiniz. Onun süreçliliği, indirgenme (Fr reduction) ile geridönüşe (Fr regression, retour en amere) elverişlidir. Oysa süreçliliğinin durdurulması, geri döndürülmesi yahut daha alt seviyelerde yürüyen başka bir sürece indirgenmesi, canlıyı 'canından eder.
- Süreçliliği dumûra uğratmadan ona bağlı varolan, bilimin icâplarına uyularak araştırılıp incelenemez: Ölçmeler, biçmeler gerçekleştirilemez, tahliller yapılamaz. Peki, süreçliliği bozulup dumûra uğratılmış canlının nesi, neresi incelenebilinir? Canlı, haddızâtında 'iki katlı' yapı olma özelliğini gösterir. 'Alt kat' yahut da 'yapı' diyelim, canlı-olmayandır. İşte o kesim, yânî atomaltı—atom— moleküler alanlar, klasik ile çağdaş fizik-kimyanın icâpları yerine getirilerek incelenebilinir. 'Üst kat'a gelince; orasını ya yokmuş gibi kabul edip canlılar bilimini 'fizik-kimya'nın yasaları ile açıklama örneklerinin değişik bir çeşidi olarak benimsersiniz ya da başlıbaşına özerk bir araştırma inceleme sahası olarak algılarsınız. Charles Darwin in, 1858de bilim dünyasının gündemine soktuğu, günâhı sevâbıyla, evrim varsayımı, canlıların araştırılmasını fizik-kimya bilimleri çerçevesinin dışına atmış olup canlının baş özelliği 'geçmişliliğ'ini önplana çıkarmıştır. 'Geçmişli' bir varolan olarak canlı, canlı-olmayanın tersine, indirgenemez ve geridönüşlü değildir. Her canlı, geçmişinden devraldığı, kalıtım denilen, özgül bir kimyevî donanımla mücehhezdir. Bu anlamda canlı, birey, yânî tek olup heyetimecmûayla eşsizdir. Başka belirli bireylerle kalıtım (genetik), işleyiş (fizyoloji) ve beden—bünye biçimi bakımlarından benzeşir. Andırıştığı ve birlikte çoğalabildiği bireylerin türündendir. Her canlı, ana kalıtım, işleyiş, davranış ile beden biçim özelliklerini, türünden alır. O, türün diğer mensûplarından farklı olmakla birlikte, ana (tür) özelliklerini onlarla paylaşır. İşte bu ince denge—durumunu klasik fizik-kimya yasalılıklarıyla açıklamak mümkün değil.
Darwin, haddizâtında mekanik yasalılıktan sapmak nevinden niyet beslememiştir. Canlı varolanların yeryüzündeki peydâhlanışları ile yayılışlarının nedeni olarak görülen türlerin dönüşümleri olayını tamamıyla maddeci—mekanikci anlayış çerçevesinde kalarak izâh etmeğe çaba harcamıştır. Bu çabası onun da beklemediği ters sonuc ortaya çıkarmıştır: Canlının, tümüyle fizik-kimya yasalılığına bağlı kalınarak açıklanamayacağı gerçeğini. İşte buradan canlıya mahsûs 'uzvî/ organik' varlık alanı belirmiştir.
Yeniçağ biliminin zirvesi, belirleyicisi, sistemcisi Rene Descartes'a kalırsa, "ruhumuzun dışında kalan ne varsa madde dünyası"nda, res extensa dediği ölçülüp biçilebilir alanda yer alır. Canlı dahî bahsi geçen alandandır. Hattâ canlı olan beşer cihetimiz bile res extensadadır. İşte, beşerin dışarıdan marûz kaldığı fizik etkilere gösterdiği ve iç kesiminde tersimlediği (design ettiği) ölçülmeğe yatkın tepkilerin irdelenebilirliği 'dirimlilik'tir. 'Dirim'in/biotikin bilimi 'canlılar bilimi'/ biyolojidir. En has koluysa fizyoloji. Descartes'tan sonra, ruh (yahut nefs) olayı hepten bir kenara atılıp yalnızca ölçülüp biçilebilir dünyanın varlığı benimsenince, canlılarda, bunlara elbette beşer de dâhil, dirimdışı (Fr abiotique), dolayısıyla da fizyolojiden gayrı cihet göz önüne alınmaz olmuştur. Böyle bir cihet olabilirmi sorusu bile, tartışma konusu olmaktan çıkarılmıştır. Canlının iki araştırılma konusu kalır; bunlardan biri, onun biçimi demek olan 'morfoloji'si ile işleyişine eğilen 'fizyoloji'dir. Biçimi ile işleyişi dışında canlının ele alınacak başka bir konusu kalmaz. Gelgörki, canlı, söz konusu cendereye sığdırılamıyor. Onu ergeç çatlatıyor. 'Nasıl'ın cevabını anatomi yahut morfoloji ile fizyolojiye dayanarak verebiliyorsunuz da neden — etki bağıntılarını kuramıyorsunuz. Niye? Çünkü canlı-olmayanda görmediğimiz varlık özelliğini canlı, bizlere sergilemektedir. Canlı, az önce kullandığımız mecaza değişik açıdan yeniden başvurursak, canlıolmayanın tersine, 'iki katlı' bir yapı arzetmektedir. Canlının dışı ile içi bulunur. Buna karşılık canlı-olmayan tek katlı olup dış etkiye marûzdur. Aldığı etkiye göre biçimlenir. Canlı da dışarıdan etki alır. Etkilerin kimini ret kiminiyse kabul eder. İşte burada irâdenin ön belirtileri var sanki. Gelen etkilerden kimini, meselâ şuradaki havanın bir kısmını, yânî işimize yarayanı içimize çekiyor, yaramayanı dışarıda bırakıyoruz. Karbondioksidi reddediyoruz. Uzviyetimiz/organismamız bunu yapıyor. Farkında olmadan söz konusu seçmeyi yapıyoruz. Sâdece biz değil, hücreden başlayarak bütün canlılar/organismalar, böyle bir seçmeciliği uyguluyor. Canlı, iç ile dış arasında belirgin bir sınır çekiyor. Bunu hücrede çok seçik biçimde görebiliyoruz. Gerek hayvan gerekse bitki hücrelerinde bu husus besbelirgindir. Hücreyi çevreleyen zar var. O, içeri girmekiçin 'kapıyı tıklatan' etkilerden kimini ihtiyâca göre kabul ediyor; gereksemediği yahut zararlı gördüklerini 'kapı önü'ne bırakıyor. Neye göre 'tercih'te bulunuyor? Kısacası, canlının kalıtım sistemine göre işleyiş yürürlüktedir. Canlıda ve 'geçmişli—olma' özelliğini gösteren işleyiş yahut mekanisma 'kalıtım'dır. Kalıtım, canlının üç temel hareketini ayarlar: Büyümeyi, üreme ile beslenmeyi.
Bütün canlılar bilâkayduşart büyür, beslenir, ürer. Hareket haddızâtında iki çeşittir. Hacmı genişletmek anlamında hareket, büyüme olup bütün canlılara şâmildir: Bitkiler, hayvanlar, hücreler, özetle bütün canlılar hacımlarını genişletirler. Ikinci çeşit hareketse yer değiştirme şeklindedir. Bu hareket özelliğini gösterenlere de hayvan diyoruz.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ş. Teoman Duralı
[i] Yunancadaki hüle, Arapcaya, oradan da Osmanlı Türkcesine heyûlâ peklinde geçmiştir.
[ii] Demekki temel birimi hüle olan kaostan temel birimi stoikheion (biçim kazanmış unsur) olan
kosmos. 'Biçimsizlik' = amorfia. 'Biçimlüik'= morfia.
[iii] İslâm düşüncesindeki 'Âlem'e tekâbül ettiği söylenebilir.
[iv] Bkz: Ek 6.