Arama

Prof. Uğur Derman
Ocak 14, 2022
Cumhûriyet Devrindeki Türk Hat San'atı - 2

(Bu makālenin birinci bölümü geçen hafta neşredilmiştir)

1928 sonrasında hayatta olan ve mesleklerini anmaktan bile korkar hâle gelen Osmanlı yâdigârı hattatlar, 1936 yılında kısmî bir ferahlığa kavuştular. Şark Tezyînî San'atlar Mektebi'nin o yıl Güzel San'atlar Akademisi'ne (G.S.A.) bağlanması keyfiyeti ortaya çıkınca, bir gece Çankaya sofrasında, yasaklı kalan hattın durumunun ne olacağı devrin Maarif Vekili Saffet Arıkan (1877-1947) tarafından sorulur ve şuurlu bir eski eser koleksiyoncusu olan İstanbul meb'ûsu Salâh Cimcoz (1877-1947) Atatürk'e "Paşam, hat geçmişteki en büyük san'atlarımızdandır. O derecede ki, ben bir Rafael (1483-1520) tablosu ile Şeyh Hamdullah'ın (1429-1520) yazısını aynı zevkle seyrederim. İstikbalde bu eserlerin tamiri lazım gelince dışardan mütehassıs mı arayacağız" sözleriyle konuya sâhip çıkar. Bunun neticesi olarak G.S.A.'ne gelen Maarif Vekâleti emrinde "tezyînî mâhiyette Arab harflerinin de öğretilebileceği" müsaadesi yer alır.

G.S.A.'de "Türk Tezyînî San'atları" şubesi olarak faaliyete başlayan bu bölümün hat muallimliğine Medresetü'l-Hattâtîn'in açılışından beri hocalığını sürdürmüş olan Reîsülhattâtîn Hacı Kâmil Akdik (1861-1941) getirildi. Ancak harf inkılabının doğurduğu nesil farklılığı bunda da kendini gösterdi: Bir genç, hattat olmakla böyle bir vasatta kendisini açlığa mahkûm etmiş sayılmaz mıydı, yazıyı artık kim yazdıracaktı? Osmanlı devrinden beri takdir gören hat üstadları o günlerde yazıdan ne kazanabiliyorlardı ki? İşte bu yüzden sayıları üç-beşi geçmeyen ve hâliyle çekingenlik duyan gençler hüsn-i hat öğrenmeğe çalıştı. Yalnız hat için değil, Türk Tezyînî San'atlarının diğer dallarındaki öğrenciler de mezuniyetlerinde mesleklerini icrâ ederek geçimlerini sağlayabilecek bir çevreye sâhip olamadılar. 1946 yılında G.S.A.'ne hat muallimi olan Halim Özyazıcı'nın (1898-1964) talebesizlikten yakındığına ve mîmârî talebesine; "Yâhu eliniz kaleme, çizgiye alışkın; gelin de şurada hat öğreteyim" diye âdeta yalvardığına bizzat şâhid olmuşumdur.

Otuzlu yılların sonuna doğru, hat san'atına karşı devletin bakışı sınırlı olarak biraz daha yumuşadı. Birkaçı Koca Sinan'ın eseri olan İstanbul'daki bâzı câmilerin esaslı bir şekilde tâmiri gerekince, Vakıflar Umum Müdürlüğü, bunların içinde yer alan sâbit hat örneklerinin onarılması veya yenilenmesi cihetine giderken, eski hattatlara müracaat mecburiyetinde kaldı. Bunlardan Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer (1873-1946) Hâmid Aytaç (1891-1982) ve Halim Özyazıcı gibi eski üstadlar hat örnekleriyle camileri yeniden bezediler. Bu saydığım isimler, "akmasa da damlar" kabîlinden gelen münferid yazı siparişleriyle o günlerde âile bütçelerine, belki boğaz tokluğuna katkıda bulunabilmişlerdir. Cumhuriyet'in ilk yıllarından îtibâren gerek hat, gerekse mûsıkî sâhasındaki mertebesi îtibâriyle unutulmayacaklar arasında yer alan Neyzen Emin Yazıcı (1883-1945) bu mükemmel çağında takdir görmemenin acısını herhalde mevlevî meşrebiyle sîneye çekebilmişdir.

Hat ve tezyînî san'atlara resmî bakışın şahısların kültür birikimlerine göre değişmesine misâl olmak üzere şu hâdise zikredilebilir: 1936-48 yılları arasında G.S.A. müdürlüğünde bulunan Burhan Toprak (1906-1967), geçmiş yüzyıllarda hat ve hattatlara dâir yazılmış kıymetli eserlerden Gülzâr-ı Savâb'ı 1939'da, Devhatü'l-Küttâb'ı da 1942'de Kilisli Muallim Rif'at Bilge'ye (1874-1953) sâdeleştirtip- Akademi kitapları arasında neşrettirmekle beraber, kendisinin Türk Tezyînî San'atları Şûbesi'yle bir türlü yıldızı barışmamıştır. Hâl ve kıyafetleriyle, Mehmed Âkif'in:

Hâlâ ne sakaldan geçebilmiş, ne bıyıktan,

Âsârı da memnun görünür köhne kılıktan.

beytindeki târife uyan bu şubenin hocaları, bütün yenilikçilerin nazarında çağdışı sayılıyordu. Ama yıllar sonra bir Bedri Rahmi Eyüboğlu (1911-1975) onlar için, bakın ne diyecekti: "Şimdiki aklım olsa, bırakmazdım bu işin yakasını. Hiç olmazsa yaşlı hocalarla daha yakın bir ilişki kurar, onlardan yazı üstüne başka şeyler öğrenebilirdim."

Bu menfi tutuma karşı, devrin Maarif Vekili Hasan Âli Yücel (1897-1961) de makamından ayrılana kadar Türk Tezyînî San'atlar Şûbesi'ne bütünüyle sâhip çıkmak ve himâye etmekle âdeta müsbet yönde cevap vermiştir. Bir hâtırasını Üstad Necmeddin Okyay şöyle anlatmıştı: "Akademi'de ebrû yapıyorum ve tekneden çıkardıklarımı kurumaları için ipe asıyorum. Burhan Toprak geldi ve 'Kaldır şu pis şeyleri' sözleriyle keyfimi kaçırdı. 'Lâhavle' çekip işime devam ettim. Biraz sonra kapı açılıp da, yanında Burhan'la içeri giren Hasan Âli Yücel, bana selâm vermeyi filan unuttu ve ipde asılı ebrûlara doğru giderek: 'Hocam, yeni çıkartacağım Güzel San'atlar mecmuasının birinci sayısının kabına konacak eserler işte burada'.. diye biraz önce kötülenen lâle ve sümbül ebrûlarını işâret etmez mi? Burhan'ın hâli görülecek şeydi. Rabbime şükür, hak yerini hemen bulmuştu. Nitekim 1939'da çıkan ilk nüshanın her iki kabına o ebrûlar basıldı". Eski kānuna göre emekliliğe nail olamadan yaş haddinden ayrılan hat muallimlerine her ay bir eser yazdırılıp, o devir için küçümsenmeyecek bir rakam olan 200 TL mukābili G.S.A.'nce satın alınmasını ve burada bir yeni hat koleksiyonu oluşturulmasını da Yücel sağlamıştır.

Yirminci yüzyılda hat san'atının ilk hatırlanacak isimlerinden sayılan Halim Özyazıcı 1963 yılında 65 yaşını doldurduğu için ayrıldığı G.S.A.'daki hocalığı sırasında sâdece misafir talebeye hat dersi verebildi ve tabiîdir ki yeri boş kaldı. Zâten bir yıl sonra da vefat etti. Yerine başka bir hattatın tâyini gündeme geldiğinde Senato üyelerinden Y. Mîmar Feridun Akozan'ın "Muska mı yazdıracağız" istihzâsı o devirde Akademi'ye hâkim olan kanaati göstermek bakımından kayda değer. Asıl istenilen, Türk Tezyînî San'atlar Şûbesi'nin lağvedilmesiydi ve yetmişli yılların başında bu da uygulamaya konuldu. Batı'dan gelip de hat san'atına büyük hayranlık duyan bir Leopold Levy (1882-1966) karşısında, Batı'yı görüp de geçmişinden utananlar doğrusu bizleri de utandırmaktadır!

Halim Özyazıcı'nın vefat yılı olan 1964'den sonra, sadece Necmeddin Okyay ve Hâmid Aytaç gibi ömürlerinin nihâyetine yaklaşmış iki Osmanlı hâtırası hattat, hususî olarak yazı öğretimini sürdürüyorlardı. Bu son iki üstadın vefatıyla onlardan yetişenler hat san'atının yeni temsilcileri oldular ve resmî ilgisizliğe rağmen, vîranede büyüyen incir ağacı misâli, genç nesil bu san'attan kopmadı. YÖK'ün Güzel San'atlar fakültelerine konulmasını istediği Geleneksel Türk El San'atları bölümleri bugün birçok üniversitede kurulmuş ve bunların bâzılarında -şükür ki- hat dalı da açılmıştır. İslâm Tarih San'at ve Kültür Araştırma Merkezi'nin (IRCICA) 1986'dan îtibaren her üç yılda bir tertiblediği milletlerarası hat müsâbakaları da genç hattatların yetişmesine imkân sağlamaktadır. Ancak bizde hâlâ resmî şahsiyetlerin bu san'ata karşı allerjisi sürmektedir. Oysa hat san'atındaki çizgi güzelliği nasıl görmezden gelinebilir? Yabancılar böyle eserleri duvarlarına asmaktan zevk duyarlar, biz ise "acaba laikliğe mi, yoksa harf inkılabına mı karşı sayılırız?" korkusuyla karşımızdaki estetik birikimin farkında olamayız! 10 Eylül 1998'de New York'daki Metropolitan Müzesi'ndeki serginin takdîri ile yer yerinden oynamışdı. Çünkü orada Sabancı Koleksiyonu'ndaki Osmanlı-Türk hattının 71 latîf örneği teşhir olunuyordu.

Cumhuriyet'in 98. Yıldönümünde Hat San'atı gibi gerçekten iftihar edilecek bir san'atımız bulunduğunu ve onun harf inkılabından farklı bir kavram olduğunu hatırlayalım.

Prof. Uğur Derman


Resim 1: Hacı Kâmil Akdik'in, oğlu Ressam Şeref Akdik tarafından yapılan resmi.


Resim 2: Tuğrakeş İsmâil Hakkı Altunbezer bir çini tabak işlerken.


Resim 3: Hattat Neyzen Emin Yazıcı.


Resim 4: Güzel San'atlar Mecmuasının 1. sayısının üst kabı.


Resim 5: Güzel San'atlar Mecmuasının 1. sayısının alt kabı.


Resim 6: Hattat Hâmid Aytaç.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN