Ana rahminden mezara kadar, hayat yolunun tüm safha ve süreçlerinde gördüklerimiz, duyduklarımız, yaşadıklarımız; ruhumuzun derinliklerinde iz bırakır, yer edinir. Dört mevsim de solmayan bitkiler yahut ağaçlar gibi; çiçek açar, meyve verir.
Meyvelerin bir kısmı acıdır, hatta zehirlidir; kimyamızı bozar, hastalık yapar. Bir kısmı da tatlıdır, şifalıdır; kanımıza kan, canımıza can katar.
Bunlar bizim; hatırı sayılır hatıralarımızdır. Şimdiki zamanın gerçekleri, gelecek zamanın hayallerine uzanırken; geçmiş zamanın hatıralarına yaslanır.
Bir başka ifadeyle, hatıralarımız; tutunduğumuz dallar, yürüdüğümüz yollar, kokladığımız güller gibidir. Yaşadığımız her anın ve halin sicil defterlerini ve seyir kayıtlarını oluşturmaları bakımından; paha biçilmez hayat arşividir.
Bilimsel araştırmaların bildirdiklerine göre; insan beyninin "bilinçaltı" merkezlerinden biri, "hatırlama" görevini yapıyor. Beş duyu aracılığıyla, "bilinç üstü" merkezlerine gelen uyarılar yahut uyarıcılar, "çağrışım" mekanizmasını çalıştırıyor; ileti emire, emir umura dönüşüp arşiv kayıtlarına el atıyor.
Hatırladıklarımızın bir kısmından haz alıyor, hoşnut kalıyor; sevinç ve coşku ile karşılıyoruz. Bir kısmı da bize elem ve keder veriyor; üstünü örtmeye, kayıtlardan silip unutmaya, derin kuyulara atıp kaybetmeye çalışıyoruz.
Yakın zamanda, gene evimizi taşıdık; bilmem kaçıncı kere, özel eşyamızı elden geçirdik. Acı hatıraların izleri ve tozları gönüllerimize gölge düşürdü; tatlı hatıraları hatırlatan şeyleri görünce, içten içe sevindik.
Bu arada, bizim evin Hanım Sultan'ı, 35 yıllık deri cüzdanı önümüze koyup; özel gündem oluşturarak, ne kadar değerli bir hatıra olduğunu anlattı. Kendisine aldığım ilk hediye olduğunu, yıllardır büyük bir hassasiyetle saklayıp koruduğunu; gözleri parlayarak hatırladı ve hatırlattı.
Doğrusu, hem sevindim; hem de biraz mahcup oldum. Kuruyup toz oluncaya kadar korunan çiçeklerin, zaman zaman ezberden okunarak tekrar edilen şiirlerin yahut vecizelerin farkındaydım; ancak, bu deri cüzdanın, bunca yıl çeyiz sandığında saklandığını bilmiyordum.
Aile Meclisi'nde; bizden sonra, çocukların hatıraları da sökün etti. Hafıza kayıtlarımız; zaman olarak her birinin hamilelik dönemlerine, mekân olarak yaşadığımız yahut gezip gördüğümüz mahallelere, şehirlere, köylere, yaylalara, ovalara, insanlara, olaylara kadar gitti.
Sonra aile dışına çıkıp; dostlara, akrabalara, arkadaşlara doğru uzandık. Hatta kadim dostlarımızdan birinin, kendi kitabını imzalarken yazdığı; "Seni tanıdığım güne selam olsun, ey aziz dost!" sözünü bile hatırlayıp yorumladık.
Zihinlerimiz coştu; gönül coğrafyamızın içinde bulunan ve muhtelif vesilelerle tarafımızdan görülüp bilinen ülkelere, bölgelere ulaştı. Duygularımız kabardı; göz pınarlarımızdan dökülen yaşlar, yanaklarımızda dolaştı.
Geçtiğimiz günlerde; bebekliğini Bosna'da, çocukluğunu Amerika'da geçirmiş ve gençlik yıllarında Almanya'da yaşamaya karar vermiş bir kızımızı İstanbul'da misafir ettik. Maalesef, iletişim dilimiz İngilizce idi; tercümanlar aracılığı ile anlaşabildik.
Ortak zeminimiz; tarihsel geçmişimiz ve toplumsal hatıralarımız oldu. Kendisini bir miktar Bosna vatandaşı gibi hissetmesi, büyük annesi tarafından tercih edildiğini belirttiği bizim dünyamıza ait ismini sevdiğini ve benimsediğini söylemesi; bizi, aynı kültür ve medeniyet kavşağında buluşturdu.
Bosna ile Türkiye'nin, asırlardır, devlet ve millet olarak dost ve kardeş olduğunu; savaş ve barış dönemlerinde safları sıklaştırıp yan yana durduğunu anlattık. Bosna özgürlük savaşının efsane lideri Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç'in, anne tarafından Üsküdar torunu olduğunu; ölüm döşeğinde iken kendisini ziyaret eden Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı (o zaman Başbakanı) Sn. Recep Tayyip Erdoğan'a, "Ben gidiyorum, Bosnalı kardeşleriniz önce Allah'a, sonra size emanet" dediğini hatırlattık.
Sonunda gördük ki; aramızdaki suni engeller birer ikişer kalktı, sanal mesafeler patır kütür kapandı. O da bizim gibi derin bir nefes alıp; aynı köklü geçmişin, ulu çınarına yaslandı.
Eşini ve çocuklarını seven, sayan, öncelik ve önem sıralamasında listenin baş taraflarına koyan, onlarla bolca vakit geçirip hoşça hatıralar yaşayan bir aile reisi olmama rağmen; bir miktar hayıflanma duygusu içine girdim. Derinden bir iç geçirip; "Keşke onlara daha fazla zaman ayırsaydım, daha çok emek harcasaydım, daha anlamlı ve değerli hatıralar oluştursaydım" dedim.
Anneler ve babalar, öğretmenler ve idareciler, aydınlar ve yöneticiler; kişisel, kurumsal, toplumsal hatıralarımızın hayat hikâyemiz içinde büyük bir yeri ve önemi var. İyi hatıralar iyiliğin, kötü hatıralar kötülüğün kapılarını açıyor, davetini tekrar ediyorlar.
Lütfen dikkat edin, önceleyin, önemseyin; başta yetişme çağındaki çocuklarımız ve gençlerimiz olmak üzere, insanımız için, hatırladıklarında haz alacakları, hoşnut kalacakları hatıralar oluşturun. Beyinlerimizin bilinç üstü merkezlerini de, bilinçaltı merkezlerini de; iyilerin ve iyiliklerin hâkim olduğu, kötülerin ve kötülüklerin def edilip kovulduğu, huzur ve güven dolu bir dünya için çalıştırın.
Sizin örnekliğiniz ve öncülüğünüz; hayat yolunun ve yolculuğunun güzergâh haritaları, istikamet tabelaları olsun. Dünün hatıraları, bugünün gerçekleri, yarının hayalleri aynı denklem içinde yer alsın; birbirlerinin destekleyici yahut tamamlayıcı unsurları haline gelsin.