Arama

Zekeriya Erdim
Aralık 9, 2018
Eğitimin Çanakkale’si yahut 15 Temmuz’u
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Osmanlı Beyliği kurulduğunda; yüzölçümü, 16 bin kilometre kare idi. Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak döneminde; 24 milyon kilometre kareye kadar geldi.

Duraklama ve gerileme dönemlerinde; her bakımdan küçüldük, zayıfladık. İstiklal Harbi sonrasında ise; 780 bin kilometre kareye sıkışmak yahut sığınmak zorunda kaldık.

Bu son kara parçasını korumak ya da kurtarmak için; yediden yetmiş yediye, zorlu bir mücadele verildi. Yedi düvelden, yetmiş iki buçuk milletle; ölüm-kalım savaşına girildi.

En sonunda; "Çanakkale geçilmez" dedik ve dedirttik. Malımızla, canımızla bedelini ödeyip; bağımsızlığımızı ilan ettik.

Fakat gel gör ki, hemen her cephede denize döktüğümüz yahut karaya gömdüğümüz milletler; daha sonra Çanakkale'yi de, İstanbul'u da, Ankara'yı da geçtiler. Dilleriyle, kültürleriyle, sanatlarıyla, siyasetleriyle içimize girip; yurdumuzun ve yuvamızın tüm kalelerini birer ikişer işgal ettiler.

Nesilden nesile intikal eden ruhun, anlayışın, yaşayışın zinciri koparıldı; kuşaklar arasına ulaşılması imkansız mesafeler girdi. Hayatın bütün alanlarında esen ya da estirilen yabancılaşma rüzgarı; uğrunda savaştığımız bütün değerleri yerle yeksan edip devirdi.

Kim olduğumuzu, ne olduğumuzu, nereden gelip nereye gittiğimizi unuttuk. Hafızamız silindi, hayallerimiz çalındı; kendimizi, takma akıllarla ve fikirlerle avuttuk.

Celladımıza aşık olup; gönüllü köleler haline geldik. Özümüzü ve özgüvenimizi kaybedip; bize çizilen sınırlar içinde, uyku ile uyanıklık arasında kaldık.

Çocuklarımızı ve gençlerimizi, yeni yapıya uygun ve uyumlu hale getirmek için; daha çok örgün ve yaygın eğitim kurumlarını kullandılar. İkazlara ve itirazlara aldırmadan, ciddi bir dirençle ve direnişle karşılaşmadan, muhalif unsurları anında bastırıp hayat hakkı tanımadan; az zamanda çok mesafeler aldılar.

Ancak, başımıza vurulan her darbe; bizi biraz daha uyandırdı. Perdeler açıldı, duvarlar yıkıldı; aklımızın ve ruhumuzun karanlık bölgeleri aydınlandı.

Şimdilerde; kaybettiğimiz değerleri geri kazanma yolunda, adım adım ilerliyoruz. Fakat, bazı kalelere çifte kilitler vurmuşlar; bir türlü içeri giremiyoruz.

Kale kapılarının anahtarları; dilde, kültürde, sanatta. Kendi değerlerimiz ve doğrularımız üzerine kurulmuş; yerli ve milli hayatta.

Başlangıç noktası; eğitim sistemindeki yabancı işgal güçlerinin tasfiye edilmesi. Çanakkale Savaşı gibi, 15 Temmuz Direnişi gibi; destanımsı bir mücadele verilmesi.

BİZ KİMİZ?

Geçtiğimiz günlerde, sekiz kişilik aile; bir masa başında toplanıp, "ben kimim" oyununu oynadık. Herkesin elinde iç yüzü diğerlerine dönük bir kart, her kartın üzerinde tutana gizli bakanlara açık birer isim; sırayla, cevabı ipucu olabilecek sorular sormaya başladık.

Elimizde tuttuğumuz ismin kim olduğunu bulabilmek için, diğer oyunculara; "Ölü müyüm sağ mı, kadın mıyım erkek mi, yerli miyim yabancı mı, sanatçı mıyım siyasetçi mi" gibi sorular soruyorduk. Aldığımız cevapları alt alta yazıp, yorumlayarak; tahmin ettiğimiz ismi söylüyorduk.

Bilenler çıkıyor; kalanlar devam ediyordu. Herkese; bilme yahut bulma sırasına göre puan veriliyordu.

İlk bilen ben oldum; çünkü, çocuklar benim kartıma annelerinin ismini yazmışlardı. İkinci bilen hanım oldu; çünkü, onun elindeki kartta da benim adım vardı.

Biz, birbirimizi yakından tanıyorduk; ipuçlarını değerlendirip, çabucak sonuç aldık. Oyunun sonunda; tanıdığımız, bildiğimiz kimseleri daha kolay hatırladığımızı anladık.

O zaman düşündüm ki; bu oyunu geniş kitlelerle oynasak ve kartlarda tarihimizin, kültürümüzün, medeniyetimizin sembol isimleri olsa yeni nesiller ne kadar tanırlardı? Onların bize miras bıraktıkları eserleri okumalarını istesek; kaç cümlesini ya da paragrafını, hangi oranda anlarlardı?

Bu soruların mümkün ve muhtemel cevapları; içime hüzün verdi. Gönlüme koyu bir gölge düştü; ruhum, derin bir dehlize girdi.

Gene de kendimi zorlayıp; bazı isimleri hatırlamaya çalıştım. Bin yıllık tarihi bir kenara bırakıp; belki biraz kurtarırız diye, son yüz yıla baktım.

ONLAR KİM?

Cumhuriyet Türkiyesi'nin siyasi ve askeri lideri, Gazi Meclis'in Kurucu Başkanı Mustafa Kemal'in; adına "Nutuk" dediğimiz uzun bir konuşması var. 15-20 Ekim 1927 Tarihinde yapılan bu konuşmayı; sonradan birileri kitap haline getirip, tekrar tekrar yayınladılar.

Herhangi bir tercümeye yahut sadeleştirmeye ihtiyaç duymadan, aslına uygun olarak korunsa; kimler, ne kadar doğru okuyabilir? Kendilerini "Mustafa Kemal'in askerleri" diye tanımlayan güruh dahil; toplumun yüzde kaçı anlayabilir?

İstiklal Harbi'nin kürsülerde ve minberlerde hatibi, sayfalarda ve satırlarda edibi, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Burdur Milletvekili, Çanakkale Şehitlerine destanı ile Millet'in ve Meclis'in tek andı olan İstiklal Marşı'nın milli şairi Mehmet Akif Ersoy'un şiirleri ya da manzum hikayeleri; "Safahat" adlı eserinde toplandı. Ne acıdır ki; son yıllarda, yeni nesiller anlayabilsinler diye, başka bir dilden tercüme edilir gibi, açıklamalı olarak yayınlandı.

Kurtuluş Savaşı günlerinde din adamı, bilim adamı, gazeteci, yazar kimliği ile halkı milli mücadeleye çağıran ve Birinci Meclis'te Balıkesir Milletvekili olan Hasan Basri Çantay; sonraki yıllarda, Cumhuriyet döneminin en muteber Kur'an Meali'ni yazarak, yeni nesillere miras bıraktı. Ancak, dilde yabancılaşma o dereceye vardı ki; bu üç ciltlik meal, toplumun okuyup anlama alanının dışına çıktı.

Örnekleri sayıp sıralamaktan vazgeçip; acıklı durumumuzun derecesini görelim. Filmi geriye doğru sarıp, Türk-İslam medeniyetinin en eski dönemlerini de anarak ve asırlar boyu kurduğumuz nice büyük devletleri de hatırlayarak; "Biz kimiz, onlar kim?" sorusunun cevabını verelim.

Açık ve net olarak ifade edlim ki; bizi bizden söke söke aldılar. Her türlü hileye, hurdaya, tezgaha, tuzağa başvurarak; dünyanın ve insanlık aleminin huzurunun ve güveninin teminatı olan hamiyetperver kimliğimizi çaldılar.

Devlet-millet işbirliği içinde; yeni bir Çanakkale yahut 15 Temmuz mücadelesi vermeliyiz. Eğitimden, dilden, kültürden, sanattan başlayarak; içimizdeki işgal kuvvetlerinin ve işbirlikçilerinin ellerini kırmalı, inlerine girmeliyiz.

Zekeriya Erdim

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN