Korona virüs sonrası yılların, dünyanın ve insanlık âleminin hafıza kayıtlarında nasıl kavramlaşacağını; yaşayanlarımız göreceğiz, bileceğiz. Yeni tarifler ve tanımlar yapacak, yeni kararlar alacak, yeni tedbirler üreteceğiz.
Etkili ve yetkili şahsiyetlerin beyanlarına göre; "hiçbir şey eskisi gibi olmayacak". Dünyanın dengesi ve düzeni; bugün olduğu gibi yerli yerinde kalmayacak.
Anlaşılan o ki; hayatın bütün alanlarında ve konularında, bir "yeniden yapılanma" süreci yaşayacağız. İşlerimizi ve ilişkilerimizi; bambaşka bir boyuta taşıyacağız.
Yazılımlar, donanımlar, planlar, programlar değişecek. Eğer yaşadıklarımızın yansımalarını teoriden pratiğe dönüştürebilirsek; muhtemelen, yeni bir "hayat modeli" anlayışı ve işleyişi gelişecek.
Biz şimdilik, adına "yeniçağ" diyelim. Genelden özele zum yapıp; bu dönemin "savunma stratejisi" konusunda, ilk akla gelenleri söyleyelim.
ETKİLEYİCİ, BELİRLEYİCİ UNSURLAR
Bizim kültür ve medeniyet değerlerimize göre; korunması gereken "beş ana unsur" vardır. Bunlar, öncelik ve önem durumuna göre; "canın, aklın, dinin, neslin, malın muhafazası" şeklinde sıralanır.
İnsan ve toplum hayatı içindeki türevleriyle birlikte, bütün bu değerlerin mümkün ve muhtemel tehditlere ve tehlikelere karşı korunmasına; kısaca "savunma" diyoruz. Onları korumak, gözetmek, güvenlik çemberi içine alarak emniyet altında tutmak için belirlenen yol ve yöntemlere ise; "savunma stratejisi" adını veriyoruz.
Artık bu konuda da yeni ve farklı bir bakış açısına ihtiyaç var. Çünkü, ülke sınırlarından sızamayan tehditler ve tehlikeler; dijital yollarla, basılı-sesli-görüntülü materyallerle, mallarla, metalarla, ürünlerle, hizmetlerle evlerimize, ofislerimize, ceplerimize, çantalarımıza kadar girebiliyorlar.
O kadar ki; her yer "cephe", her şey "silah", herkes "asker" olabilir. Dâhili ve harici düşman, bizi ve korunması gereken tüm değerlerimizi; hayatımıza dokunan, beş duyu ile algılanan her madde, araç, gereç, vasıta ile vurabilir.
O halde; silah deyince aklımıza sadece orduların ve diğer güvenlik güçlerinin kullandıkları yaygın "konvansiyonel silahlar" gelmemelidir. Bazı maddelerin zehirleyici özelliklerinden istifade edilerek yapılan ve insanlar üzerinde fiziki yahut psikolojik tahrip gücü bulunan "kimyasal silahlar"; genetik yapısı değiştirilmiş virüslerden yahut bakterilerden elde edilip, hasta edici veya öldürücü etkisi olan "biyolojik silahlar"; nükleer enerjinin farklı formüllerle korkunç canavarlara dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkıp yüksek derecede yakıcı, yıkıcı, yok edici özellikler taşıyan "nükleer silahlar"; fay hatlarını tetikleyerek, deprem riskini artıran yahut ortaya çıkaran "sismik silahlar"; yalan haberlerle-yorumlarla, terör ve şiddet eylemleriyle korku ve panik oluşturan "psikolojik silahlar"; medya ve iletişim araçları ile etki ajanlığı yahut algı yöneticiliği icra edilerek toplumları belli alanlara ve konulara yönlendiren "dijital silahlar" ve benzerleri de bu listeye ilave edilmelidir.
Her bir alan ve konu için, "ar-ge" birimleri oluşturup; derinlemesine incelemeli ve irdelemeliyiz. Sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik kurumları ve kadroları; yeni duruma uyumlu ve uygun hale getirmeliyiz.
BÜNYE DİRENCİNİ ARTIRMA
Salgınla mücadele süreci; bazı şeyleri yeniden hatırlamamıza, bazı şeyleri de sıfırdan öğrenmemize vesile oldu. Algı kanalları biraz daha açıldı, bilgi kaynakları daha erişilebilir hale geldi.
Ancak, ahlaka (yani anlayışa ve yaşayışa) dönüşmeyen bilgi, hiç kimseye lazım değildir. Onun içindir ki; temel kaynaklarda, ilmi ile amel etmeyenler "sırtında kitap yüklü eşekler" diye tasvir edilir.
Bu günlerde yeniden hatırladığımız gerçeklerden biri; "bünye direnci" diye ifade edilen savunma sistemlerinin gereği ve önemi. Hücrelerin, dokuların, organların, organizmaların; hem biyolojik hem de psikolojik yönden, mümkün ve muhtemel tehlikelere karşı "hazırlıklı olma" durumlarının değeri.
Fakat, bu tespite önemli bir ilave yapılmalıdır. Artık, "bünye direnci" yahut "savunma sistemleri" konusuna; sadece "kişisel" açıdan değil, aynı zamanda "kurumsal" ve dahi "toplumsal" açıdan da bakılmalıdır.
Kamu yahut özel sektör eliyle yapılan üretimleri, yürütülen hizmetleri; yeni baştan ve tüm detayları ile ele almalıyız. Sadece gümrük kapılarında ve sınır karakollarında değil; ülkenin ve toplumun tüm sahalarında ve sektörlerinde "koruyucu, engelleyici, caydırıcı, denetleyici" mekanizmalar kurmalıyız.
En önemlisi; devletin ve milletin ortak amacı, "doğru ve doğal, sağlıklı ve güvenli yaşamak" olmalı. Tüm sahaların ve sektörlerin uzman kişileri ve kurumları bir olup; insan ve toplum hayatı için, "en ideal" yaşama biçimi her ne ise onu bulmalı.
Her birimiz, "zararı engelleme" ve "faydayı temin etme" noktasında durmalıyız. Umumi ve hususi maslahatlarımız için; hem "iyiliğin ve iyilerin dostu", hem de "kötülüğün ve kötülerin düşmanı" olmalıyız.
Beşikten mezara kadar; her yaş ve seviyedeki insana bunun eğitimini vermeliyiz. Daha yaşanılabilir bir ülke ve toplum, dünya ve insanlık âlemi için; uzun soluklu ve çok boyutlu "yeniden yapılanma" süreci içine girmeliyiz.
Ülkeler arası ilişkilerin temel dinamikleri dahi, yeni savunma stratejisinin gerektirdiği şekilde değişip dönüşmeli. Her zaman, her yerde, herkes için "huzurlu ve güvenli bir dünya" amacına yönelik olarak; yeni dostluklar ve iş birlikleri gelişmeli.
Devrim yıllarında, İran'ın dini lideri Humeyni'nin; Şah Rejimi'nin istihbarat örgütü için kullandığı bir ifade vardı. Taraftarları, "Herkesi SAVAK bilin ama SAVAK'tan korkmayın" sözünü; ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayıyorlardı.
Şimdilerde yahut bundan sonraki günlerde; biz de herkesi "düşman", her şeyi "silah" gibi görecek ama onlardan korkmayacağız. Çünkü dersimizi çalışacak, ödevimizi yapacak; her türlü tehdide ve tehlikeye karşı, alınabilecek bütün tedbirleri alacağız.
İdrak ettiğimiz durum, bizim arzu ettiğimiz değil; isteğimiz ve irademiz dışında kucağımızda bulduğumuz acı bir gerçektir. Eğer mümkün olursa; dünyanın her köşesi "yeryüzü cenneti" haline gelinceye kadar, bu "topyekûn teyakkuz hali" devam edecektir.
Zekeriya Erdim