Var edildiği ve varlık mücadelesi verdiği süre boyunca insanlık âleminin bir temel sorusu ve bir kadim sorunu hep taze kaldı. Doğru cevabı verebilenler, uygun çözümü bulabilenler; iki cihanda da memnun, mesut ve bahtiyar oldu.
Sorumuz "hangi söze, ne kadar itibar edeceğimiz". Sorunumuz ise dünyevi ve uhrevi gayelerimize ulaşabilmek için "kimin işaret ettiği yoldan gideceğimiz".
Bu denklem ya da durum "sözün ve söyleyenin değeri" konusunu gündeme getiriyor. Her zaman, her yerde, her halde ehil ve güvenilir kimselerin söylediği "doğru söz" bizi selamete, ehliyetsiz ve samimiyetsiz kimselerin söylediği "yanlış söz" felakete götürüyor.
Demek oluyor ki, sözün kendisi ile söyleyeni arasında, yakın bir irtibat var. Ağzımızdan çıkan kelimeler yahut cümleler, bizi temsil ediyorlar.
Onun için "söz" ile "söyleyen", bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmelidir. Sözün, hakka ve hakikate yönlendiren kelimelerden, söyleyenin, hak ve hakikat yolunda yürüyen kimselerden olup olmadığına dikkat edilmelidir.
Allah (cc), insanların atası olan Hz. Âdem'e "önce isimleri öğretti". Hayat ağacının hem tohumu, hem toprağı olan ilahi mesajı yahut muhtevayı kelimelerin sırtına sararak, cümlelerin kucağına koyarak "söz" kalıbında söyletti.
Her biri "kelam" sıfatının sahaya inmiş haliydi. Ayetler, Allah'ın kullarına hadisler, peygamberlerin ümmetlerine konuşan diliydi.
Asırlar ve nesiller boyu sözü dinleyerek anlıyor, anladığımızı amele dönüştürerek yaşıyoruz. Eksik ya da yanlış anladığımız ve uyguladığımız zamanlar yoldan çıkıp, uçurumdan aşağıya düşüyoruz.
İstisnasız, bütün peygamberler; yaşadıkları zaman ve mekân dilimi içinde, "insanların en hayırlısı ve en güveniliri" olan kimselerden seçilmişler. Onlar, Allah'tan gelen yahut gönderilen bir "söz" ile görevlendirilmiş; hitap ettikleri toplumlar, adına "kelime-i tevhid" denilen bir söze davet edilmişler.
Hemen hepsine "sesinizi değil, sözünüzü yükseltin" denilmiş. Ayrıca "söylersen hayır söyle, söylemezsen sus" talimatı verilmiş.
Atalarımız, hayat tecrübelerinin özünü-özetini cümlelere dönüştürmüşler; dilden dile, kulaktan kulağa aktarılan "atasözleri" oluşmuş. Aydınların, sanatçıların, bilge kişilerin, yöneticilerin belirli konulardaki ana fikirleri "özlü sözler" yahut "vecizeler" halinde asırlardan asırlara, nesillerden nesillere ulaşmış.
Sözü, gelecek zamanlara taşıyabilmek için; "yazı" icat edilmiş. Kitaplar, ansiklopediler yazılıp basılmış; kütüphaneler kurularak, satırlar yahut sayfalar dolusu söz biriktirilmiş.
Kelimeler, dilin ve düşüncenin taşıyıcı unsurları oldukları için milletlerin en önemli zenginliklerinden sayılmış. Sözlüklerde saklanmış; kültür ve medeniyet binasının anahtarları gibi korunma gereği duyulmuş.
Hocalar okutmuşlar, talebeler okumuşlar. Doğru ve güzel sözlerle insanların ve toplumların hayatlarına dokunmuşlar.
Sonra, sesli ve görüntülü kayıt cihazlarını bulmuşuz. Sözün sesi ile söyleyenin görüntüsünü bir araya getiren arşivler oluşturmuşuz.
Söz de söyleyiş de başlı başına bir "bilim" ve "sanat" dalı haline gelmiş. Son peygamber aracılığıyla insanlık âlemine ulaştırılan ilahi mesaj; söz sanatının da en güzel örneği olmuş.
Sözün ve söyleyenin değeri ne kadar fazla ise ömrü de o kadar uzun sürmüş. Gönüllere dokunan, meclislerde okunan sözler insan ve toplum hafızasına kök salıp kalıcı hale gelmiş; diğerleri, zaman rüzgârının önündeki çöp parçası yahut toz zerresi gibi savrulup süpürülmüş.
Biz, "söz medeniyeti" mirasçılarıyız ve onun değerler sistemi içinde yaşıyoruz. Ruhlar âleminde Rabbimize verdiğimiz "kulluk" sözünü tutmak için nefsimizi ve neslimizi, kem sözlerden korumaya çalışıyoruz.
Allah (cc), bizim talip olduğumuz ismin ve sıfatın sınırlarını Zümer suresi ayet 18'de çizip; "Onlar bütün sözleri dinlerler ve en güzeline uyarlar" diyor. Peygamber Efendimiz (sav) ise; "sözlerin en güzelinin Allah'ın kelamı olduğunu" söylüyor.
Hz. Ali (ra) sözü; "dozunda ve doğru kullanılması gereken" ilaca benzetmiş. Mevlana, kevnî ayetlere yahut âlemdeki sistematiğe dikkati çekerek "Dinleyen ve anlayan kimseler için, yerler ve gökler hep sözdür" demiş.
Atalarımız "tatlı dilin yılanı deliğinden çıkaracağını" söylemişler. Arkasından, "acı sözün de insanı dinden çıkaracağını" belirtmişler.
Yaratılış olarak iki gözümüz, iki kulağımız, bir ağzımız var. İlim ve irfan ehli kimseler, bu gerçekten yola çıkarak; "iki görüp iki dinledikten sonra bir söz söylemeyi" tavsiye ediyorlar.
Şüphesiz, gördüklerimiz ve duyduklarımız; bilinçaltı ve bilinç üstü merkezlerinin süzgecinden geçiyor. Akli melekeleri sağlıklı çalışanlar; bir de gönlüne danıştıktan sonra söylenecek sözü ve sözüne itibar edilecek kişiyi seçiyor.
Artık, söze de söyleyene de daha fazla dikkat etmemiz gereken bir dünyada yaşıyoruz. Söylediğimiz ve dinlediğimiz kelimelerle, cümlelerle yaşadığımız her yere, "iyilik" ya da "kötülük" taşıyoruz.
Zekeriya Erdim