Devlet ve toplum yönetiminde, "yetki" sahibi olmakla "sorumluluk" sahibi olmak arasında denklik vardır. İnsanların, Allah'a ve kullara karşı sorumluluklarının sınırları "yapabilme" yahut "güç yetirebilme" imkânları kadardır.
Herhangi bir alanda, konuda, yerde "etkili" veya "yetkili" olan kimselere eskiden "efendi" yahut "sahip" denirdi. Dilimizde ve düşünce dünyamızda "koruyan, gözeten, sahip çıkan, destek olan, hizmet eden, ihtiyaç gideren kimse" anlamına gelirdi.
Ayrıca ve ilaveten, tamamlayıcı unsur olarak "kavvam" deyimi vardı. Bu sıfatı taşıyan yahut sorumluluğu üstlenen kimseler "adaletli davranarak doğru hüküm veren, halis niyet ve üstün gayret ile iyi hizmet gören, hükmü yahut himayesi altında bulunan malları ve canları özenle koruyup gözeten yönetici" olarak tarif edilir, tanımlanırdı.
Meşhur rivayete göre, Peygamber (SAV) Efendimiz, kendisi ashabına su dağıtırken yanlarına gelip "Bu kavmin efendisi kimdir?" diye soran adama "Kavmin efendisi, ona hizmet edendir" demişti. Bir başka rivayette ise "İnsanların en hayırlısının, insanlara en fazla faydalı olan kimseler olduğunu" söylemişti.
Türk-İslam tarihi boyunca binlerce vakıf kurulmasının, medeniyetimizin kelimenin tam anlamıyla bir "vakıf medeniyeti" haline gelmesinin temelinde işte bu ruh ve zihniyet vardır. Allah'ın, Âl-i İmran suresi ayet 114'deki "Onlar, hayırlı işlere koşarlar ve birbirleriyle hayırda yarışırlar" mealindeki tarifine, tanımına uymaya çalışan Müslümanlar; sadece insanlara değil, bitkilere ve hayvanlara bile hizmet etmek için vakıf kurmuş, vâkıf olmuşlardır.
Aslında hepimiz bir şekilde, bir şeylerin yöneticisiyiz. En azından âlemlerin ve içindekilerin Rabbi olan Allah'ın bize emanet ettiği mallarımızın, canlarımızın, işlerimizin, imkânlarımızın kavvamı, sahibi, efendisiyiz.
Kanuni Sultan Süleyman, bir gün sohbet ederken yanındakilere, "Milletin efendisi kimdir?" diye sormuş. Onların, "Padişahımız efendimizdir" deyişlerine itiraz edip; "Hayır, milletin efendisi köylüdür; çünkü onlar, ziraat ve hayvancılık yaparak, ürettikleriyle bizi doyuruyorlar" cevabını vermiş.
Bu bakış açısının, bir de Bulgaristan örneği vardır. Sofya'da kalburüstü aydınların, yöneticilerin, diplomatların sıkça gidip kahvaltı yaptıkları pastane ile ilgili bir hikâye anlatılır.
Bir sabah, elinde bohçası ile oraya gelip kahvaltı yapmak isteyen köylüye garsonlar itiraz ederler. Müşteri olarak kabul etmezler ve çıkıp gitmesini isterler.
Adam ısrarla ve inatla bir masaya oturup, talep ettiği şeylerin gelmesini bekler. Kendisini çıkarmaya çalışanlara hitap ederek; "Sattığınız ürünlerin ununu, yağını, etini, sütünü, sebzesini, meyvesini ben üretiyorum. Siz, benim ürettiklerimi bana vermiyorsunuz öyle mi? Kesinlikle çıkmayacağım. İsteseniz de istemesiniz de kahvaltımı burada yapacağım" der.
Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında, bizim toplumsal hafızamıza da benzeri bir kayıt düşmüş. Hizmet edenin, katma değer üretenin kadrini, kıymetini bilme anlayışı; "Köylü milletin efendisidir" sloganına dönüşmüş.
Bundan daha kapsayıcı ve kuşatıcı bakış açısı ise; "Halka hizmet, hakka hizmettir" diye özetlenmiş. Allah'ın rızasını gözeterek kula hizmet etmenin, yaratandan ötürü yaratılanı aziz bilmenin, yapılan her iyi işi ibadet gibi görmenin kazancı için; Mevlana'nın diliyle, "Halka hizmet ederek kazanacağın gönül gözü sayesinde, bu gördüğün renklerden başka renkler de görürsün. Adi taşlar yerine inciler, mücevherler bulursun. Engin denizlere dönüşürsün, yerleri ve gökleri aydınlatan güneş olursun" denmiş.
Her sınıf ve seviyedeki kimse, işini "iyi" yaparsa; evimiz ve ailemiz, ülkemiz ve toplumumuz, dünyamız ve insanlık âlemimiz için hayat huzurlu ve güvenli olur. İçimizden bazıları, "kötü" olma yolunu seçer yahut durumuna düşerse onların etkili, yetkili oldukları alanlarda ve oranlarda, dengemiz ve düzenimiz bozulur.
Geçmişte olduğu gibi günümüzde de iki tür sahip, efendi, kavvam var. Peygamber (SAV) Efendimizin beyanına göre; kimileri "hayra anahtar, şerre kilit", kimileri de "şerre anahtar, hayra kilit" oluyorlar.
Güç, imkân, mevki, makam sahibi olduktan sonra halka tepeden bakanları da tevazu hırkası giyinip kendisini onların içine katanları da biliyoruz. Evinde ve ailesinde, işinde ve işletmesinde, özel sektörde ve devlet dairesinde "hâdim" olup hizmet etmeye çalışanları da "hâkim" olup hükmü altına almaya çalışanları da görüyoruz.
Nefsimizin ve neslimizin selameti, istiklalimizin ve istikbalimizin teminatı için hayatın bütün alanlarında ve konularında, bize ve değerlerimize hakkıyla sahip çıkacak kimseleri tercih etmeliyiz. Kendimize sahip, efendi, kavvam, yönetici olarak; "halka hizmeti hakka hizmet görenleri, hayra anahtar şerre kilit olanları" seçmeliyiz.
Bu bizim hem hakkımız, hem de görevimizdir. Sürece sahip çıkmadan, sonuca sahip olamayız; ne ekersek onu biçeceğimiz, ne pişirirsek onu yiyeceğimiz, baştan bellidir.
Zekeriya Erdim
02.04.2023 – Zekeriya Erdim