Hayat öyle bir denge ve düzen ile var edilmiş ki; bazı konularda acele etmenin, bazı konularda da geç kalmanın riskleri var. Bu iki durumu birbirinden ayırt edip, anın vacibine uygun davrananlar; daha hayırlı ve bereketli bir ömür geçiriyorlar.
Biz burada, daha çok acele edilmesi yahut erken harekete geçilmesi gereken şeyler üzerinde duracağız. Gün doğmadan, güneş ağmadan önce uyandırılması gereken unsurların kapısını çalacağız.
Çocukluk yıllarımızda, büyüklerimiz; "sosyal denklem" cinsinden bir söylemi, yeri geldikçe tekrar ederlerdi. Mani formatında ve kafiyeli bir şekilde; "Bağa giren gül alır, / Tez evlenen döl alır; / Bu dünya işte böyle, / Erken çıkan yol alır" derlerdi.
Kimi zaman da olaya yahut duruma uygun düşen bazı atasözlerini hatırlıyor ve hatırlatıyorlardı. Mesela; "Erken kalktım işime, şeker kattım aşıma" sözü ile güne erken başlamanın önemini vurguluyor, "Yedi adım önce çıkana, yetmiş adımda yetişilmez" diyerek geç kalmanın muhtemel sonuçlarını dile getiriyorlardı.
Ayrıca, "Bu günün işini yarına bırakma" cinsinden uyarılar. Gerekçe olarak, "Elden kalan elli gün kalır" atasözü var.
Aslında, hepimiz; ana rahminden başlayıp mezara kadar devam eden bir yolun ve yolculuğun içindeyiz. Uğradığımız yahut ulaştığımız bağlardan, bahçelerden; daha fazla çiçek, meyve, yemiş toplamanın peşindeyiz.
İstanbul'un ve İstanbulluların hafıza kayıtlarında, "Beylerbeyi vapuruna dönmesin" diye bir söz vardır. Hanımefendilerin ve beyefendilerin, "Efendim buyurun" derken ve "Estağfurullah, önce siz buyurun" diye nezaket gösterirken vapuru kaçırdıkları anlatılır.
Kültürümüzde ve edebiyatımızda gül, sevginin sembolü olarak bilinir. Sevgiliye, "Seni seviyorum" demek için; kırmızı gül takdim edilir.
Ancak, geç kalınır yahut sürüncemede bırakılırsa; güller gibi sevgiler de kuruyup solar. O zaman, gönül kâsesine; vuslat şerbeti yerine, ayrılık zehri dolar.
Rivayete göre, adamın biri, gönlünün meylini muhatabına belli etmekte geç kalmış. Gençliğin baharı, yetişkinliğin yazı geçtikten sonra; ömrünün son baharında, yıllardır yolunu gözleyen sevgilinin kapısını çalmış.
Biraz mahcup, biraz pişman bir söyleyişle; "Halen bir ümit var mı?" diye sormuş. Saçlarına ak düşmüş sevgili; "Bahçeme gir, geri adım atmadan yürü, bulabildiğin en taze ve en güzel gülü getir" diyerek gizemli bir kurgu oluşturmuş.
Adam, hep daha güzelini bulmaya çalışırken; bahçenin sonuna varmış. Önünde sadece, kurumuş ve solmuş bir gül kalmış.
Dünya bahçe, devşirmeye çalıştığımız şeyler sevgili gibidir. Daha iyisini bulmaya, almaya çalışırken; ömür sermayemizin sonu gelir.
Mevlana; "Hayat bir uykudur, ölünce uyanır insan; / Sen erken davran, ölmeden önce uyan" diyor. Şeyh Sadi Şirazi ise; "Şarap sarhoşunun gece yarısı, sakinin sarhoşunun mahşer sabahı uyanacağını" söylüyor.
Necip Fazıl Kısakürek de insan hayatının bu en büyük gafletlerinden birine dikkat çekmiş. "Gençliğine güvenip de vakit çok erken derken; / Bir de bakmışsın, elveda bile diyememişsin giderken" mısraları ile özetlemiş.
Yaşamak, doğum ile ölüm arasındaki zaman dilimi değil; derlediğimiz güllerin, ürettiğimiz değerlerin toplamıdır. Sular ne kadar gür akarsa aksın; hayata uyanmayanların testisi, hep boş kalır.
Kaçırdığımız fırsatlar, öldürdüğümüz zamanlar var. Suyunu dökmediğimiz, kahrını çekmediğimiz fideler ve fidanlar; ya kuruyup soluyor, ya ayrık otlarına gübre oluyorlar.
Küçük ihmaller, büyük kayıplara sebep oluyor. Aslı üretilip tezgâha konulmayan şeylerin yerini sahtesi alıyor.
Tabiat boşluk kabul etmiyor; oksijenin boşalttığı yere, karbondioksit dolduğunu görüyoruz. İçinde bulunup bakımını yapmadığımız bahçelerin, bizim olmaktan çıktığını biliyoruz.
Ana, güne, haftaya, aya, yıla, hayata erken başlamalıyız. Yaşadığımız her anı, humuslu toprak gibi işlemeliyiz.
Gözümüz de gönlümüz de gaflet uykusunda olmamalı. Yuvamız da yurdumuz da sahipsiz kalmamalı.
Biz uyurken, şeytanın da düşmanın da uyanık olduğunu ve olacağını bilmeliyiz. Sınırlarımız için nöbette, değerlerimiz için tetikte ve teyakkuz halinde kalmalıyız.
Yol yürümekle, kar kürümekle biter. Ahalisi azimli ve gayretli olan köyün, horozu erken öter.
Evlerimizde ve işyerlerimizde, sosyal ve siyasal çevrelerimizde; yapılması yahut tamamlanması gereken işler, düzeltilmesi gereken yanlışlar var. Tembeller yola çıkmaya hazırlanırlarken; çalışkanlar, işlerini bitirip dönmüş oluyorlar.
Hayat, erken kalkanlara cömert, geç kalanlara cimri davranıyor. Yaratılış, var ediliş gayesini unutup başka sevdaların peşine düşenler; iki cihanda da aldanıyor.
Yaşadığımız çevre ve ortamlarda, işler yolunda gitmiyorsa; sebebi, bizim sorumluluklarımızı yeteri kadar yerine getiremiyor olmamızdır. Güneşin doğuşuna, dünyanın dönüşüne yetişemeyip; nöbet yerlerimize geç kalmamızdır.
Zekeriya Erdim