İnsanlar arasında zaman zaman ortaya çıkan sosyal ve psikolojik bir hastalık var. Uzmanlar bunun adına "şefkat yorgunluğu" diyorlar. Akla ve ruha yük olan, yara açan, yorgunluk veren, iç acıtan olayların-durumların sonucu oluyor. İnsanın hayat enerjisi azalıyor, yaşama coşkusu kayboluyor, her bakımdan "tıkanma" noktasına geliyor.
Dargınlıklar, kırgınlıklar, çaresizlikler, yoksunluklar, yanılgılar, pişmanlıklar, hayal kırıklıkları, aldanmışlıklar, ihmaller, duyarsızlıklar, üzüntüler, karamsarlıklar, çelişkiler, tutarsızlıklar, zulümler, haksızlıklar, günahlar, çılgınlıklar "sebepler" zincirinin birer halkaları. Yaşanmışlıkların geride bıraktıkları sel artıkları yahut zihnimize ve gönlümüze oturan sevimsiz hatıra tortuları.
Çaresi, çözümü; iç alemde kendimizle dış alemde bizi bu hale düşüren şeylerle yahut kimselerle "yüzleşmek, hesaplaşmak". Kendisini değiştiremediğimiz olayların ve durumların tanımını değiştirip farklı bir pencereden bakmak.
Arayacağımızı aramak, bulacağımızı bulmak, öğreneceğimizi öğrenmek, soracağımızı sormak, alacağımızı almak, vereceğimizi vermek; böylece geçmişimizi aklayarak, ayıklayarak "ibra" etmek. Borçlarımızı ödemiş, alacaklarımızı tahsil etmiş, moralimizi ve motivasyonumuzu yükseltmiş olarak yeni bir aşkla şevkle heyecanla geleceğe yönelmek.
Sözünü ettiğimiz fikri ve fiili eylem hem hak, hem sorumluluk, hem de bir büyük erdemdir. Yükümüzü azaltır, hızımızı artırır, verimlilik katsayımızı yükseltir.
Tövbe etmek, arınmak, durulmak, halleşmek, helalleşmek olarak da tanımlayabiliriz. Kendimizle ve çevremizle barışmak, uzlaşmak, sulhu ve sükuneti sağlamak da diyebiliriz.
Bu durum kişilerin ve kurumların, ülkelerin ve toplumların, dünyanın ve insanlık aleminin tamamı için geçerli. Yakından uzağa doğru, parça-bütün ilişkisi içinde her biri zaman zaman kendisini güncelleyip "yüzleşme, hesaplaşma" süreci içine girmeli.
Aksi taktirde ağrılar, sancılar devam eder. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de potansiyel enerjimizin önemli bir kısmı boşa gider. İşe evimizden ve ailemizden başlayabiliriz. Gücümüz ve imkanımız nispetinde elimizin erdiği - gözümüzün gördüğü her yere ve her kimseye taşıyabiliriz.
Devlet ve millet olarak da buna ihtiyacımız var. Defterini düremediğimiz, hesabını göremediğimiz şeyler sırtımıza yük, ayağımıza pranga olup hızımızı kesiyor, yürüyüşümüzü engelliyorlar.
Yüzleşmek, hesaplaşmak; kavgalı, gürültülü, kapışmalı, çatışmalı olmak zorunda değildir. Adil ve makul bir dille, üslupla, yolla, yöntemle, sulh ve selamet içinde yapılabilir.
Önce ortak paydalarımızı belirleyip koruma altına alabiliriz. Ayrı gayrı düştüğümüz konularda "ötekinin hakkına, hukukuna saygı göstermek" şartıyla herkesi kendi tercihlerinde özgür kılabiliriz.
Böylece "çoklu kültür, çoklu toplum" zeminini oluşturmak mümkün olur. Herkes kendi değerler dünyasının içinde, başkalarının değerler dünyasının dışında kalır.
Peşin kabullerin ve retlerin tezgahından, tuzağından çıkarak ülkemizin ve toplumumuzun, dünyamızın ve insanlık aleminin tarihini iyi okuyup olduğu gibi görmeliyiz. Sosyal, kültürel, siyasal, ekonomik, bilimsel, teknolojik, askeri, diplomatik, dini, ideolojik alanların-konuların öncülerini, liderlerini, kahramanlarını aşırı övgülerle göklere çıkarmadan, abartılı yergilerle yerlere batırmadan, olumlu ve olumsuz yönleriyle eksiksiz ve yanlışsız olarak bilmeliyiz.
Din kardeşlerimizin, kan kardeşlerimizin, dost ve akraba toplulukların yaşadıkları ülkelerle, bölgelerle ilgili işlerimizi, ilişkilerimizi gözden geçirmemiz gerekir. Gönül coğrafyamızın her karış toprağı için durum değerlendirmesi yapılıp eksiklerimizi tamamlama, yanlışlarımızı düzeltme niyeti, gayreti içine girilmelidir.
İnsanların ve toplumların en güçlü motivasyon kaynağı olan örfleri, adetleri, gelenekleri, görenekleri, inanışları, yaşayışları "tahkiki iman" hassasiyeti ile ele alıp irdelemeliyiz. Değerler dünyamızın temelini oluşturan dini hayatımızı, hak ve hakikat terazisinde tartıp; ihmal ve istismar kapısını kapatacak tedbirler üretmeliyiz.
Sadece insanlarla değil içinde bulunduğumuz çevre ve ortamların tüm unsurlarıyla yahut bileşenleriyle adil, makul, doğru ilişkiler kurmalıyız. Herkes için ve her şey için "zararı engelleme, faydayı temin etme" tavrı içinde bulunmalıyız.
Bu tavır, ister istemez alemin ve içindekilerin sırlarını çözme, sınırlarını tespit etme ihtiyacını doğurur. Doğal olarak yaratılış kanunlarına ve yaşayış kurallarına uygun bir düzen kurulur.
Ayağımızla toz kaldırıp ağzımızla yutma ahmaklığından kurtuluruz. İnanılır, güvenilir, adil, dürüst, şefkatli, merhametli, vicdanlı, faziletli olmayı ortak payda haline getirir birlikte huzur buluruz.
Gönlümüz asit yapmış, ruhumuzun midesi bulanmış, aklımızda kıymık kalmış, bedenimize iğneler saplanmış olarak yaşayamayız. Ayağımızdaki paslı prangalar kırılmadan dünyevi ve uhrevi gayelerimize doğru yürüyemeyiz, koşamayız, uçamayız.
Zekeriya Erdim