Arama

  • Anasayfa
  • Analiz
  • İklim değişikliğinin önlenmesinde Çin'in yükselişi

İklim değişikliğinin önlenmesinde Çin'in yükselişi

Karbon salımında dünya ikincisi olan ABD’nin, Trump’ın Paris iklim anlaşmasından çekilme kararıyla birlikte, Çin’i küresel bir ‘yalnızlığa’ mı, yoksa ‘liderliğe’ mi ittiği pek çok uzman tarafından sorgulanıyor.

İklim değişikliğinin önlenmesinde Çin’in yükselişi
Yayınlanma Tarihi: 23.06.2017 00:00:00 Güncelleme Tarihi: 23.06.2017 15:15

ABD Başkanı Donald Trump'ın Paris iklim anlaşmasından çekilme kararının ardından çok yönlü küresel tartışmalar başladı. Kararın iç politikada ve küresel çevrelerde yansımaları sürerken, AB'nin Çin ile kurmayı hedeflediği daha güçlü bir iklim değişikliği ittifakı Çin'i odak noktası haline getirdi. Karbon salımında dünya ikincisi olan ABD'nin, Trump'ın kararıyla birlikte Çin'i küresel bir 'yalnızlığa' mı, yoksa 'liderliğe' mi ittiği pek çok uzman tarafından sorgulanıyor.

Myron Ebell etkisi

Anlaşmaya tam uyumun on yıl içerisinde ABD'nin gayri safi milli hasılasını 2,5 trilyon dolara azaltacağını söyleyen Trump, bu durumun Amerikan ekonomisine zarar vereceğini her fırsatta dile getiriyordu. Ancak Trump'ın verdiği bu kararda, ekonomik endişeler kadar siyasi sebepler de ağır basıyor.

Paris anlaşmasından çekileceğini açıklamasıyla Trump, başta uluslararası tüm anlaşma ve paktlardan sorumlu olan ABD Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson olmak üzere iş dünyası liderlerini, kamuoyunun çevreye duyarlı kesimlerini kontrolü altına almayı hedefledi. Çünkü Tillerson ve diğerleri, gelecekte kararlar alınırken masada bir yer tutmak için Paris anlaşmasında kalmanın daha ihtiyatlı bir tutum olacağına inanıyorlardı. Ancak Başkan Trump, danışman Stephen Bannon, EPA (Amerika Birleşik Devletleri Çevre Koruma Ajansı) Başkanı Scott Pruit ve Rekabetçi Kurumsal Enstitüsü (CEI) direktörü Myron Ebell liderliğinde oluşturulan küçük bir ekibin tavsiyelerini izledi ve böylelikle Paris anlaşmasını imzalamayan Suriye ve Nikaragua ile aynı sınıfa girmeyi tercih etmiş oldu.

Özellikle Ebell, Paris anlaşmasından çekilmeyi destekleyen bir politika merkezi olan CEI ile ABD'nin siyasi ve ekolojik yönünü değiştirmesine sebep olabilecek doğrudan ve dolaylı bir nüfuza sahip. Trump'ın seçim çalışmaları sırasında verdiği çekilme sözünü tutup tutmayacağı konusunda bir ikilemde olduğu haberlerini takiben Ebell, uluslararası çevre anlaşmalarından çekilme vaatlerini içeren bir videoyu CEI aracılığıyla dolaşıma sokarak Trump'a oy verenlerin desteğini aldı ve dolayısıyla Trump'ın kararını etkilemeyi başarmış oldu. Ebell Trump'a altı aylık geçiş döneminde, iklim değişikliğinin önlenmesine ve karbon emisyonlarının düzenlenmesine ilişkin Obama'nın imzaladığı kararların yürürlükten kaldırılmasını önermişti. Neticede tüm bu gelişmeler, Trump'ın göreve başladıktan sonra bu önerileri yerine getirdiğini gösteriyor.

Öte yandan, çevre politikalarını etkilemedeki ısrarlı tavrıyla sicili bir hayli kabarık olan Ebell, Paris anlaşmasının 2015'te son aşamasına gelmesinden birkaç ay önce, Barack Obama'nın 'Temiz Enerji Planı'nın "yasadışı" olduğunu iddia eden yazısıyla çevre aktivistleri tarafından "çevre canisi" olarak adlandırılmış ve sert bir şekilde eleştirilmişti.

Karar sonrası güçlenen AB-Çin ittifakı

Trump'ın kararını açıklamasının hemen ardından, vakit kaybetmeden Brüksel'de bir araya gelen Çin Başbakanı Li Keqiang ve Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk, iklim değişikliği ile mücadele konusunda Çin ve AB arasında "daha güçlü bir ittifakın oluşturulması" yönündeki niyetlerini bildirerek Paris anlaşmasına bağlılıklarını teyit ettiler. Bu ikili toplantıda Eylül ayında bakanlar düzeyinde bir görüşme yapılması kararı da alındı. Böylece Pekin ve Brüksel, Washington'ın çekilme kararının ardından ciddi anlamda ilk adımı atmış oldular.

Karbon emisyonlarının azaltılmasına yönelik küresel çabalara Çin ile birlikte öncülük etmek için özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde yaygın bir istek var. Bu durum, AB Emisyon Ticareti Sistemi'ne kendi programıyla destek sağlamayı hedefleyen Çin'e AB'nin 10 milyon avro vermeyi kabul etmesinden de açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Pekin ve Brüksel'in bu ikili görüşmeleri, Brüksel'in Paris anlaşması konusunda Washington'dan ümidini tamamıyla kestiğini ve ibreyi Çin'e doğru ciddi bir şekilde kaydırmak istediğini gösteriyor. Ayrıca iklim değişikliği konusunda on yılı aşkın bir süredir Kyoto protokolü çerçevesinde işbirliği yapmakta olan AB ve Çin, bu yeni görüşmelerle, iklim konusundaki ikili katılımlarının yoğunlaştığını gösteriyor.

Çin iklim lideri olabilir mi?

AB'nin Çin ile kurduğu iklim değişikliği işbirliğinin, Trump'ın kararıyla bir anda ivme kazanmasının ardından, Çin'in bu konuda küresel bir lider olup olamayacağına dair tartışmalar başladı. Daha önce ABD'nin Trans Pasifik Ortaklığı'ndan çekilmesiyle de gündeme gelen Çin, yine bir küresel liderlik tartışmasıyla karşı karşıya kalmış oldu.

Konuyla ilgili pek çok uzman, Çin'in dünyanın yeni çevre lideri olarak hızlı bir şekilde yükselebileceğini söylüyor. Geçtiğimiz hafta New York Times'ta yayımlanan bir makalede, kararın "Washington'ın dünyanın dört bir yanında bıraktığı bu boşluğu doldurmaya hevesli Çinlilere en büyük stratejik hediyesi" olarak değerlendirilmesi bu tartışmaları destekler nitelikte. Ayrıca AB liderlerinin yanı sıra, ABD'de de Çin'in iklim liderliği konusunda desteklenmesi gerektiğini savunan isimler var. Örneğin Enerji Sekreteri Rick Perry, Çin'i iklim değişikliği konusunda "adım atarak ABD'nin yerini doldurmak için ciddi bir girişime" davet etti.

Ancak tüm bu gelişmeler, iklim değişikliğindeki liderlik gerçekten stratejik bir armağan olarak değerlendirilebilir mi, Pekin bu liderliği istiyor mu, her şeyden önce, bunu hak ediyor mu sorularını da akla getiriyor.

Çin, Paris anlaşmasının gereklerini yerine getirmek ve iklim değişikliğine sebep olan karbondioksit salınımında yüzde 29'luk oranla dünya birincisi olmanın yükünü hafifletmek için, iklim değişikliği konusunda çeşitli yatırımlar yapıyor. Örneğin 2016 yılında yenilenebilir enerjiye 78,3 milyar dolarlık yatırım yaparak Avrupa ve Amerika'yı geride bırakmış oldu. Buna ek olarak Çin, yenilenebilir elektrik kapasitesi açısından da dünyada birinci sırada. Öte yandan kömürle çalışan elektrik santrallerini, özellikle zengin ve kirliliğe duyarlı kıyı illerinden kaldırmasına rağmen Çin, kömürden kimyasal üretim sağlayan tesislerinin sayısını da artırıyor. Hali hazırda 46 kimyasal üretim tesisine, şuan inşaat aşamasında olan 22 tesisin eklenmesiyle beraber, Çin'in 2016 yılında 10 milyon metrik ton olan karbon salınımına 193 milyon ton daha eklenmiş olacak. Ayrıca geçen hafta resmi haber ajansı Xinhua'nın yayımladığı rapora göre, Çin'in kuzeyinde 14 bin işletmenin çevre standartlarını karşılamada başarısız oldukları açıklandı.

Bir yandan iklim değişikliğini önlemek için yatırımlar yaparken öte yandan karbon salınımını artıran Çin endüstrisinin de giderek ivme kazandığının farkında olan bazı analistler, iklim değişikliği konusunda "Çin liderliğinin" henüz gerçekçi olmadığını ifade ederek, Çin'e böyle bir küresel liderlik yüklemek için henüz çok erken olduğunu savunuyorlar. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping'in de yükselen bir güç olan Çin'in küreselleşmeyi sürdürebilecek standartlarına ve kurumlarına güvenirken iklim konusunda yaptığı açıklamalarında henüz bir liderlikten bahsetmemesi bu konuda daha ihtiyatlı hareket ettiğini gösteriyor.

Sonuç olarak, Trump'ın çelişkili dış politikasının ve ABD'yi tecride sürükleyen eğilimlerinin, Çin'in küresel açılımlarını olumlu şekilde etkilemeye başladığı görülüyor. Trump "Önce Amerika" sloganıyla içe dönük politikalar hedeflerken, Çin ülke çıkarlarını dışa dönük hedefleriyle birleştirmeye çalışıyor. Bu iki eğilim devam ederse, Trump yalnızca ABD'yi sınırlamayı başarırken, ABD'nin bıraktığı boşluğu doldurmak üzere Çin global etki alanını büyük ölçüde genişletebilir. Fakat Çin'in uzun vadede başarılı olabilmesi, AB'nin ya da farklı kurumların ona 'yüksek yetkiler' vermesini beklememesine, bu yetkileri kendi bileğinin gücüyle elde etmek için çalışmasına bağlı.

SELİN ÇALIK MUHASİLOVİÇ - AA

2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN