'Sihirbazlar secdeye kapandı, biz Musa ve Harun'un rabbine iman ettik dediler' (Taha, 70):
Sihirbazlar Hz. Musa'da neyi gördü?
'Kamili kamil bilir, peygamberi peygamber bilir, Allah'ı Allah bilir.' Tanrı'dan çokluğun nasıl çıktığını izah etmek üzere başvurulan Yeni Platoncu 'Bir'den bir çıkar' ilkesinin epistemolojik neticeleri olan bu hükümler tasavvufun bilgi teorisinin en önemli yönü olan benzerlik ve bilmek ilişkisini izah eder. Sufiler bilgi ile benzerlik arasındaki ilişkiyi tesis etmek üzere dikkatleri bilme-öğrenme sürecinde öznede gerçekleşecek başkalaşmaya çekmiş, tasavvufu da hal veya tahavvül (halden hale girmek), yani öznenin bilmek istediği şeyin niteliğine ve durumuna benzemekle neticelenecek olan gerçek bir değişim olarak yorumlamışlardı.
Bir şeyin zıddı olan başka bir şeyi bilmesi veya onun tarafından bilinmesi söz konusu olmadığı gibi iki zıddın arasında tesir ve teessür ilişkisinin gerçekleşmesi de mümkün değildir. Bir şeyin ötekine tesir edebilmesi aralarındaki irtibata bağlıyken aynı zamanda bilmek bu irtibat sayesinde mümkün, bu irtibat tarafından belirlenen bir süreçtir. Hal böyle olunca şunu dememiz kaçınılmazdır: Bir'i bir bilir, hatta bir şey ancak kendini bilir. Büyük metafizikçi Sadreddin Konevi'nin eserlerinin ana fikrini teşkil eden bu cümleler bütün evrelerinde tasavvufun temel konularının zihinsel arka planını anlatır. Öyle ki, tasavvufu anlamak, bu cümlelerin farklı alanlardaki izlerini takip edebilmeye bağlıdır.
Metafizikçilerin yaklaşımını kabul ettiğimizde, bunun istilzam ettiği neticeleri takip edebilmeliyiz. Mesela Taha suresinde beyan edilen sihirbazlar ile Hz. Musa'nın karşılaşmasını ele alalım: Sihir ile nübüvvet özünde birbirinden ayrı iken onlar Hz. Musa'nın peygamberliğini nasıl bilmişlerdi? Ayet-i kerimeler yüzeysel okunduğunda sihirbazların kendi sanatlarından hareketle peygamberin peygamberliğini idrak ettikleri gibi bir neticeye varmak mümkündür. Lakin metafizikçilerin bize söylediğine göre, sihirbaz peygamberi 'peygamber' olarak bilemez, kendi sanatından hareketle onun 'nebidir' tarzında müspet şahitliğini yapamaz. Çünkü sihirbazlık ile nübüvvet arasında herhangi bir benzerlik, herhangi bir zemin ortaklığı söz konusu değildir. O zaman sihirbazlar neyi bilmiştir, sihirbazlar neye şahitlik etmiştir diye düşünmemiz gerekir. Acaba onlar Hz. Musa'nın sihirbaz olmadığını mı yoksa onun peygamber olduğunu mu bilmişlerdi? Bu soru tecrübeden hareketle varabileceğimiz hükümlerin sınırlarını göstermesi bakımından hayati öneme sahiptir.
Meselenin ehemmiyetine dikkatimizi çekenlerden birisi İmam Gazali idi. Gazali matematik ve doğa bilimlerinde uzman olan bilim adamlarının metafizikteki iddialarını bir alandan başka bir alana -arada herhangi bir zorunlu bağ yok iken- otorite taşıma meselesi olarak görmüş, onları müessir kılanın insan zaafları olduğunu düşünmüştü. Matematiği bilen kişi sadece onu bilebilir, o alanda konuşabilir, bu bilgilerden hareketle başka bir alanı inşa etmesi veya orada hükümler vermesi ise mantıklı bir davranış değildir. Bu durumda insan tecrübesiyle sadece tecrübe ettiği konuya dair olanı bilebilir, tecrübe ettiği alan ile etmediği alan arasında süreklilik ilişkisi kurarak onu 'dır' yani müspet hükümle bilemez. Gazali'nin sözünü ettiği 'tehafüt' yani tutarsızlık ve temelsizlik, matematiği bilen metafiziği de bilebilir şeklindeki bir çelişkiye dayanıyordu. Meselenin tasavvuf edebiyatında ortaya çıkardığı sorunlardan birisi mecaz sevgi ile hakiki sevgi arasında kurulan düzenli ilişkidir. Birçok insan burada bir intikalden söz eder, bir sevgiden ötekine doğrudan geçişin mümkün olabileceğini söylerler. Gerçekte mecaz denilen tecrübe alanı ile hakiki denilen alan arasında herhangi bir geçiş veya intikali mümkün kılabilecek bir irtibat söz konusu değildir. O zaman tekrar sihirbazlara dönerek, sihirbazların neyi bilebildiklerini anlamaya çalışalım:
Ayet-i kerimede Hz. Musa'nın mucizesinin akabinde sihirbazların secdeye kapıldıkları, dahası Firavun'un ölüm ile tehdit etmesine mukabil imandan vazgeçmedikleri belirtilir. O zaman sihirbazların Hz. Musa'yı 'nebi' olarak bildiklerini, sihirbazlık bilgisinden hareketle nübüvveti anlayabildiklerini mi söyleyeceğiz? Elbette hayır!
Sihirbazlar kendi bildiklerinden hareketle konuşabilir, tecrübelerine binaen bir şeyin ne olmadığını söyleyebilir, bunun ötesine geçerek bir şey 'şudur' şeklinde tanımlayıcı bir cümle kurmaları mesnetsiz iddia olarak kalır. O zaman sihirbazları aciz bırakan selbi bilgileri, yani Hz. Musa'nın sihirbaz olmadığını anlamaları iken onları imana taşıyan ise o sürecin parçası olmayan ilahi inayet ve hidayetti. Sihirbazlar bütün incelikleri ve imkanlarıyla birlikte sihir sanatını biliyorlardı. Hz. Musa elindeki asayı attığında beklenmedik bir durum ile karşılaşmışlar, "mış gibi" olan bir sanatın sınırlarına girmeyen hadiseyi müşahede etmişler, böyle bir işin sihir, onu yapanın da sihirbaz olamayacağını anlamışlar, ilahi inayet ile de onun peygamberliğine 'iman etmişlerdi.' Dini düşüncenin dikkatimizi çekeceği en önemli nokta burasıdır: ilahi inayetle gerçekleşen hidayetin unutulmasıyla, imanın sihirbazlarca ikmal edilen bir ameliye olduğuna karşı din bizi uyarır. Sihirbazlar için Hz. Musa 'bilinmeyen' olarak kalacaktı, sadece ona iman etmekle yükümlü olacaklardı.
O zaman sihirbazdan beklenen sadece 'Musa sihirbaz değildir' bilgisini vermek iken şairden beklenecek olan da aynı şeydir: 'İlahi kitap şiir değildir.' Metafizikçi düşünürlere göre, her alan kendi tecrübesinden hareketle 'değildir' bilgisini vermekle ilahi vahye hizmet eder. Tecrübenin en değerli kısmı bu selbi şahitliktir, fakat Konevi'nin dediği gibi 'selb bir bilgi değildir.' Herhangi bir şeyi 'dır' yani müspet tarzda bilmek ise sadece o tecrübeye aşina olan ve ona ulaşan tarafından bilinebilir. 'Kamili kamil bilir', 'Peygamberi peygamber bilir' ve 'Allah'ı Allah bilir' bu demektir.
Ekrem Demirli
Cuma Yazıları
Ekrem Demirli'nin her hafta kaleme aldığı "Cuma Yazıları"nın tümünü buradan okuyabilirsiniz.