Eski Yunan, Roma ve Bizans'tan, Hunlar ve Osmanlı'ya, Pagan, Protestan ve Katolik Hristiyan dünyasından İslamiyet'e kadar çok farklı medeniyet, etnik yapı ve dine ev sahipliği yapan, lakin hiçbir zaman kimsenin kendileştiremediği topraklar; Balkanlar.
Balkanlar, Asya ile Avrupa arasında bir geçiş noktasıdır. Her iki coğrafyanın güçleri diğer tarafa geçmek için bu coğrafyayı kullanmışlardır. Bu itibarla Balkan coğrafyasında Asya ile Avrupa arasında ulaşımı sağlayan farklı geçiş yolları oluşturulmuştur. Bu geçiş yollarına sahip olmak bölgeye sahip olma anlamında her zaman önemli olmuştur.
Son 30 yılda her etnik ve dini yapının müstakil denebilecek düzeyde hareket kabiliyetine sahip olarak politika üretmesi hem bölgenin yerel değerlerinin yerine oturması hem de dışarıdan gelebilecek tehdit ve tehlikelerin algılanması anlamında bir gözlemleme dönemi olmuştur.
Bu geçiş özelliği ve çok farklı kültür, din ve etnik yapılara ev sahipliği yapmış olmasından dolayı coğrafya kendine özgü bazı karakteristik özelliklerini de ortaya çıkarmıştır. Bu karmaşıklık kendi içinde bir düzeni, farklılar bir uyumu, yerellikler bölgesel değerleri, çatışmalar menfaatleri, çıkarlar uzlaşmayı, savaşlar barışmayı veya tersinden diğerine ulaşma bu coğrafyanın ortak değeri olmuştur.
Günlük hayatlarını idame ettirmenin derdinde olan insanlar, ihtiyaç hasıl olduğunda, din değiştirebilmişler, farklı etnik ve dini yapıların içinde kendi insanlarına karşı savaşabilmişler, farklı dillerde ibadet edip konuşabilmişlerdir. Balkan insanı için önemli olan huzurlu, rahat ve güvenli bir hayat yaşamak ve bunu kendisine sunabilecek bir gücün yanında olmaktır. Osmanlı'nın Balkanlardan çekilişine kadar Balkan halkları hep bir gücün gölgesi altında yaşadılar. Vakti geldiğinde kendilerinin müstakil birer devlet ve hatta bir ulus olmak suretiyle hayatlarını daha rahat idame ettirecekleri söylendiğinde hiç kimse bunu sorgulamadan gereğini yaptı.
Bu nedenle Batılı ülkeler son dönemlerde Balkanlarda yeni bir sistem kurma arayışına girmiştir; "çatışma içinde uzlaşı." Bu sistemin amacı, çatışma içinde bulunan ülkelerin asgari müşterek zeminde bir araya gelmek suretiyle bölgede uzlaşıyı tesis etmeye yönelik girişimlerde bulunmalarıdır.
ETNİK ÇEŞİTLİLİK VE GEÇİŞKENLİK
Balkan coğrafyasını değerlendirirken göz önünde tutulması gereken temel iki kriter var; birincisi farklı etnik, din ve dillerin varlığı, ikincisi bunların arasındaki geçişkenlik.
Coğrafyanın geçiş bölgesi olmasından kaynaklanan tarihsel ehemmiyeti dün olduğu gibi bugün de aynı oranda önemini korumaktadır. Bu coğrafyaya egemen olan devlet veya devletler Avrupa, Asya ve Ortadoğu üçgeninde gücü elinde bulundurabilecektir.
Osmanlıdan sonra bölgede Arnavutlar, Yunanlar ve Bulgarlar müstakil devletlerini kurabildiler. Ancak Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Makedonlar kendi etnik yapılarının yaşadığı bir ülke kuramadılar. Bunlar Yugoslavya Cumhuriyeti içinde Tito'nun politikaları sayesinde hatırı sayılır bir süre bir arada yaşamayı başardılar. Balkanlar'da dengelerin yeniden kurulma vakti geldiğinde yapılan ilk şey Yugoslavya'nın parçalanarak kendisini oluşturan özerk cumhuriyetlerin müstakil birer devlet olmalarını sağlamaktı. Bu sürecin tamamlanmasıyla birlikte aslında Osmanlı döneminde yapılmak istenen fakat farklı gerekçelerle ertelenen süreç yerine getirilmiş oldu. Artık hemen hemen her etnik yapının kendine ait bir ülkesi vardı.
Ancak Balkanlarda ne yapılırsa yapılsın sınırları etnik yapılara göre ayarlamak mümkün değil, siz bunu yapabilecek yetenekte olsanız dahi birilerinin buna müsaade etmeyeceği de aşikar. Bugün itibarıyla her etnik yapıya ait bir devlet var desek de Arnavutluk dışında çoğunluğunun Arnavut olduğu ikinci bir ülke olan Kosova Balkanlarda önemli bir ülke olarak varlığını korumaktadır. Diğer taraftan Makedonya'nın batı kısmı Gostivar, Kalkandelen ve Kırcova'da, Karadağ'ın güney bölgesi Ulçin'de, Yunanistan'nın Çamlık bölgesinde, Sırbistan Buyanovas'ta yoğun Arnavut nüfusu yaşamaktadır. Aynı şekilde Bosna Hersek dışında Karadağ, Sırbistan, Kosova, Hırvatistan ve Makedonya'da yaşayan Boşnak nüfus bulunmaktadır. Bu örnekler çoğaltılabilir elbet. Bunun yanında Bulgar Kilisesinin en önemli merkezi Makedonya'nın Ohri şehrinde, Sırp Kilisesinin en önemli merkezi de Kosova İpek'te bulunmaktadır. Özetle nüfusların farklı dağılımları, dini merkezlerin farlı ülkelerde olması gibi Balkanları potansiyel bir tehlike merkezi haline getiren birçok unsur halihazırda canlı bir şekilde yaşamaktadır.
Eski Yugoslavya ülkelerinin Slav kökenli olması veya Bulgaristan'ın Ortodoks olması gibi önemli etnik, dini ve dilsel ortaklıklara rağmen Rusya bölgede yeterince güçlü olmamıştır. Ancak buna rağmen Rusya'nın özellikle Adriyatik kıyısında Karadağ üzerinde sadece siyasi değil aynı zamanda ekonomik müdahalelerle bir güç sahibi olma arzusu görülmektedir. Bu etki Sırbistan ve Bulgaristan üzerinde de görülmektedir. Diğer taraftan Türkiye'nin son 15 yılda Balkan coğrafyasındaki ciddi girişimleri, tarihsel birikimlerinden dolayı çok hızlı dönüş almasına neden olmuştur.
Küçük Balkan coğrafyasında Rusya ve Türkiye'nin ciddi girişimleri her zaman tartışmalara konu edilmiş ve hem Balkan ülkelerinde hem de Batılı basında biraz da abartı katılmak suretiyle insanların zihinlerinde olumsuz bir algı oluşturmaya yönelik olarak kullanılmıştır. Türkiye bölgede sadece Türklere yönelik olarak değil aynı zamanda bütün etnik ve dini yapılara yönelik olarak gerçekleştirdiği politikalar nedeniyle yakından izlenmektedir. Biraz önce de ifade edildiği gibi bu coğrafyadaki tarihsel bakiyemiz Türkiye'nin en büyük gücü olmuştur ancak, bölge ülkelerinin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik krizler ve Batılı ülkelerin bu coğrafyada ne yapabileceklerine dair bir uzlaşı içinde olmamaları Türkiye'nin diğer büyük avantajlarıydı.
MAYIN TARLASINDA POLİTİKA
Bölgenin en büyük kırılma noktası etnik yapıdan ziyade dinsel yapılar olmuştur. Boşnak-Sırp çatışması tarihe kara bir leke olarak yazılırken, Kosova'da Sırp-Arnavut çatışması bugün bile düşünsel olarak varlığını sürdürmektedir. Büyük Sırbistan hayaliyle her geçen gün küçülen Sırbistan'ın Boşnaklar ve Arnavutlar ile potansiyel düşmanlığı içten içe yanmaktadır. Balkanlar mayınlı bir tarladır. Mayınların haritasını bilenler bir patlamaya maruz kalmadan bu coğrafyada rahatça hareket edebilirler, bilmeyenler ise sadece kendilerini değil ama aynı zamanda bütün coğrafyayı tehdit edecek şekilde hareket ettiğini bilmelidir.
Son 30 yılda her etnik ve dini yapının müstakil denebilecek düzeyde hareket kabiliyetine sahip olarak politika üretmesi hem bölgenin yerel değerlerinin yerine oturması hem de dışarıdan gelebilecek tehdit ve tehlikelerin algılanması anlamında bir gözlemleme dönemi olmuştur.
Ancak günümüz şartlarında taşların kısmen yerine oturmuş olduğu bölgede doğal olarak yeni sorunların ortaya çıktığını görmekteyiz. Diğer taraftan kurulu bu düzenin yapı taşlarının başkaları tarafından deşifre edilerek kullanılmaya başlaması da ayrı bir sıkıntı olarak değerlendirilmektedir.
Bu nedenle Batılı ülkeler son dönemlerde Balkanlarda yeni bir sistem kurma arayışına girmiştir; "çatışma içinde uzlaşı." Bu sistemin amacı, çatışma içinde bulunan ülkelerin asgari müşterek zeminde bir araya gelmek suretiyle bölgede uzlaşıyı tesis etmeye yönelik girişimlerde bulunmalarıdır. Bu amaçla bölgede istikrarı bozucu politika ve söylemleri bulunan ülkelerle bunlara maruz kalan ülkeleri ortak bir zeminde buluşturmaya çalışmaktır. Yani Sırbistan artık "büyük Sırbistan", Arnavutlar "büyük Arnavutluk" söylemiyle hareket etmeyecek, yıllardır süren çatışmalar uzlaşmaya dönüşecektir.
BATI'NIN "ÇATIŞMA İÇİNDE UZLAŞI" FORMÜLÜ
Günümüz Balkanlarının en önemli üç sorunu; Bosna Hersek'in bütünlüğünün korunması, Sırbistan-Kosova sınır anlaşması, Makedonya isim sorunu. İlki üzerinde uzun zamandır devam eden görüşmeler rutin bir düzlemde sürmektedir.
Kosova-Sırbistan sınır anlaşmazlığı ise güncelliğini korumaktadır. Sırbistan yeni sınır düzenlemesi kapsamında Kosova'dan toprak talep etmektedir. Kosova ve Arnavutluk'ta toprak vermeye bazı politikacılar nezdinde sıcak bakılmakla beraber ülke içinde hala ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Sırbistan tarafında ise yeni toprak kazanımlarına rağmen Kosova'nın bir ülke olarak kabul edileceği düşüncesi tepkilere yol açmaktadır. Ancak her iki ülkenin siyasetçileri Batı tarafından yoğun bir şekilde sıkıştırılmakta ve hatta olası olumsuz cevaplara ön alma babında her iki ülkede de yolsuzluk iddiaları altında halk sokağa çıkartılmaktadır. Arnavut ve Sırplar zorlansalar da bu konuda uzlaşmaya varacaklardır.
Makedonya ile Yunanistan arasında 26 yıldır devam eden isim krizi ise Makedonya'da değişen hükümetin bu süreci hızlandırmasının ardından uzlaşıyla sonuçlanmıştır. Yunanistan ile Makedonya beklenildiği üzere çok hızlı bir kaynaşma sürecine girmiş ekonomik ve siyasi alanda önemli anlaşmalara imza atılmıştır.
Balkanlar'daki bu "çatışma içinde uzlaşı" sürecinin en önemli unsuru ülkeler içindeki ve ülkeler arasındaki etnik sorunların giderilmesidir. Makedonya ve Yunanistan arasında olduğu gibi ya kolay bir kabullenmeyle ya da Kosova ve Sırbistan arasında olacağı gibi zoraki bir kabullenmeyle bu süreç tamamlanacaktır.
Batı bu süreci yönetirken Almanya'nın ekonomik kartını, ABD'nin ise NATO kartını kullanmaktadır. Balkan devletleri, kendilerini ekonomik ve siyasi olarak güvende hissetmeleri için gerekli iki unsuru sağlayacak ülkelere boyun eğmek zorunda kalmıştır. Bu süreç Balkan ülkelerini öncelikle ekonomik olarak rahatlatacaktır, zira uzlaşmaya varan ülkelerin vatandaşları AB ülkelerine daha rahat vize alabilmekte ve hatta çalışmalarına müsaade edilmektedir. Yakın zamanda Makedonya ve Kosova'dan AB ülkelerine çok yoğun göçler yaşanmıştır. Nüfus olarak küçülen fakat ekonomik olarak AB'ye bağımlılığı artan ülkeleri yönetmek daha kolay olmaktadır. Bunun üstüne NATO'nun güvenlik şemsiyesi de eklendiğini unutmamak lazım.
Sonuç olarak önümüzdeki dönemde Sırplar ve Arnavutlar mevcut politik arzularının üzerine biraz kül atmak suretiyle içlerindeki ateşi uykuya alacaklar. Ancak bu durum Balkan coğrafyasında ortaya çıkabilecek muhtemel gerilimlerin odağı olmaktan uzaklaştıramayacaktır.
Gelişmeleri dikkate aldığımızda Batı'nın bu politikasının Balkan ülkeleri tarafından kabul edildiğini veya edileceğini görmek mümkündür. Bunun da doğal olarak bölgede menfaati olan diğer ülkelerin politikalarını yeniden gözden geçirmelerini ve revize etmeleri gerektireceği öngörülebilir.
"Korsanlıktan Siyasal İslam'a: Cezayir'de Sosyal ve Toplumsal Değişim" kitabının yazarı olan Ali Maskan çalışmalarını sömürgecilik ve Afrika ile Balkanlar alanlarında sürdürmektedir.