Arapça öğretimine katkı sağlayan Osmanlı alimi: Birgivi
İmam Birgivi, 16'ıncı asırda dengine az rastlanır bir Osmanlı alimiydi. İslam ilmine büyük katkılar sağlamış; yazdığı eserlerle Arapçanın, Arap olmayan Müslüman milletler tarafından öğrenilebilmesi için büyük gayret sarf etmişti. Yaşadığı dönemin sosyal yaşantısını da yakından takip eden Birgivi, bidatların karşısında durmuş son derece dürüst ve tavizsiz bir ilim insanıydı. Öyle ki, asırlar sonra dahi "Ahlakçılarımız içinde Birgivi derecesinde mümtaz bir simaya nadir tesadüf olunur" sözleriyle anılacaktı...
Giriş Tarihi: 06.09.2019
15:36
Güncelleme Tarihi: 06.09.2019
15:41
'BİRGİVÎ' İSMİYLE TANINDI
Halkın bidatları terk etmesinden ümidini kesen Birgivî, İstanbul'a gidip Bayramiyye tarikatı şeyhi Abdullah Karamânî'ye intisap ederek inzivaya çekildi.
Edirne'de kassâm-ı askerî iken aldığı paraları defter kayıtlarına göre geri vererek hak sahiplerinden helâllik aldı. Ancak müridinin ders ve irşad faaliyetleri için geri dönmesini isteyen Abdullah Karamânî'nin de tavsiyesi üzerine, Sultan II. Selim'in hocası Birgili Atâullah Efendi'nin Birgi'de yaptırdığı medreseye "müderris" tayin edildi.
İlmî ehliyetiyle kısa zamanda meşhur olan Birgivî'den ders almak isteyen pek çok talebe, ülkenin her tarafından buraya akın etmeye başladı. Ömrünün geri kalan kısmını Birgi'de tedris, irşad ve telif faaliyetleriyle geçirmiş olması sebebiyle de "Birgivî" ismiyle şöhret buldu.
"BİRGİVÎ DERECESİNDE BİR ÂLİME NADİR RASTLANIR"
Hakkı söylemekten çekinmeyen Birgivî ömrünün sonlarına doğru tekrar İstanbul'a giderek Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa'ya memleketteki adaletsizliklerle mücadele etmesi için tavsiyelerde bulundu.
Fıkıhta Hanefî, itikadda Mâtürîdî olan Birgivî Mehmed Efendi'nin biyografisinden bahseden bütün kaynaklar, onun Osmanlılar döneminde yetişmiş seçkin bir âlim olması yanında dinî ve ahlâkî şahsiyeti bakımından da mükemmel bir insan olduğu belirtir.
NOBELE DAVET EDİLEN OSMANLI
Mehmet Ali Aynî, Türk Ahlâkçıları adlı eserinde ondan, "Ahlâkçılarımız içinde Birgivî derecesinde mümtaz bir simaya nâdir tesadüf olunur. Çünkü onun dinî bilgisi ve bıraktığı eserleri ne kadar yüksek ise, meslek ve meşrebi de o nisbette pâk, nezih ve metîn idi" şeklinde söz eder.
Özellikle ahlâk ve fıkha dair eserlerinde klasik görüş ve bilgileri aktarması yanında kendi dönemindeki dinî, ahlâkî, sosyal ve siyasî meselelere özel bir önem vermesi, bunlarla ilgili şahsî görüşlerini ve tenkitlerini cesaretle ortaya koyması onun ilmî şahsiyetinin en dikkate değer yönüdür. Eserleri çağının sosyal hayatını ve problemlerini yansıtması bakımından da büyük önem taşır.
DÜRÜST VE TAVİZSİZ BİR ÂLİMDİ
Birgivî, son derece dürüst ve tavizsiz bir ilim adamıdır. Nitekim döneminde çok yaygın olan anlayışa rağmen, hiçbir eserini herhangi bir devlet büyüğüne ithaf etmemiş, aksine devlet ileri gelenleri de dâhil olmak üzere her seviyedeki yöneticilerde ve görevlilerde gördüğü kusurları cesaretle tenkit etmişti.
Özellikle memuriyetlerin rüşvet karşılığı satılması, kadılar, muhtesibler ve diğer görevlilerin rüşvet almaları, ehli olmayanlara ilmî ve idarî rütbeler verilmesi, bu yüzden cehaletin yaygınlaşması ile her türlü bidat ve hurafe, Birgivî'nin şiddetle karşı çıktığı hususlardır.
Birgivî'nin, bazı haksız menfaatler elde ettiği, görevliler nezdinde nüfuz sağlayarak devlet işlerine karıştığı gerekçesiyle, II. Selim'in hocası olduğu için "Hâce-i Sultânî" diye şöhret bulan tanınmış âlim Atâullah Efendi'yi bile ikaz etmesi, onun dürüstlük ve cesaretinin ilginç bir örneğidir.
"TASAVVUF DÜŞMANI" OLMAKLA İTHAM EDİLDİ
Birgivî, kendisi de Bayramiyye müntesibi olmakla birlikte, zamanında Sünnî esaslardan sapmış ve bidatler ihdas etmiş olan bazı tasavvuf erbabını da eleştirmekten geri durmamıştı.
Hatta bir kısım mutasavvıfların bidat ve aşırılıklarını ortaya koyup tenkit etmek üzere "el-Kavlü'l-vasît beyne'l-ifrât ve't-tefrît" adlı bir de risâle yazmış olması sebebiyle "tasavvuf düşmanı" olmakla itham edilmişse de, bu iddia isabetsiz görülmüştür.
Nitekim et-Tarîkatü'l-Muhammediyye'nin şârihlerinden ünlü mutasavvıf Abdülganî en-Nablusî, Birgivî'nin Ehl-i sünnet esaslarına bağlı tasavvuf büyüklerini değil, tasavvuf adına bir yığın bidat ve hurafe ortaya çıkaran sözde mutasavvıfları tenkit ettiğini belirtir.
Esasen onun et-Tarîkatü'l-Muhammediyye'yi telif ederken Gazâlî'nin "İhyâ'ü Ulûmi'd-dîn" inden çok geniş ölçüde faydalanmış olması da, Sünnî tasavvufa bağlılığının açık bir delilidir.