Cemal Süreya ve bilinmezliklerinde tanımladığı Sezai Karakoç
Edebiyatımızın hem sürekli öncüsü, hem de genç klasiği Cemalettin Seber, sonradan herkesin severek anacağı ismiyle Cemal Süreya… Keskin zekasıyla sınırsız dil aracını kullanarak uçarı şiirler yazmış bir şair. Dersim'den sürgünle başlayan hayatında Dostoyevski ile yeniden doğmuş, şiirin anayasaya aykırı olduğunu, alışkanlıklara karşı bir yaylım ateşi olduğunu savunan bir deha. Süreyya olan soyadındaki iki y'den tekini, bir iddiada kaybeden sözünün eri edebiyatçı. Kendi gibi olduğunu söylediği fakülte yıllarında Sezai Karakoç'un yakın arkadaşı. Tüm bilinmeyen yönlerini gün yüzüne çıkardığımız Cemal Süreya, Sezai Karakoç için ne söylemişti, sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 24.02.2019
13:50
Güncelleme Tarihi: 24.02.2019
14:45
CEMAL SÜREYA NEDEN YAZIYORDU?
Yazacaksın diye dürtüldüm de sanki. Öyle dediler. Sanki dediler. Öyle de dediler, sanki de dediler.
"Niçin yazdığımı kolay kolay anlatamam. Kendim de pek anlamış değilim çünkü. Bir düşünce adamı için düşüncelerini yazarak ortaya koymak söz konusudur. Yazı onun için, düşüncenin doğrudan kalıbı, üstüne tam oturmuş giysisidir. Ama özgül tanımıyla yazmak başka bir olay. Pasternak'a sormuşlardı: "Bizi doğruya götür!" Şöyle karşılık vermişti: "Benim işim rüzgârın ağaç yapraklarında çıkardığı hışırtıdan öte bir şey değil." Yazmak da öyle bir şey olmasın?
Yazmak bana her zaman çok zor gelmiştir. Daha ilkokulda ortaokulda adım 'üstad'dı. Şanslarım oldu, ama bugün, daha önce belirttiğim gibi elli yaşı çoktan dönmüş biri olarak neye yetenekli olduğumu hala çözebilmiş değilim.
Bunun dışında sanırım, kendim nasılsam, yazma deneyimim de öyle olmuş. Kimi zaman, özellikle düzyazıda, düşüncemi ortaya koyma, çevremdekileri değerlendirme, sözü alma tavrı öne geçmiş. Okuduklarından o türlü de yararlanmadan edemeyen bir adam var onlarda. Kimi zaman da düşüncesini yazdıklarıyla birlikte çaprazlı pırtı halinde beynine giymiş bir adam. Sanırım ikincisiyim ben."
"Üvercinka anılması güvercinle karışık bir ad. Bir kadın adı. Barışa, aşka, dayatmaya dönük bir kavram. Kitaba ad olarak seçmeme gelince, bunun iki nedeni var. Birisi belli: Günümüz şiiri, bu arada benim şiirim kelimeyi zorlayan bir şiir. O adla şiirimi özetlemiş ya da bir parça belirtmiş oluyorum. Şiirimden ufak ama anlamlı bir kesit vermiş oluyorum galiba. İşin ikinci nedeni son derece özel, salt günlük yaşama ilişkin bir şey."
Süreya, Üvercinka'nın şiirimize öz ve biçim açısından getirdiği yeniliği ise tek sözcükle özetler: "Şok. O kitaptaki çok şiirimde şok etkisi aradım. Sonra dile büyük bir yaslanışım var. Mizah var. Kusurlu şiirler, biliyorum. Kusurlu olmalarını istedim."
CEMAL SÜREYA SEZAİ KARKOÇ’U ANLATIYOR
"Sezai Karakoç, bulgucu adam. Belki de ülkemizde tek bulgucu. Çok daha yetenekli bir Mehmet Akif'in tinsel görüntüsüyle adamakıllı dürüst bir Necip Fazıl'ınkini iç içe geçirin, yaklaşık bir Sezai Karakoç fotoğrafı elde edebilirsiniz.
Türkiye'de, özellikle sağın özellikle de mukaddesatçı kesimin içinde yalnız. Bir başına. Hiçbir ortaklığa girmez. Dışarda ve yukardadır. Düşüncesini de. Öfkesini de hemen ortaya koyar. Ama yalnız olması yalnız kalma anlamında değil, diyorum. Yapısı öyle."
“YAŞAMA KONUMU OLARAK TEK VE BENZERSİZ KİŞİ”
"Karakoç ve Şevket Eygi Ankara'dan geldiler. Bundan mı acaba? Aydınlar Ocağı tipiyle aralarında en küçük benzerlik yok ikisinin de. Özellikle Karakoç, bence, yaşama konumu olarak da tek ve benzersiz bir kişi. Tek ama. 1960'tan bu yana mukaddesatçı kesimde boy gösteren sanatçı ve yazarları en çok o etkilemiş. İsmet Özel bile yeni yöneliminde ilk onu aramıştı. Özdenören kardeşler Anadolu'ya Kafka yaratıkları salarken ondan ışık almışlardı. Cahil Zarifoğlu'nun büyük inanç içindeki küçük inançsızlıklarını Karakoç'tan sapma olarak düşünebiliriz.
Aydınlar Ocağı tipi için, inanç, kılık kıyafet gibi, rahatlığa ulaşmış tavır gibi, hemşerilik gibi bir şey. Marmara Kıraathanesi'ndeki şakaları, dedikoduları da içerir. Bu tipin en belirgin örneği rahmetli Fethi Gemuhluoğlu idi. Aynı tip Mehmet Çavuşoğlu'nda sevinçli bir yüzeysellik, Mehmet Genç'le doğrudan düşünceye açılmak isteyen bir derinlik kazanır."
“İNANCI HEM SİLAHI HEM ÇOCUĞUDUR”
"Karakoç ise bir yerde inancının çılgını. Onunla delici bir ideolojiye ulaşmak ister. Bunun için her şeyi bilmesi gerektiği kanısındadır. İnancı hem silahı, hem çocuğudur. Düşüncesini iyice soyut bölgelere götürür. Mantığını yitirir, bir başka mantık bulur. Sözgelimi. İstanbul başkent kalsaydı Türkiye'nin durumu daha iyi olurdu diyebilir. Ayasofya'nın cami olarak açılmasıyla bir kurtuluş olasılığının belireceğini bile sezdirebilir.
Siyasal Bilgiler Fakültesinde birinci sınıf öğrencisiyken kendisine asistanlık önerilmiş, ama kabul etmemiştir. Kendisi için gazetede üst üste başyazı yazan Prof. Osman Turan'ın yüzüne bakmamıştır.
Diriliş yayınevi de sahibine benziyor. Yalnız Karakoç'un kitapları basılır bu yayınevinde. Dışarıya karşı bağnaz değil. Her şeyi tartışabilirsiniz. Kimseyi küçük düşürmez. Ama bazı kişileri büyük düşürdüğü olmuştur. En ilkelle en modern arasında durur."