İki dünya arasında dahi bir Virtüoz: Şerif Muhiddin Targan
Peygamberimizin otuz yedinci kuşaktan torunu, Safiye Ayla'nın eşi... Şerif Muhiddin Targan, üç-dört yaşlarındayken musikiye olan ilgisi onu Amerika'ya kadar götürmüş, tüm dünyanın tanımasına vesile olmuştu. Targan, Türk musiki tarihinin kaydettiği sayılı ud virtüozlarından biri; piyano ve çello gibi batı sazlarında usta bir icracı, bestekar olmakla beraber aynı zamanda bir ressamdı. Mehmet Akif Ersoy yakın arkadaşıydı ve ilk eserini ona ithaf etmişti. Ayrıca Peygamber aşığı bir şairin portresi yine peygamber torunu tarafından yapılacaktı.
Giriş Tarihi: 13.07.2019
14:17
Güncelleme Tarihi: 14.07.2019
16:12
"Güzel sanatların hapishanelerinde yatan milletleri ancak o milletlerin dâhileri kurtarabilir. Dâhiler ise müşterek insanlar kadar çok değildir, fakat bütün umumi adamlar kadar fanidir. Allah, birçok uzun seneler memleketi varlığından mahrum etmesin, biz bugün hakkında 'dâhi' kelimesini korkmadan kullanacağımız bir musiki inkılâpçımız var: Şerif Muhiddin! Bu harika ud virtüozunun o âlette yaptığı yenilikler, hâlâ melodiden kurtulamayan, hâlâ armoniye erişemeyen musikimize, bir oksidantal manzara verdi. Ne kadar musiki üstadı tanıyorsam, Şerif Muhiddin'i müştereken dinlediğimiz zaman, benim yukarıda yazdığım sözleri onun önünde ve arkasında söylediler. Bu kıymetler, niçin bir teşekkül halinde Şerif Muhiddin'in etrafını almazlar ve daima tekrarladıkları sözleri niçin vak'alaştırmazlar diye sık sık düşünüyorum. Şerif Muhiddin bir tanedir ve ikincisi şimdilik yoktur!"
Şerif Muhiddin Targan, 21 Ocak 1892'de İstanbul'un Çamlıca semtinde doğar. Babası Osmanlı Devleti'nin son Mekke emîri, Meclis-i A'yân ikinci reisi ve Evkaf nâzırlarından Şerif Ali Haydar Paşa, annesi Sabiha Hanım'dır. Targan, Hz. Peygamberimizin 37'nci kuşaktan torunu olması sebebiyle adındaki Şerif kelimesi, aynı zamanda bu irtibatın ifadesidir.
Kendi ifadesiyle 3-4 yaşında musikiye ilgi duyan, 4-5 yaşlarında ise piyanoda işittiği melodileri çalmaya başlayan Şerif Muhiddin'in musiki aşkı, köşkte dinlediği fasıllarla ve Ali Rıfat Bey'in 7 yaşında iken kendisine hediye ettiği ud'la başlar. Bu sanatkâr ruhlu çocuk, on yaşına kadar Çamlıca'daki köşkün harem dairesinde, misafir odasının büyük kanepelerinden birinin altına gizlediği bu ud'un tellerine geceleri herkes uyuduktan sonra dokunur. Ali Rıfat Bey'in haftada bir evlerindeki musiki fasıllarında çaldığı besteleri sadece dinleyerek meşk eden Şerif Muhiddin, 13 yaşına geldiğinde geceleri uykusuna tercih ettiği ud için bir yıl sonra bazı parçalar bile besteler. Geceleri sabahlara kadar gizliden gizliye çalıştığı ud'a sevdası, kalp çarpıntılı bir sinir hastalığına tutulmasıyla meydana çıkar ve herkes tarafından duyulur. Musikişinas olan babası derslerine mani olmamak şartıyla kendisini hasta eden bu sevdaya engel olmaz.
Kendi ifadesine göre mûsikiye ciddi olarak 1906 yılında amcası Ali Câbir Paşa'nın önerisiyle Beyoğlu'nda Mösyö Riki'den aldığı viyolonsel dersleriyle başlar, bu dersleri daha sonra Klevder ve Eringer Triyanon'la devam ettirir. Nasor adlı bir hocadan solfej, İskori adlı bir müzisyenden viyolonsel, armoni ve piyano dersleri alır, İskori'nin 31 Mart olayları üzerine ortadan kaybolmasıyla kendi kendine eğitimini sürdürür. Bu arada Ali Rifat Bey'den (Çağatay) Türk mûsikisi klasiklerinden önemli fasıllar, Rauf Yektâ Bey'den nazariyat, Zekâizâde Hâfız Ahmet Efendi'den (Irsoy) makam ve usul öğrenir.
Tahsilini üniversite yıllarına kadar özel dersler alarak sürdürür. 1908'de Dârülfünun Hukuk Fakültesi ve bir yıl sonra Edebiyat Fakültesi'ne girer ve her ikisinden de pekiyi derecesiyle mezun olur. 29 Ekim 1916 tarihinde babasının Mekke emirliğine tayini üzerine onunla birlikte Hicaz'a gider ve bir süre Şam'da bulunur.
Birinci Dünya Savaşı'nın ardından Şerîf Hüseyin'in Osmanlı Devleti'ne karşı Arabistan'da başlattığı isyana Şerif Muhittin'in babasının katılmamasından dolayı ailesi maddî ve mânevî büyük kayıplara uğrar. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra yeni sanat çevrelerinden ilgi görmemesi yüzünden gittiği Amerika'da (1924) sekiz yıl kalır.
Şerif Muhiddin, 31 yaşında iken musiki sevdasına bir mecra vermek için Amerika'ya gitmeye karar verir. Çileli Birinci Cihan Harbi sonrasında, "Musiki diyarına gitmek, artık meslek edinmek kararını kat'i bir surette vermiş olduğum bu işe büsbütün kendimi atmak emelinde idim. Avrupa'ya gitmeyi doğru bulmuyordum. Çünkü Avrupa sanat alâkalarına yakın olmayacak kadar yorgundu. Kalktım, Amerika'ya gittim." diyen ve bu ülkedeki ilk yılları büyük mücadelelerle geçen Şerif Muhiddin, Amerika'da dört yıl boyunca bir taraftan sanatını ilerletmeye çalışacak, diğer taraftan bir muhit hazırlamaya çalışacaktır.
Amerika'ya ayak basışının dördüncü günü kendisini İstanbul'dan tanıyan büyük piyanist ve bestekâr Leopold Godowsky tarafından evinde Targan şerefine bir resepsiyon verilir. Ünlü keman sanatçılarının hazır bulunduğu bir toplantıda verdiği ud resitali ile Mischa Elman, Kreisler, Jerardi, Jasha Hiefetz, Prof. Ld. Auer gibi dünyanın sayılı virtüozlarını kendine hayran eden genç Şerif Muhiddin için o gün Godowsky'nin ne söylediği biliniyor: "Kemanda Paganini ne yaptı ise, bu genç de kendi sazında onu yapmıştır." Bu resital Targan için iyi bir referans olmuş, bu icraatın ardından onun udunun İtalyan virtüozu Pagannini'nin kemanıyla aynı düzeyde sayıldığı şeklinde yorumlar yapılmıştır.
Amerika'da kaldığı süre içerisinde Başkan Roosevelt'in oğlu Archibald'dan büyük yakınlık gören Şerif Muhittin'in ilk dört yılı sanatını ilerletme ve kendine bir çevre oluşturma gayretiyle geçmiş, bu sırada Verdi Vasyer (veya Bedriş Vaşka) adlı müzisyenden aldığı viyolonsel dersleriyle kendini yetiştirmiştir.