Varoluşçu felsefenin kurucularından Martin Heidegger
Varoluşçu felsefenin kurucularından biri olarak bilinen Alman filozof Martin Heidegger, geçtiğimiz yüzyılın en büyük düşünürlerindendi. İlk olarak 1927 yılında yayımlanan Varlık ve Zaman kitabıyla felsefede bir çığır açtı ve "varlık" kavramına yeni bir soluk getirdi. Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte Nazi Partisi'ne katılan Heidegger, felsefi çalışmalarının yanında, özel yaşantısıyla da tartışmalara konu oldu. İşte 20. yüzyılın "varlık filozofu" Heidegger'in hayatı ve felsefesine dair çarpıcı detaylar...
Giriş Tarihi: 26.05.2020
17:02
Güncelleme Tarihi: 09.05.2022
12:50
HEIDEGGER'İN EN TEMEL SORUNU: VARLIK NEDİR?
Varlık ve Zaman adlı eserinde Heidegger, en temel sorulardan birine cevap aramaktaydı: Varlık neydi? Heidegger varlık felsefesi geleneği ile kopmaz bir biçimde bağlantılı ve onun temsilcileri ile sürekli bir söyleşi içindeydi. Onun Batı düşüncesinin büyük metafizikçileri ile söyleşisi eleştireldi çünkü o, çağdaş düşüncede varlıkbilimsel araştırmanın unutulmasına katkıda bulunan bu gelenekte çok hata görüyordu. Bu sebeple eserinde var olan klasik felsefe geleneğini yıkmayı hedefledi.
Heidegger, ilk önce Descartes'ın metafiziği felsefe ağacının kökleri sayan benzetmesinden hareketle, "Felsefe ağacının kökleri hangi toprakta tutunur?" sorusunu sorarak metafiziğin ne olduğunu ortaya koymayı ve ilkelerin ilmi kabul edilen metafiziğin hangi temel üzerinde durduğuna açıklık getirmeyi amaçlamıştı. Heidegger'e göre Eflâtun'dan beri metafizik, "var olanı var olan olarak" konu edinmek suretiyle var olanla varlık arasındaki bağı koparıp atmıştı. Dolayısıyla gerçek felsefî düşünme metafiziğin temeline geri dönerek yola koyulmalı ve onu aşmaya çalışmalıydı. Nitekim varlığın anlamı Batı düşüncesinin felsefi geleneği tarafından unutulmaya başlanmıştı. Varlık ve Zaman çalışması varlığın unutulmuşluğuna yapılan büyük bir itirazdı.
YAŞAMI ÖLÜMÜN UFKUNDA TASARLAMAK
Varlığın insanla bağının koparılışı zamandan yoksun bir varlık anlayışını gözler önüne sermiş, insan; dünyadaki hayatının aleladeliğine ayak uydurmuş ve "varlığının anlamının ne olduğunu" görmezden gelerek modern yaşamın büyüsüne kapılıp gitmişti. Varlık ve Zaman eserine göre kısaca varlık; zamandı ve bu zaman ölümle son buluyordu. O halde, Heidegger'e göre sahici bir insan olmanın ne olduğunu anlamak istiyorsak, yaşamlarımızı durmadan ölümün ufkunda tasarlamamız gerekiyordu.
Heidegger'ın düşüncesine göre, insan bu dünyaya öylece bırakılmıştı. Bu bırakılmışlık fikrini birkaç yönden varoluşçu felsefenin temel argümanlarını sürdürerek derinleştirmişti. Heidegger'in insan için kullandığı sözcük, çeşitli şekillerde çevirisi yapılabilen fakat genellikle "orada olma" olarak ifade edilen "Dasein" dı. Bu terim insanın dünyadaki etkin varoluşunu belirliyordu. İnsan, varoluşun ortasına öylece, orada bir varlık olarak -dasein- atılmıştı. Bu bir tercih ya da seçimin sonucu değildi. Ve insan, bu bırakılmışlık içinde tercihler ve seçimleriyle kendi yaşamını ileriye doğru kuruyordu. Burada zorunlu bir özgürlük deneyimi söz konusuydu. İnsan kendi varlığını gerçekleştirmek üzere ölümüne kadar sürekli seçimler ve tercihler yapmak durumunda, yani özgürlüğünü gerçekleştirmek zorundaydı. Heidegger'in felsefesinde ölüm fikri, bu bakımdan önemli bir yer tutuyordu. İnsan, dünyaya bırakılmışlığında ölüme yazgılı olduğu için varoluşunu buna göre gerçekleştirmeliydi.
Heidegger, ayrıca yapısalcılığa benzeyen fakat başka bağlamlarda işlenen dil konusunu felsefeye temel bir kategori olarak soktu. Onun bütün felsefi kategorileri dil bağlamında işlerlik kazandı. Bu sebeple Heidegger denilince ilk akla gelen "Dil varlığın evidir" cümlesi oldu. Heidegger'in yaklaşım biçimi, bilimsel eğilimli çevrelerdense daha çok edebi odaklı olan akademik çevreler tarafından ilgi gördü. Aynı zamanda edebiyatçı olan Sartre ve Albert Camus gibi varoluşçu felsefeciler, ayrıca yapısalcılık ve varlık felsefesi gibi diğer felsefe akımları da çalışmalarında onunla açık ya da örtük diyalog halinde oldular. Heidegger'in çalışmaları, özellikle dil bağlamındaki analizleri ve felsefenin metafizik olarak eleştirisi mantığı; postmodern felsefenin gelişiminde de önemli köşe taşlarıydı.