Yusuf Ziya Ortaç'ın kendi kaleminden hayatına dair notlar
Yusuf Ziya Ortaç, edebiyatımızın Beş Hececiler olarak adlandırılan grubun üyesiydi. Bununla beraber güçlü yazar ve şairliğiyle tanınır; edebiyat öğretmenliği, yayımcılığı ve siyasetçi yönüyle bilinirdi. Döneminin önemli mizah yazarlarındandı. Edebiyata olan sevdası onu mühendislik hayalinden almış, Bizim Yokuş'un önemli isimleri arasına dahil etmişti. Yaşadığı süre boyunca en büyük sırrı çok sevdiği dergiye en güzel şiirini göndermemiş olmasıydı. İşte, Ortaç'ın "kaleminin kendisine tahammülü kadar" yaşam öyküsü…
Giriş Tarihi: 20.05.2019
15:11
Güncelleme Tarihi: 20.05.2019
16:13
Edebiyat Fakültesinde imtihan verirken üç büyük profesörümüz, Ali Ekrem, Ferit Kam, Fuat Köprülü, Baki'nin Kanuni Sultan Süleyman'a mersiyesini, önümdeki kitabı kapayıp gürül gürül ezbere okuyuşuma şaştılar.
Ali Ekrem'in - Çocuk, sen galiba aruz biliyorsun? sorusuna - Evet efendim, der demez adeta öfke ile: - Ne münasebet? deyişine kendisi de öteki profesörler de ben de gülmüştük.
Ama bir gün Ziya Gökalp ile tanışınca bu saltanatlı bandoyu bırakıp hecenin sazını aldım ele. Beğendiğim işler vardı gençliğimde. Bugünün çocukları belki okur, belki örnek alırlar diye yazacağım:
Yaşım yirmi idi, yaşların en güzeli… Mevsim bahardı, mevsimlerin en tatlısı…
Bir sabah elimde defter, kalem; eriklerin beyaz beyaz, şeftalilerin pembe pembe açtığı bostana karşı odamda masaya kapandım. Bir ay, iki ay, üç ay, beş ay… Ağaçlarda yaprakların kızıllaştığı bir Eylül akşamı çıktım bu odadan elimde üç defterle. Bu üç defter, üç perdelik manzum bir piyesti. Üçüncü Ahmet devrinde geçen bir trajedi: Binnaz.
Şöhretin büyük kapısından onunla girdim. Şehir tiyatrosunun ışıklı kapısından onunla girdim. Edebiyat tarihinin dar kapısından onunla girdim. Ben ona yirmi yaşımın dört, beş ayını vermiştim. O bana, sanat dünyasında kimliğimi verdi.
Akbaba'yı çıkardık Orhan Seyfi ile. Sonra kötü günler geldi. Harf İnkılabı, o zaman için büyük başarı sayılan on sekiz bin okuyucumuzun on beş binini almıştı elimden. O geçti, Serbest Fırka çıktı karşıma. CHP'nin daha o yıllarda başlayan bugünkü kaderine Akbaba'yı kurban ettim.
Bir acı komediyi hiç unutamam: Zarara dayanamamak yüzünden kapalı kaldığımız bir yılın kazanç vergisini istemişlerdi benden. Sonra 1946'da Ordu'dan milletvekili seçildim. Daha doğrusu Çankaya'dan… Sahiden mebusluk ettim dört yıl. Bunun bir mutlu hatırasını yazmadan duramayacağım.
Guraba Hastanesinin üçüncü iç hastalıkları kliniğinde elektrokardiyografımı yaptırmıştı Profesör Ekrem Şerif Egeli. Bana sıcak bir yakınlık gösteren genç asistana teşekkürle elimi uzatınca gözlerinde neredeyse iki damla olacak bir sevinçle:
- Asıl ben size teşekkür ederim, dedi. Eğer siz olmasaydınız Ordu Lisesi olmayacaktı. Ordu lisesi olmasaydı ben doktor olmayacaktım.