Yusuf Ziya Ortaç'ın kendi kaleminden hayatına dair notlar
Yusuf Ziya Ortaç, edebiyatımızın Beş Hececiler olarak adlandırılan grubun üyesiydi. Bununla beraber güçlü yazar ve şairliğiyle tanınır; edebiyat öğretmenliği, yayımcılığı ve siyasetçi yönüyle bilinirdi. Döneminin önemli mizah yazarlarındandı. Edebiyata olan sevdası onu mühendislik hayalinden almış, Bizim Yokuş'un önemli isimleri arasına dahil etmişti. Yaşadığı süre boyunca en büyük sırrı çok sevdiği dergiye en güzel şiirini göndermemiş olmasıydı. İşte, Ortaç'ın "kaleminin kendisine tahammülü kadar" yaşam öyküsü…
Giriş Tarihi: 20.05.2019
15:11
Güncelleme Tarihi: 20.05.2019
16:13
Akbaba'yı çıkardık Orhan Seyfi ile. Sonra kötü günler geldi. Harf İnkılabı, o zaman için büyük başarı sayılan on sekiz bin okuyucumuzun on beş binini almıştı elimden. O geçti, Serbest Fırka çıktı karşıma. CHP'nin daha o yıllarda başlayan bugünkü kaderine Akbaba'yı kurban ettim.
Bir acı komediyi hiç unutamam: Zarara dayanamamak yüzünden kapalı kaldığımız bir yılın kazanç vergisini istemişlerdi benden. Sonra 1946'da Ordu'dan milletvekili seçildim. Daha doğrusu Çankaya'dan… Sahiden mebusluk ettim dört yıl. Bunun bir mutlu hatırasını yazmadan duramayacağım.
Guraba Hastanesinin üçüncü iç hastalıkları kliniğinde elektrokardiyografımı yaptırmıştı Profesör Ekrem Şerif Egeli. Bana sıcak bir yakınlık gösteren genç asistana teşekkürle elimi uzatınca gözlerinde neredeyse iki damla olacak bir sevinçle:
- Asıl ben size teşekkür ederim, dedi. Eğer siz olmasaydınız Ordu Lisesi olmayacaktı. Ordu lisesi olmasaydı ben doktor olmayacaktım.
1950 seçimlerinde meydan meydan şehirde, köyde nutuklar çekerek oy çoğunluğunu sağlamıştık listemizde. Ama artık usanç vermişti bu seçmen efendilerimize dalkavukluk… Her oy sahibi vatandaş, sizi kendi özel vekili sayıyordu. Bakanlık bakanlık koşturmak için.
Bu bıkkınlıkla more baştan dedim ve geldim Bizim Yokuş'a. Artık ölmek vardı, dönmek yoktu. Bu 'yeni baştan'ın üstünden on dört yıl geçmiştir, okurlarımın sevgisi arta arta… Başarımızın iki sebebi var: İşimizi hem biliyoruz, hem seviyoruz.
Gece baş ucumda mutlaka not defterimle kalem vardır. Sabahın dokuzunda evden çıkarım. Cumartesileri bile… Aşk acaba bulaşıcı mıdır dersiniz. Akbaba'da herkes işin sever.
Kusurlarım mı? Eskiden çabuk kızardım, çok kızardım. Şimdi sağlığım böyle gençlik gösterilerine izin vermiyor. Ama hâlâ her yazının üstünde kalem oynatmaktan vazgeçmedim. Hâlâ her karikatür benim elimden gider klişeciye. Hala sayfalar şekillenirken masa başında ayaktayım. Hâlâ makineden çıkan ilk prova benim gözümden geçer. Ve hâlâ faturaların rakamlarını dikkatle didiklerim.
Benimle dargın olanlar var. Ben mi? Kimseyle dargın değilim. Üşeniyorum darılmaya…
Haa, yirmi yaşın o beni odalara kapayan şiir sevdası mı ne oldu? Haydi kusurumu affedin de bizim nesle yakışmayan bir yeni kuşak ağzı ile cevap vereyim: Boşver!
Şair dostum Feyzi Halıcı'nın çıkardığı bir antolojiye yazdığım ön sözünde şu satırlar vardı:
Güzel resim, güzeldir. Salonunuzun duvarına asarsınız. Görenler beğenir. Güzel musiki güzeldir. Piyanonun tuşlarından, kemanın tellerinden uçan sesler insana insan olmanın mutluluğunu tattırır. Ama güzel bir şiir, güzel değildir. Şiirin çok güzeli güzeldir ancak!
Hırs, haset… Öyle duyguların kırıntısını bulamazsınız içimde. Parmaklarım arasındaki şu kalemi elmas, zümrüt kakmalı som altın hükümdar asasına değişmem!