Yusuf Ziya Ortaç'ın kendi kaleminden hayatına dair notlar
Yusuf Ziya Ortaç, edebiyatımızın Beş Hececiler olarak adlandırılan grubun üyesiydi. Bununla beraber güçlü yazar ve şairliğiyle tanınır; edebiyat öğretmenliği, yayımcılığı ve siyasetçi yönüyle bilinirdi. Döneminin önemli mizah yazarlarındandı. Edebiyata olan sevdası onu mühendislik hayalinden almış, Bizim Yokuş'un önemli isimleri arasına dahil etmişti. Yaşadığı süre boyunca en büyük sırrı çok sevdiği dergiye en güzel şiirini göndermemiş olmasıydı. İşte, Ortaç'ın "kaleminin kendisine tahammülü kadar" yaşam öyküsü…
Giriş Tarihi: 20.05.2019
15:11
Güncelleme Tarihi: 20.05.2019
16:13
Guraba Hastanesinin üçüncü iç hastalıkları kliniğinde elektrokardiyografımı yaptırmıştı Profesör Ekrem Şerif Egeli. Bana sıcak bir yakınlık gösteren genç asistana teşekkürle elimi uzatınca gözlerinde neredeyse iki damla olacak bir sevinçle:
- Asıl ben size teşekkür ederim, dedi. Eğer siz olmasaydınız Ordu Lisesi olmayacaktı. Ordu lisesi olmasaydı ben doktor olmayacaktım.
1950 seçimlerinde meydan meydan şehirde, köyde nutuklar çekerek oy çoğunluğunu sağlamıştık listemizde. Ama artık usanç vermişti bu seçmen efendilerimize dalkavukluk… Her oy sahibi vatandaş, sizi kendi özel vekili sayıyordu. Bakanlık bakanlık koşturmak için.
Bu bıkkınlıkla more baştan dedim ve geldim Bizim Yokuş'a. Artık ölmek vardı, dönmek yoktu. Bu 'yeni baştan'ın üstünden on dört yıl geçmiştir, okurlarımın sevgisi arta arta… Başarımızın iki sebebi var: İşimizi hem biliyoruz, hem seviyoruz.
Gece baş ucumda mutlaka not defterimle kalem vardır. Sabahın dokuzunda evden çıkarım. Cumartesileri bile… Aşk acaba bulaşıcı mıdır dersiniz. Akbaba'da herkes işin sever.
Kusurlarım mı? Eskiden çabuk kızardım, çok kızardım. Şimdi sağlığım böyle gençlik gösterilerine izin vermiyor. Ama hâlâ her yazının üstünde kalem oynatmaktan vazgeçmedim. Hâlâ her karikatür benim elimden gider klişeciye. Hala sayfalar şekillenirken masa başında ayaktayım. Hâlâ makineden çıkan ilk prova benim gözümden geçer. Ve hâlâ faturaların rakamlarını dikkatle didiklerim.
Benimle dargın olanlar var. Ben mi? Kimseyle dargın değilim. Üşeniyorum darılmaya…
Haa, yirmi yaşın o beni odalara kapayan şiir sevdası mı ne oldu? Haydi kusurumu affedin de bizim nesle yakışmayan bir yeni kuşak ağzı ile cevap vereyim: Boşver!
Şair dostum Feyzi Halıcı'nın çıkardığı bir antolojiye yazdığım ön sözünde şu satırlar vardı:
Güzel resim, güzeldir. Salonunuzun duvarına asarsınız. Görenler beğenir. Güzel musiki güzeldir. Piyanonun tuşlarından, kemanın tellerinden uçan sesler insana insan olmanın mutluluğunu tattırır. Ama güzel bir şiir, güzel değildir. Şiirin çok güzeli güzeldir ancak!
Hırs, haset… Öyle duyguların kırıntısını bulamazsınız içimde. Parmaklarım arasındaki şu kalemi elmas, zümrüt kakmalı som altın hükümdar asasına değişmem!
Sevmediklerim mi? Yalnızlığı sevmem. Dağda, denizde tek başıma tabiat güzellikleri ile baş başa kalmak çıldırtır beni. İnsan isterim, dost isterim. Konuşacak insan, konuşacak dost…
Ya sevdiklerim? Güzeli severim. Güzel bir seccadeyi, güzel bir vazoyu, güzel bir kitabı, güzel bir aynayı… Güzel bir kuş kadar güzel bir sıpaya da okşayan gözlerle bakarım. Güzel elbise, güzel gömlek, güzel çorap…