10 maddede "Han Duvarları"ndan "Zindan Duvarları"na Faruk Nafiz Çamlıbel
Şiirimizde çığır açan Faruk Nafiz Çamlıbel eserlerinde, doğal güzellikleri ve misafirperver insanlarıyla kaleme alınmamış bir destan gibi olan Anadolu'yu işledi. Milletimizin son bir asırlık macerasına hayatı ve kalemi ile şahitlik eden büyük şair, edebiyatımızda yeni bir dönemin başlamasını sağladı. Vefatının yıl dönümünde Faruk Nafiz Çamlıbel'in edebiyat serüvenini sizler için derledik.
Giriş Tarihi: 08.11.2020
09:49
Güncelleme Tarihi: 08.11.2021
15:36
Faruk Nafiz’in edebiyatçılarla tanışma anıları
Faruk Nafiz Çamlıbel, şiirleriyle gündeme gelmeye başladıktan sonra devrin önemli kalemleriyle tanışmaya çalıştı. Davetler, konferanslar, edebi etkinlikler vasıtasıyla onlarla aynı ortamda bulunmaya gayret etti. "Nasıl Tanıdım?" başlıklı yazı dizisinde Ahmet Haşim, Süleyman Nazif, Abdülhak Hamit, Mehmet Akif, Ömer Seyfettin, Mithat Cemal, Celal Sahir ve Yahya Kemal ile nerede ve ne zaman tanıştıklarını anlattı.
Birinci Dünya Savaşı zamanında bir akşam vakti Tepebaşı Bahçesi'nde Yahya Kemal ve Faruk Nafiz bir araya geldi. İki büyük ismin sohbetleri Ahmet Haşim'in yanlarına gelmesiyle yarım kaldı. Faruk Nafiz, Yahya Kemal'i daha önceden de tanıdığı için dikkatinin daha fazlasını Ahmet Haşim'e yöneltti.
Haşim'in "O Belde" şiirinin konuşmasından sinirli ve vehimli olduğu anlaşılıyordu. Faruk Nafiz, o akşam, biri devrini kapayan öteki yeni bir devir açan iki üstadı dinlemekten konuşmaya fırsat buladı. Nihayet bir gün Halik Fahriyle Kadıköy vapurundayken Ahmet Haşim ile tekrar karşılaştı. Hürmet ettikleri şairin keyifli bir anına denk geldikleri için bir çay sohbetine imkân buldu.
Faruk Nafiz'in edebiyatçılarla tanışma anılarını okumak için tıklayın
Büyük Mecmua, Nedim ve Ümit dergilerinde, I. Dünya Savaşı'ndan sonra ülkemizin ahvali ve işgale dair "Bozgun", "Hisar", "Yaralı Arslan", "Münâcât" ve "İzmir" gibi şiirleri yayımlandı.
Kurtuluş Savaşı ile beraber bireysel duyguları bir kenara bırakıp topluma yöneldi. Anadolu, onun için doğal güzellikleri ve misafirperver insanlarıyla kaleme alınmamış bir destan gibiydi. 1919-1922 yılları arasında aruzun yanında hece ölçüsüne de eserlerinde yer verdi. Böylece usta şairin duygu ve düşünce hayatında yeni bir dönem başladı.
"Bin gemle bağlanan yağız at şaha kalkıyor Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor Son macerayı dinlememiş varsa anlatın; Ram etmek isteyenler o mağrur, asil atın
Beyhudedir, her uzvuna bir halka bulsa da; Boştur, köpüklü ağzına gemler vurulsa da... Coştukça böyle sel gibi bağrında hisleri Bir gün başında kalmayacaktır seyisleri!
Son şanlı mâcerâsını tarihe anlatın: Zincir içinde bağlı duran kahraman atın Gittikçe yükselen başı Allah'a kalkıyor Asrın baş eğdi sandığı at şâha kalkıyor!"
Anadolu’nun destanını kaleme aldı
Anadolu yaşayışı, "Han Duvarları" şiirinde can buldu. Faruk Nafiz, bu şiirini öğretmenliği sürdürmek için Kayseri'den Ankara'ya giderken gördüklerinden esinlenerek kaleme aldı. Bu şiiri kaleme almadan önce yazdığı aşk şiirleriyle şöhret yapan şair, artık "Han Duvarları" şairi olarak anılmaya başladı.
"Han Duvarları" yalnızca Faruk Nafiz'in sanatını değil aynı zamanda Türk şiirinde de yeni bir çığır açtı. Çünkü bu dizelerde ilk defa Anadolu coğrafyası ve insanı, romantizmin aşırılıklarından uzak tüm gerçekliğiyle anlatıldı. Artık "Han Duvarları" ile edebiyat dünyasında yeni bir cereyan başladı: "Memleket edebiyatı"
Bu şiir için, "Odama kapanarak dört günde yazdım, Türk Yurdu'nda çıktı. Birisi görecek diye adeta utanıyordum. Ama kısa sürede çok meşhur oldu" diyen şair, eşi Azize Hanım'ın ifadesine göre "Çalışırken odasına kapanır ve çok gergin olurdu."
"Aradan yıllar geçti işte o günden beri Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim, Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim. Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar, Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar! Ey garip çizgilerle dolu han duvarları, Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!"
Anadolu'yu Türkiye yapanlar
"Memleket edebiyatı”nın ilk bildirisi
Akıcı ve yalın bir dil kullanan Faruk Nafiz, Türkçe olan sevgisini "Ana Dili" adlı şiirinde şöyle açıklar:
"Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana, Ben o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime. Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır, Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime."
Anadolu'nun eşsiz güzelliklerine kendine adayan Faruk Nafiz, bu sanat anlayışını 1926 yılında bir beyannâme haline getirdi. Hayat mecmuasında yayımlanan Sanat şiiri, "memleket edebiyatı"nın ilk bildirisi olarak kabul edildi.
Bildiri niteliğindeki bu şiirinde, Batı edebiyatı ve onun tesirlerini reddetti. Topluma, Anadolu'ya yönelmeyi esas aldı. İstanbullu aydın ile halk arasında olumlu bir ilişkinin kurulması gerektiği belirtilirken Batı hayranlığı ve taklitçiliğini eleştirerek bunlar karşısına Anadolu insanı ve kültürünü çıkardı.
…"Başka sanat bilmeyiz karşımızda dururken Yazılmamış bir destan gibi Anadolu'muz Arkadaş, biz bu yolda türküler tuttururken Sana uğurlar olsun... Ayrılıyor yolumuz"
Faruk Nafiz'in bu şiirine göre Batı'nın taklidini yapan İstanbul aydınları "düz caddelerde, ilk çağ tapınaklarında, opera ve bale salonlarında, klasik müzik konserlerinde ve müzelerde heykellerden… " zevk alır. Fakat kendileri ise "Anadolu'nun doğasından, sülüs yazılı ve çinili mimari eserlerimizden, halk oyunlarımızdan, yaralı halkımızın derdine derman olabilmekten, Anadolu insanının yiğitliğini konu edinen türkülerinden ve efsanelerden…" zevk alırdı. Bu duyguları temel alan bir edebiyat oluşturmaya niyetlendiklerini belirtir.
Behçet Kemal Çağlar ile Cumhuriyet'in onuncu yılında, bağımsızlık mücadelemizi, on yılda neler yaptığını ve gelecek hedeflerini anlatan bir şiir yazdı. Bu dizeler, Onuncu Yıl Marşı olarak kabul edilip bestelendi.
"Çıktık açık alınla on yılda her savaştan; On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan; Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan, Demir ağlarla ördük anayurdu dört baştan."
Faruk Nafiz, aynı yıllarda kendisi gibi hece vezniyle yazan Enis Behiç, Yusuf Ziya, Halit Fahri ve Orhan Seyfi ile birlikte "Beş Hececiler" adı verilen grup içerisinde anılmaya başlandı.