Felatun Bey ile Rakım Efendi üzerine tiyatral bir inceleme
Roman türü ilk defa 19. yüzyılda Batılılaşma hareketleri neticesinde edebiyatımıza girdi. Bu türün başlıca konuları; yanlış batılılaşma, Batı'ya hangi noktada ve nerede bağlanacağımızdı. Ahmet Mithat'ın Felatun Bey ile Rakım Efendi isimli romanı da o dönemdeki yanlış batılılaşmayı inceleyen eserlerdendir. Tanzimat Döneminin ünlü romanlarından biri olan Felatun Bey ile Rakım Efendi'nin tiyatroya uyarlamasını Fikriyat okurları için çözümledik.
Giriş Tarihi: 10.12.2019
16:28
Güncelleme Tarihi: 10.12.2019
17:08
Şehir tiyatrolarında sahneye taşınan roman
Felatun Bey ile Rakım Efendi romanı, ilk kez 2012 yılında Selçuk Soğukçay tarafından müzikal bir şekilde sahneye taşındı. İstanbul Şehir Tiyatroları'nın Ocak ayında repertuarına eklediği, iki perdelik müzikal oyun izleyicilerin yeniden beğenisine sunuldu. Başrollerinde; Arda Aydın, Bekir Aksoy, Ayşegül İşsever ve Sinan Bengier gibi usta oyuncuların yer aldığı müzikalde hiçbir detay atlanmayarak romanın birebir uyarlaması oluşturuldu. Romanı okuyan izleyiciler bu duruma yakından şahitlik edebilir.
"Ben seni ne kadar görsem, görmeye doyamam..."
Rakım Efendi ve çelişkileri
Rakım Efendi rolünü üstlenen Bekir Aksoy, oyundaki tavır, duruş ve görünüşü itibariyle romandaki tanımlamalara tam manasıyla uymaktaktadır. İzleyicileri selamlayarak oyuna başlayan Rakım Efendi, Ahmet Mithat'ın kendisine verdiği sınırsız müsamaha ile "örnek gözde genç" rolünü, "Ben sana söylemiştim Felatun" lu cümleleriyle oyun boyunca süsleyip durur. Ahmet Mithat, sevgili gözdesine söz söyletmese de biliyoruz ki o da masum değildir. Zira Rakım Efendi, Felatun Bey'de eleştirdiği her noktayı, kendisine biçilen örnek konumun arkasına sığınarak gerçekleştirir. Yabancı piyano hocası Jozefionu ile yaşadıkları Felatun'un her fırsatta batılı gibi giyinmesini eleştirip, parayı bulduğu ilk anda Felatun gibi giyinmeye başlaması buna örnek teşkil edebilir.
''Gözlerimin ışığının bu kadar parlak olmasının sebebi, senin yüzünün parlaklığının bana yansımasıdır...''
Yazar tarafından hakkı yenilen bir ‘garip’ adam: Felatun Bey
Herkesin batılılaşmayı sözümüz ona "doğru" kavradığı bir dönemde -her şeyi olduğu gibi- batılılaşmayı da yanlış anlayan Ahmet Mithat'ın hakkını yediği üvey evlat, sevgili züppe ve mirasyedi tipimiz Felatun Bey rolünü Arda Aydın üstlenmiş . Ahmet Mithat'ın aksine Selçuk Soğukçay haksızlık yapmayarak Arda Aydın gibi bir oyuncunun ustalığına teslim etmiş Felatun Bey'i. Aydın, sahnede enerjisi ve oyunculuğuyla Felatun'un çiğnenen hakkını teslim eder.
Handan İnci, çalışmasında Felatun Bey'i "Rakım'ın olmadığı her şey" olarak tanımla r. Romanda olduğu gibi tiyatro oyununda da Felatun Bey insani tüm iyi vasıflardan uzaklaştırılarak, sürekli yanlış anlaşılmalarla komik duruma düşürülür. Bilhassa tiyatro, Felatun'un komik düşürülme anlarını vermesi bakımından romandan daha elverişli ve etkili olmuştur.
Türk romanında karşımıza çıkan zıt karakterlerin tiyatro oyunlarına uyarlanırken oldukça başarılı bir şekilde seyirciye sunulduğuna şahit oluyoruz.. Örnek verecek olursak; geçtiğimiz sene Devlet Tiyatrolarında sahnelenen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur adlı eserindeki Suat karakteri de, rolü üstlenen oyuncu tarafından ustalıkla hayata geçirilmiştir.
"Bu parayı kendisine babası bırakmış. O da kendini harcamakla görevlendirmiş."
Felatun Bey ile Rakım Efendi'nin müzikal olarak sahnelenmesi, oyunun en ilgi çekici yanlarından biri. Zira üç saatlik oyunun izleyiciyi zinde ve canlı tutması müzikal sayesinde gerçekleşiyor. Fakat müzikalde enstrüman seslerinin yeterince iyi ayarlanamaması, oyuncuların söyledikleri şarkı esnasında seslerini bastırıyor ve izleyiciler tarafından çoğu şarkı sözünün anlaşılamamasına da ayrıca sebep oluyor. Teknik anlamda yer yer ses ile ilgili problemlerin ortaya çıktığı oyunun dekoru ise müzikalin canlılığı açısından vasat bir niteliktedir.
Rakım Efendi’nin ‘mutlu son’u
Oyunun sonuna gelecek olursak, o yıllarda henüz masal ve destan geleneğinden tam manasıyla çıkılamadığı için Felatun Bey ve Rakım Efendi romanında da iyiler elbette kazanır ve mükâfatlandırılır. Gökten üç elma düşer ve üçü de Rakım Efendi'nin olur. Tanpınar'a gelene kadar bu durum kısmen böyle devam eder fakat yazarın romanlarında görürüz ki modernizm artık bize iyilerin de kaybedeceğini Mümtaz ve Nuran üzerinden gösterir. Zira yukarda örneklediğimiz gibi Huzur'un kazananı Suat olur. Bu sebeple artık gökten elmalar düşmez…
Oyunun sonunda "ben dememiş miydim sana" Rakım, babasının bütün mirasını Beyoğlu'nda zevk ve eğlence içinde geçiren Felatun'u tren garında İstanbul dışındaki yeni görevine uğurlar. İzleyiciler ise yazar tarafından hep sözü kesilen, kendisi olmaya ve onda da "beyazlıkların" bulunduğunun anlatılmasına müsaade edilmeyen Felatun Bey'in hüznünden bir parça alarak salondan ayrılırlar. Son sahnede Felatun Bey, tüm mirasını harcadıktan sonra İstanbul'dan ayrılmadan evvel oyunun başından beri görmeye alıştığımız alafranga beyaz frakını çıkarır, onun yerine Rakım Efendi'nin oyunun başlarında üzerinde olan; kahverengi, doğulu, alaturka takımı giyip İstanbul'dan ayrılır . Böylece, seyircilerin zihnine 'kaybetmenin simgesi hep mi Doğu'dur?' sorusu bırakılır. Ya da zihin kodlarına işlenir.
Eleştirilecek tüm noktalarına rağmen, Felatun Bey ile Rakım Efendiler sayesinde 19. yüzyıl hayatına şöyle uzaktan bir "seyirci" olmak; dönemin şartlarını ve sanat anlayışını anlamak açısından güzel bir deneyim…
"Gönül bağlanacak birisini mutlaka arar, bulur."