Ahmet Rasim'in gözünden İstanbul'da bahar
Mart ayını da yavaş yavaş uğurladığımız bu günlerde, baharın sıcaklığı daha da fazla kendisini hissettirmeye başladı. Güneşin göz kırptığı bu zamanlardaki mutluluk acaba her zamanın ortak hissi miydi? Bundan yüz sene evvel de baharın coşkusu insanın yüreğini kaplıyor muydu? 1907 yılında kaleme aldığı yazılarıyla bu sorunun cevabını Ahmet Rasim verdi. Baharla edebiyatın gücünü birleştirip tüm olumsuz düşüncelerden sıyrılan yazısında mutfaktan tarihe, gündelik hayattan kendisiyle yaptığı söyleşilere kadar birçok şeyden bahsediyor.
Giriş Tarihi: 25.03.2019
18:29
Güncelleme Tarihi: 25.03.2019
19:14
SADABAD’IN İNŞASIYLA İLGİLİ ŞAŞIRTICI BİLGİ
Sultan 3. Ahmed devri Paris sefiri Mehmed Efendi'nin bu şehirden getirdiği planlar üzerine güzel bir kâşâne inşa edilmiş ve derelerin birleştiği yerden bir mil kadar yukarıda çekiç ile işlenmiş taşlardan sekiz yüz arşın genişliğinde bir rıhtım yapılmıştı ki o zamanın tarih yazıcısı Reşad Efendi buraya Husrevâbad, büyük kasra da Sadabad adlarını vermişti.
Bu kasır şark mimari tarzında olup Fransa'nın Versaille, Fontainebleau ve bilhassa Marly yüksek binaları taklit edilmiş ve biri dere tarafında diğer ikisi iki tarafta olmak üzere üç kısımdan ibaret ve on mermer sütun üzerine bina olunmuştu.
HALİÇ’TE BAHAR ŞENLİKLERİ
Artık bahar, sohbet halılarını açacak gezinti yerlerini çimenler ve güzel kokulu çiçeklerle süsledi. Gezinen ayaklar ne tarafa gidecek olsa, seyirden hoşlanan gözler sevilen bir manzaraya tesadüf edecek, bilhassa bugün şehrin ne kadar mesiresi varsa hınca hınç dolacak.
Bence ha Hızır günü ha onun kuzu, dolma, peynirli pide, yumurta, yoğurt, yeşil salata vesaireden oluşan ziyafet sofrası. İkisi de birbirine benzer, ikisi de hoştur. Çünkü şehrimiz için gezinti yeri yine kendisidir. Herhangi sahil tarafına inilirse inilsin, sur içinde veya dışındaki herhangi bir açıklığa gidilirse gidilsin, oralarda yine o bahar feyzi tamamıyla görülür.
KÖPRÜ AÇILIŞ ADINA ÜCRETSİZDİ
İsterseniz Haliç'ten şöylece girerek etrafımıza bakına bakına Sadabad'a kadar gidelim: İşte eski köprü. Buraya ilkin 1253 yılında Kaptan-ı derya vekili Fevzi Ahmed Paşa nezaretiyle bir köprü inşa edilmiştir. Onun yaptırdığı plana göre, hediye edilen sallar deniz üzerine dizilmiş ve birbirine bağlanarak uzunluğu altı yüz kulacı aşan ve eni iki tarafta birbirine dokunmayarak yayaların kolayca geçecekleri kadar genişlikte yapılmıştır. Bu köprünün altında küçük bineceklerin geçmesi için de iki büyük göz vardı. Büyük gemiler açılan kapılardan geçerlerdi.
Aynı yılın Regaib gecesinin ertesi günü açılış merasimi yapıldı. o zaman geçenlerden para alınmaması uygun görülerek adına Hayraniyye denildi. Tarihçi Lütfi Efendi: "Kuruldu ruy-ı bahre cesr-i dilcu bendeniz geçtim." tarihini söylemiştir. (Deniz üzerine güzel köprü kuruldu, bendeniz geçtim mansına gelen bu mısrada aynı tarzda yazılan ben deniz ile ben deniz arasında bir kelime oyunu vardır.)
Fakat Haliç'te ilk defa köprü kuran kimdir biliyor musunuz? Belki hatırda kalmamıştır. Fatih… İstanbul'u muhasara ettiği sırada gemilerini içine indirdiklerinde buranın en dar yerine muvakkat bir köprü inşasını tasavvur buyurmuşlar. Tarih diyor ki:
Tasavvurlarını tatbike koydular. Bu köprü birbirine demir halkalı lata ve kirişlerle bağlı varil ve mancanalardan ibaret olup üzerine kuvvetli ve sağlam döşeme konulmuş ve bağlı bulunduğu iki ucu iki sahile bağlanmıştır. Bu suretle tertip edilen sal köprü 15 kez (dirsek ile parmakların ucu arasında olan boy) genişliğinde ve 100 kez uzunluğunda olmakla ancak beş adamın yan yana geçebileceği kadar genişlikte, yüzme gücü ise üzerinden geçecek asker ile askerin harekâtını korumak için konulan bir topu kaldıracak derecede idi.
UNKAPANI İSMİ NEREDEN GELİYOR?
Köprü'nün Galata tarafında biten ucundaki Azap kapısına vaktiyle burada Azap denilen silahlı bahriye askerlerinin kışlası bulunduğu için böyle denilmiştir. Unkapanı'na gelince bu adı almasının sebebi şudur:
Vaktiyle yağ, bal, un, erzak, hayvanat, kahve, tütün ve ipek, pamukla bunlardan yapılan kumaşlar vs çeşit dokuma ithalatı için (Kapan, Mizan, Çarak, Mengene) adlarıyla içerde ve kıyıda hususi büyük büyük binalar ve hanlar inşa edilerek bunlara ayrı ayrı eminler, naibler, kâtipler, mubassırlar tayin edilmesi ve gelen eşyanın mensup oldukları dairelere çıkartılıp mutlaka oralarda gümrüklendirilmesi esas tutulduğu için burada da bir un kapanı kurulmuştu.