Ben Ahmet Rasim, İstanbul Mektupçusu
Aslında hepimiz yazı makinesi olarak Ahmet Midhat Efendi'yi biliriz. Fakat ustasını aşmış bir isim olan Ahmet Rasim, kırkı İstanbul'la ilgili olmak üzere 148'den fazla eser kaleme aldı. Tanzimat'tan Cumhuriyet'e kültür ve edebiyatımıza ışık tutan güçlü kalemlerden biri olan Rasim, gazeteci, yazar, bestekâr, denemeci idi. II. Abdülhamid'den Mecidi Nişanı alan yazar, aynı zamanda I. Dünya Harbi sırasında savaş muhabirliği yaptı. Ömrünün son anlarında dahi yazmaya devam eden İstanbul Mektupçusu Ahmet Rasim'in ölümünün üzerinden tam 90 sene geçti. 21 Eylül 1932'de hayata veda eden bu renkli ve kıvrak kalemin satırlarıyla eski İstanbul'u gezmeye ne dersiniz?
Giriş Tarihi: 22.09.2022
10:42
Güncelleme Tarihi: 22.09.2022
13:36
🖌"Ben yüzme bilmediğim için, genelde Kalamış sahillerini severim. İsterseniz denizin ortasına kadar gidin, sular belden yukarıya çıkmaz. Hem, biraz da sıcak olur. Fener de ondan aşağı kalmıyor. Bakırköy hamamlarında da bu kolaylık vardır. Köprü'ye hiç söz yok. Yalnız, ne zaman girsem altındaki döşemenin koparak Haliç'e doğru yüzmeye başlayacağı korkusu aklıma gelir."
🔸
Bir şehir mektupçusu olan Rasim'in yazdıkları, bir nevi İstanbul'u yaşama ve keyif alma rehberi gibidir. Yüzme bilmeyen İstanbul ahalisine denize girmek hakkında tavsiyeler verdiği satırlarsa hem kişisel hayatı hakkında hem de dönemi hakkında fikir veriyor. Aynı zamanda şehirdeki yapıların sağlamlığı hakkında bilgi veren Ahmet Rasim şehri adım adım kaydeden bir kamera gibidir.
🖌 "Boğaziçi, yer yer mesirelerini açıyor. Sefa günleri yine geldi. Baharın kalan kısmı yaz başlangıcı ile birleşerek, ne pek terletici, ne de üşütücü esen yellerle o zarif girintinin kıyılarını ve tepelerini tazelikle kaplamış. İnsan, derhal bir kayığa veya sandala atlayarak gün batarken tepeden tepeye akseden renk oyunlarını, sahilden sahile vuran renkli dalgaları seyretmeye hevesleniyor. Bakış, her yanı dolaşıp durdukça, o daracık yerde toplanan benzersiz tabiî güzelliklere hayran kaldıkça, zevk ve şenliğin buraları terk edeceğine inanamıyor. Bana kalırsa Haliç, yalnız bir Sadabat'ıyla buralara karşı övünemez. Göksu, manzaraca ondan aşağı kalır mı? Akşamları süzüle süzüle vadiye sokulan sandallar, sağda solda dinlenerek gün batarken Küçüksu önüne çıkınca, suların coşkun akışındaki hüzünlü ilhamlar, Kâğıthane dönüşünde bulunur ki görülür manzaralardan değildir. Gönül oralarda gecelemek, ertesi sabahı görmek istiyor. Gece, yıldızlı örtüsünü semaya yayar yaymaz insanın içine, yorulmuş zihinlere ferahlıktan ve şenlikten ibaret bir sevinç hissi geliyor; terlemiş alınlara rahat ve huzur verecek rüzgârlar temas ediyor."
🔸
İstanbul'da baharı karşılayan yazar ilkyaz günlerinin şehirdeki mesire mekânlarına getirdiği güzellikten bahsederken bize pastoral ezgiler dinletir. Rasim, Göksu kıyıları ile Haliç'i (Sadabad'ı) kıyaslar. Bu mekânları temaşa etmenin yazarda uyandırdığı hisleri gördüğümüz satırlar okuyanda orada bulunma isteği uyandırır.
Ahmet Rasim'in gözünden İstanbul'da bahar
🖌 "Göksu gölgeler içinde kaldığı zaman, batan güneşin son ışıkları, o hafif karanlık içinde ayrı bir güzellik aksi meydana getiriyor. Sulara doğru eğilen yaprakların uçları, toprağa doğru inen dalların her yanı karararak renk zıtlıkları ortaya çıkarıyor. O zaman, ta içerilerden ağır ağır gelen, gittikçe hafifleşen uzak bir gürültü, bir vakit oralarda aksedip kalan neşeli seslerin geri döndüğünü hatırlatıyor. Sanki zayıf bir ses haline gelmiş gibi boyuna tekrarlanan, gönül âlemlerine mahsus garip bir hüzün duyuluyor. İnsan, ağlamaya bahane ararken seviniyor. Sandal ilerledikçe, gölgeler koyulaşıyor. Bir yere geliniyor ki, oradan öteye geçilmiyor. Uzun, karanlık, titreşimli, derin bir koridoru andıran bir boşluk, iç burukluğu veren bir ıssızlık gitmenize engel oluyor. İşte, Göksu'nun son şairane manzarası…"
🔸
İstanbul'u anlatırken bütün söz varlığını ortaya koyan Ahmet Rasim, kelimelerle resim çizer. Ama bunlar donuk, tek bir anı anlatan resimler değildir. Zamanın büyülü bir biçimde aktığı bu anlarda ışıklar ve renkler, efsunlu akislerle insanın gözünden gönlüne doğru akar. Aynı zamanda bir bestekâr olan Rasim, kelimelerinden yankılanan dünya şarkılarını da bize dinletir. Göksu'da gün batımını yekpare kusursuz bir anlatımla ortaya koyar.
🖌 "Kadıköy, büyüdükçe büyüyor. Birkaç sene içinde Haydarpaşa ile birleştiği gibi Zühdüpaşa Mahallesine, Kızıltoprak'a doğru da kol atıyor. Fakat şose namına bir şey yok denilse yeridir. Hele, Haydarpaşa rıhtımı hemen kalmamış denecek bir halde. Rıhtım, kıyı şehirlerinin adeta düzen ölçüsüdür. İstanbul rıhtımlarının şehrimize verdiği yeni manzara ne kadar hoşumuza gidiyor. Fakat Galata rıhtımı boyunca yapılan salaşlar pek ziyade münasebetsiz. Çökme ve benzeri vakalar olmadan, buraların titizlikle gözden geçirilmesi gerekir."
🔸
İstanbul'un yalnızca kıyılarını, güzelliklerini anlatmayan yazar yerleşim yerlerinin o dönemdeki durumları hakkında da bilgi verir. Yukarıdaki satırlarda Kadıköy'ün bugün içinde bulunan ve bize gayet normal gelen muhitlerinin yeni yeni semte dâhil olduğunu görürüz. Rıhtımı kıyı şehirleri için bir düzen ölçüsü olarak gören Rasim, bu yeni durumun hoşumuza gittiğini ifade ederek aslında ironi yapar . Haydarpaşa rıhtımının darlığı ve yetersizliği hakkında yorum yapan yazar, aynı zaman da Galata rıhtımındaki salaşları insan güvenliği açısından tehlikeli bulur ve aslında gazetedeki köşesinden dönemin yetkililerini ve halkı uyarır.
Türk Folklorünün Öncü İsmi Ahmet Kutsi Tecer Hakkında 10 Bilgi
🖌 "Köprü üzerindeki Rumeli ve Anadolu kıraathaneleri şu mevsimde o kadar serin oluyor ki insan saatlerce çıkmak istemiyor. Temizlik, bakım ve hizmet son derecede olduğundan, şehrimizde bir benzerine rastlamak güç. Fakat eski köprü ile yeni köprüyü birbirine ekleyen geçitlerin merdiven yerleri oldukça tehlikeli, demirleri ise kopmuş, kırılmış olduğundan insan, inerken biraz sendelese denize yahut dubaların üzerine düşecek."
🔸
Yaz günlerinde sığınılacak bir mekân olarak köprü üzeri kıraathanelerini öven yazar, bu derece hizmetin o dönemin İstanbul'unda pek görülmediğinden bahseder. Yine halkın can güvenliği için endişelenen Ahmet Rasim, köprü merdivenlerinin harabeliğinden yakınır. Bir önceki paragrafta olduğu gibi gazetedeki sütunundan halka seslenir ve yetkilileri ikaz eder. Şehirdeki meseleleri üstünkörü aktarmaz. Hem sosyolojik açıdan hem de yaşayan bir vatandaş olarak köşesine taşır.