Ahmet Semih Mümtaz'ın Eski İstanbul Konakları kitabından alıntılar
Ahmet Semih Mümtaz'ın çeşitli gazete ve dergilerde kaleme aldığı yazılar genelde, yakın tarihle ilgili birçok bilgi ve hatırayı içerir. Bu eseri ise eski İstanbul'un konak yaşantısına ait yazılarının derlenmesinden oluşur. Bugün artık tarihe karışıp hayal olmuş eski konaklardaki üç kuşağı bir arada tutan gelenekler, kadın ve çocukların dünyası, eski İstanbul'daki ünlü paşa konaklarıyla ilgili bilinmeyen anılar, akıcı ve hoş bir anlatımla okuyucuya sunulur. Sizler için Ahmet Semih Mümtaz'ın Eski İstanbul Konakları kitabından alıntıları derledik.
Giriş Tarihi: 08.03.2020
16:08
Güncelleme Tarihi: 08.03.2020
16:39
"Bazı saraylar, konaklar ve haneler mektebe benzerdi. Birçoğunda mükemmel kütüphaneler vardı. Adliye Nâzırı İsmetpaşazade Rıza, Sadrazam Ahmed Vefik, Sadrazam Edhem Paşaların emsalinin ve Hazine-i Hassa-i Şahane müsteşarı Halis Efendi'nin, Meclis-i Maarif Reisi sudûr-ı i'zamdan Haydar Molla'nın ve Vükela-yı Saltanat-ı Seniye'den Hasan Fehmi Paşa'nın ve Çavdarlı Esad Molla Beyefendi'nin kütüphaneleri gibi. Birtakım da devrin tabir-i mahsusuyla "ayaklı kütüphaneler" vardı. Bunlar her şeyi okuyan ve anlayan ve anlatan münevverlerdi."
"Beyoğlu, Nişantaşı, Şişli semtinde ikamet etmek eski ricalin hayalinden geçmezdi. Bu adamlar öz İstanbul'u severler, daha millî bulurlardı. Tercihen de Marmara Denizi'ni gören arsalarda yerleşirlerdi. Midhat Paşa Konağı bunlardan biri idi. Denizi, adaları, hatta Keşiş Dağı'nı kucaklıyormuş gibi manzarası vardı. Biraz gerisinde Cezzar Ahmed Paşa Konağı (bunu sonraları Meclis-i Maarif Reisi Haydar Molla almıştı), Dâhiliye Müsteşarı Celal, Divan-ı Muhasebat Reislerinden Mucip Bey'in konakları birbirinden güzel nezaretlere sahip idiler. Hele Mucip Bey Konağı'nın mevkii muhakkak olarak emsaline faik idi. Hiç unutmam bu muhterem zat, kızını Reşad Rıdvan Bey'le burada evlendirmişti. Sonu gelmemişti fakat..."
"Konakların kalabalığı şöyle bir tarife girebilir: Evvela ev halkı, sonra hanegî, yani eve misafir olarak gelip gitmesini bilmeyenler; hakiki dostla ahbaplar ve âşinalar; konu komşu ve ekseriya davetlere gelen davetliler... Ve bunların arasına kabul edilen gençler... Bu kalabalıklar çok neşeli olurdu. Neşeli haberlerle güzel sözler ve bazen de sazlar; değil evin, mahallenin havasını tasfiye, gam ve kasaveti defederdi. Böyle günlerde ve hatta adi günlerde misafirlerin huzurunda yahut sokaktan eve girer girmez duyulmuş fena bir haber varsa onun birdenbire hele ihtiyarlara söylenmemesi bize edilen tembihlerin başında gelirdi. Böyle dikkatsizlikler "lâ-yecuz"dur denilirdi."
"Kimsenin canının sıkılması diye bir mevzu hatırlamıyorum. Herkesin müspet bir işi, meşgalesi vardı. Ziyaretler de sıralı ölçülü idi. Konakların birer israf yuvası olduğu da doğru değildir. Bu büyük yapılarda birçok masraflar müşterek olduğu için, hayat daha iktisadî idi. Her evin büyük hanımı, geçim mesuliyetinin ağır yükünü omuzlarına alır, bunu zevk ve muvaffakiyetle yapardı."
"Mevsimler, başka başka dünyalar getirirdi. Fakiri, zengini, orta halis bu hayat nizamını dışında değildi. Herkes kendi haline göre idi. *Tecessüs hem ayıp, hem günahtı. Servet tezahürleri ve gösterişlerini hoş görmemek, hatta bunlara rastladıkça mâni olmak, İslâmî bir ananeydi. Kendini bilen, zaten böyle hafiflikler yapmaz, yapamazdı. Bu telakki münhasıran hariçte değildi, evlerin içinde de aynı idi."
*Tecessüs: Bir kimsenin öğrenilmesini istemediği özel durumunu merak etme, araştırıp soruşturma anlamında ahlâk terimi.