Ara Güler'in kaleminden Sait Faik
Dünyaca tanınan ve fotoğraf makinesiyle sayısız önemli ismin fotoğrafını çeken Ara Güler, edebiyat dünyasından birçok ismin de arkadaşıydı. Özellikle gençlik dönemlerinde Sait Faik ile yolları kesişmiş, onunla birçok anı biriktirmişti. Ara Güler'in Sait Faik için söyledikleri o dönemin edebiyat ve sanat dünyasına da ışık tutar nitelikte. Cağaloğlu ve Beyoğlu'nun Ara Güler tanımından, Orhan Veli ve Sait Faik'in iç dünyalarına kadar birçok mühim detay bu satırlarda yerini alıyor.
Giriş Tarihi: 15.04.2019
09:59
Güncelleme Tarihi: 15.04.2019
10:09
AMERİKA'DAN ÖDÜL ALAN İKİNCİ TÜRK
1953'te Sait Faik, ikinci Türk olarak Amerika'daki Uluslararası Mark Twain Derneği'nin onur üyeliği payesini aldı. Bu kadarı küçük bir haber olarak gazetelerde çıktı çıkmasına ama yukarıda da söylediğimiz gibi, sanatçılar gazete sütunları için pek çekici bir konu değildi. Oysa bundan önceki Mark Twain üyeliği ilk Türk olarak Atatürk'e verilmişti. Şimdi ikinci Türk de Sait oluyordu. Aradan yıllar geçti, bugüne kadar başka hiçbir Türk bu onura layık görülmedi. Bir süre sonra bunun sertifikası geldi. Sait bana getirdi. "Bir fotoğrafını çek, birkaç tane bulunsun." dedi. Sait'in ölümünden sonra birkaç kopya daha yaparak Sait Faik Müzesi olan Burgaz adasındaki evine armağan ettim. Kendisi bu olay için özetle şöyle yazmıştı:
KÜÇÜK BİR HİKAYECİNİN ÖDÜLÜ
"Bana Mark Twain Cemiyeti fahri üyeliği verildi, Dünya edebiyatına ettiğim hizmetten ötürü. Birçokları gibi ben de şaşırdım. Dünya edebiyatına hizmet filan etmediğimi söylememe ne hacet. Bu, üyelik verilmesi için uydurulmuş nazik bir sebeptir, sanırım.
Atatürk'ten sonra benim üye olmam benim için ne büyük şereftir. Bir milletin yetiştirdiği en büyük çocuğu ile o milletin kendi halinde bir küçük hikayecisinin Amerika'da bir cemiyette buluşmaları küçük hikayeci için ne bulunmaz şerefli bir fırsattır..."
BABAMIN ECZANESİ OLDUĞUNU BİLMİYORDU
Hastalığının yeni başladığı yıllarda babamın Beyoğlu Hacopulo pasajındaki eczanesine gelir, kalfamıza iğne olurdu. Ama Sait bu eczanenin babamın olduğunu bilmezdi, ben de hiç söylemedim.
"GEBERECEĞİZ DİYE FOTOĞRAFIMI ÇEKMEYE Mİ GELDİN?
Bir yaz günüydü, Sait hastanede tedavi altına alınmıştı. O zamanlar Şişli'ye yakın Bulgar Konağı'nın karşısındaki köşede iki katlı beyaz büyük bir bina vardı. Adı Marmara Kliniği idi. En eski arkadaşı Arad her nedense onu görmeye yalnız gitmekten çekiniyordu. "Birlikte gidelim." dedi. Gittik. Yatmakta olduğu ikinci kattaki odaya korkuyla girdim. Her şeyden önce fotoğraf makinemi görmesini istemiyordum. Halsizdi, yatıyordu. Bize bakıyor ama pek az konuşuyordu. Arad, Cağaloğlu'ndan haberler veriyor, dedikodu yapıyor, hoş şeyler anlatmaya çalışıyordu. Sait'in gözü bir ara bana takıldı ve yanımda duran fotoğraf makinesini gördü.
-Ulan gebereceğiz diye fotoğrafımı çekmeye mi geldin? dedi.
BEMBEYAZ LOŞ ODA ARTIK YOK
Fotoğraf çekmek... Tabi ben bunu hiç yapmadım o gün. Şimdi anımsıyorum, her tarafı yağlı boyayla boyanmış bembeyaz bir odaydı. Onu son gördüğüm oda. Ama tüm beyazlığına karşı loştu.
O günden bu güne Şişli'ye çok yolum düşer. Otomatik olarak o tarafa bakar, Marmara Kliniği'ni ararım. Yoktur Marmara Kliniği. Bu bembeyaz loş oda da yoktur. Sait de yoktur...