Aşık Veysel'in hayatı hakkında bilinmeyenler
Bir nesil onun dizeleriyle sevmenin ve sevilmenin güzelliğini anladı. Bağlamasıyla türkülerini yediden yetmiş yediye herkese sevdirdi. Aşık Veysel, derdine sazını ortak eden, tüm zamanların en büyük ozanlarından biriydi. Kimi zaman doğaya kimi zaman insanlığa kimi zamansa hayata dair sitemlerini ince ince işledi. Hiçbir zaman kalbimizden ve hafızalarımızdan silinmeyecek büyük ozanımızı saygı, sevgi ve rahmetle anıyoruz.
Giriş Tarihi: 20.03.2020
15:56
Güncelleme Tarihi: 25.10.2021
08:41
"Babam, Esma'yı meğer çok severmiş"
Babam, sevgilisiyle evden kaçan ilk karısı Esma'yı meğer çok severmiş . Esma gittikten çok sonra bile babam hâlâ onu hayallerdi, köyün en güzel kadınlarından biriymiş. Bir gün kapıyı çalıp bana 'Çok başım ağrıyor kızım, babandan benim için bir ilaç iste?' dedi. Çok şaşırdım, 'Nasıl isteyebilirim Esma anne?' deyince, ısrar etti; 'Sen iste, o verir' dedi. Çekine çekine varıp söyledim babama. Elini cebine attı, çıkardığı aspirini avucumun içine koydu. O anda bana söylediği de hala kulağımda; 'Onun başı daha çok ağrıyacak.' Hakikaten dediği gibi de oldu, kadının hayatı perişanlıklarla geçti.
Veysel Şatıroğlu nasıl bir aşıktı?
📌 Aşık Veysel'in, âşıklık geleneği içerisinde nerede ve hangi noktada olduğunu değerlendirmek gerekirse, bunu ilk olarak saz çalma özelliğinden yola çıkarak yapabiliriz. Çünkü saz, âşıklık geleneğinde oldukça önemli bir yere sahip. Öyle ki, saz ile âşık bütünleşir, bir nevi aşığın sembolü haline gelir. Halk arasında söylenen bir söz de sazın bu önemini vurgular: "Sazsız âşık, kulpsuz testiye benzer…"
📌 Âşıklığa başlamanın çeşitli sebepleri vardır. Kimileri, ustalarından aldıkları feyz ile kimileri diğer âşıkları dinleyerek, kimileri herhangi bir dert veya sevda nedeniyle, kimileri de rüyada, pir elinden, bir güzelin aşkına bâde içerek âşıklık kabiliyetini kazanırlar. Veysel, bâde içmediği gibi, birçok âşıkta doğuştan veya on-on beş yaşından itibaren görülmeye başlayan şiir söyleme kabiliyetini 40 yaşında kazanır. Bu durumu, âşığımız şöyle ifade eder:
"... Vallahi, önceleri pek heves etmedim. Hoşuma gidenleri yazdırır, okutur, ezberlerdim. O zamana kadar ben, hiç şiir yazmadığım için usta malları satıyordum. Her şeye bir sebep lâzım. Ali Rıza Bey, Nahiye Müdürümüzdü. Köye geldiğinde bana; 'Cumhuriyetin onuncu yılı için güzel bir destan hazırla. Bayramda nahiyeye (Ağcakışla'ya) gel, okursun,' dedi. Ben de ilk defa bu destanı yazdım..."
Âşıklık geleneğinin son üstadı Veysel Şatıroğlu nasıl bir âşıktı ?
Aşık Veysel'in saz çalma hikayesi
📌 Veysel'in saz çalma hikâyesi bilinen âşıklık geleneklerinden çok farklı. Onun saza başlama nedeni tamamen geçim derdi nedeniyle olur. Bu nedenle ilk yıllarında pek umut görünmez saz çalma hususunda; ancak 15 yaşına geldiğinde öğrenir. İşte kendi anlatımıyla Âşık Veysel'in saz ile tanışma anı:
"Ben, henüz on – on bir yaşlarına değmiştim... Babam, benim için düşünürdü: 'Bu çocuk, biz ölenden sonra ne olacak, kim bakar?' diye. Babam bana, üç telli bir saz getirdi. Elime verdi. 'Bu ne baba?' dedim. Babam: 'Oğlum, bu bir sazdır,' dedi. Elime aldım, bir iki evirdim çevirdim. Sonra, 'Baba, bu ne olacak?' dedim.
"Oğlum, biz ölürsek sana kim bakar?"
Babam da: 'Oğlum, bu sana bir eğlence, çalıp öğreneceksin' dedi. Köyümüzde Molla Hüseyin diye bir komşumuz var. Molla Hüseyin, güzel bağlama çalar. Babam, sazımı ona götürür, düzen ettirir getirir. Molla Hüseyin, beni çok sever. O güzel güzel Çamşıhı havaları çalar, ben dinlerim...
Saz öğrenme merakım arttı amma, bir türlü öğrenemiyorum. Hüseyin Dayının yanından ayrılınca sazı bir tarafa atıyorum. Rahmetli babam saz öğrenmemde ısrar ediyor; hatta beni dövüyordu. 'Oğlum, biz ölürsek sana kim bakar?... Mutlaka seni bir sanat sahibi etmek istiyoruz. Sen ise sazdan başka ne iş yapabilirsin? Çift süremen, tohum ekemen, ekin biçemen... Bunu öğrenirsen, köy odalarında, toplantılarda, kahvelerde çalarak ekmek paranı çıkarırsın' dedi. Ondan sonra saza ısındım; çalmağa başladım. Teli kırılırsa, doğru Hüseyin dayıya koşardım."
Çocuklarına isimleriyle hitap ederdi
Şu geniş dünyaya sığmayan gönül Şimdi bir odaya kapandı kaldı Bir dakka bir yerde duramaz iken Oturduğu yerden kalkamaz oldu
📌 Veysel çocuklarına isimleriyle hitap ederdi bazen de 'kuzum, canım' diye ilaveler yapardı. Sessizce yanından süzülürken bile hangisinin olduğunu anlar, ismini söylerdi. O günlerde köyde gördüklerinden aklında kalanları hep sorardı. 'Yolun karşısında şu çalı vardı, filan yerde şu taş vardı, hálá duruyor mu' diye sorardı.