Cemil Meriç, Necip Fazıl'ı nasıl anlattı?
Cemil Meriç, bir kitaba sığacak düşünce ve kişiliği tek cümleye sığdırabilen edebiyatçımızdır. Derin bilgi ve birikimiyle yazın dünyasının ruh tahlillerini ortaya koyar. O, Necip Fazıl'ı da bu bilgi birikimiyle edebiyat tarihine yazmıştır. Üstad'ı hiç kimse onun gibi anlatmaya cesaret gösteremez. Çünkü o, Üstad'ı tanır, tanımlar ve tahlil eder. Cemil Meriç, üstadı anlatırken eserleri ve kişiliğini bir bütün olarak ele alır ve asıl olması gereken noktayı işaret eder. Sizler için, Meriç'in Necip Fazıl hakkındaki derin düşüncelerini derledik.
Giriş Tarihi: 13.06.2019
16:29
Güncelleme Tarihi: 13.06.2019
17:39
Cemil Meriç, Necip Fazıl'ı "Batı tesirinde kalmış bir Doğulu" kendi ifadesiyle bir "muzdarip" olarak görür ve birçok yazısında onun Batılı kafasıyla Doğulu ruhunun/kalbinin çatışmasına vurgu yapar. Zira Batılı bir kafa ile Doğulu bir ruhun çatışmasının getirdiği yaman çelişkiyi en iyi anlayabilecek kişilerin başında Cemil Meriç gelir. Çünkü kendisi de Batı düşüncesiyle yoğrulmuş doğulu bir insandır. Paris hülyalarının şehri, Balzac ise idolüdür. Bu ikilemi ruhunun derinliklerinde en çok hisseden kişidir.
Örneğin muzdarip olarak öne sürdüğü Peyami Safa'yı anlatırken gerçekte kendini anlatır, "camiden içeri girmemiş adam" diye tanımladığı Tanpınar'ı tasvir ederken de kendini anlatmaktadır. Bu bağlamda arafta kalmış, muzdaripleri en iyi anlayan kişi kendisidir. Tanpınar'ın Paris hayranlığını anlatırken aslında kendi hayranlığını anlatır. "Bir trajedidir" diye tanımladığı Necip Fazıl'ın ruhunun derinliklerine inerken, gerçekte kendi bilinçaltını dışa vurur.
Bir sohbetinin bir yerinde "biz hepimiz sisler içinde konuşuruz" diye itirafta bulunur. Hepimiz dediği kişiler zaman zaman tanım ve tahlillerini yaptığı, Yahya Kemal, Ahmet Hamdi, Necip Fazıl, Peyami Safa'dır. Bu sisler içinde konuşma, onun düşünce olarak saf ve berrak olmasının getirdiği bir itiraftır.
Meriç'e göre iman akla dayanmayan çok farklı bir şey. İnanmak ise başlı başına bir olay. Bu pencereden olaya bakan Meriç, Necip Fazıl'ın hidayete ermesine temkinli yaklaşır. Ve şöyle der: "İman saf aklın konusu değildir. İman saf aklın kanatlanışıdır. Seyyal ve müphem hayallere yer verecektir şiir. Sezilir, hissedilir ve inanılır. Allah'ın ne varlığı ne yokluğu ispat edilir. Dosto ve Weber çırpınıyorlar inanmak için. En bedbahtlar kâfirlerdir. Çünkü neyi kaybettiklerini biliyorlar. İnanmaya ihtiyaç duyuyorlar çünkü."
" 'Men acze idrake edereke' yani idrak edemeyeceğini idrak eden, aslında idrak etmiştir. Necip bir çileden söz eder. Kitabının ismi de Çile'dir zaten. Hakikatte çile ile iman aynı yerde bulunmaz. Teslimiyetin olduğu yerde çile yoktur. Kendi kendisini inandırmanın cehdi içindedir Necip. İslam, imana varmaktır, kabul etmektir. İnanan adamda tereddüdün verdiği endişe kalmaz. Sonra artık imanın mükellefiyetlerine layık olmak gelir. Allah'a yaklaşırken layık olmak için gösterilen gayretler vardır. Şiir bir iman sanatıdır."