Divan edebiyatı şairlerinin gözünden ‘Türk kahvesi’
Menşei Yemen olarak düşünülen kahvenin 16. yüzyıldan günümüze ulaşan bir serüveni var. Kahve üretimi ve tüketimi günümüzde hâlâ popülerliğini yitirmedi. Biz de 5 Aralık Türk Kahvesi Günü hasebiyle geçmişten günümüze sevilerek içilen Türk kahvesinin tarihi sürecini ve Klasik edebiyattaki yerini irdelemek istedik.
Giriş Tarihi: 05.12.2019
12:48
Güncelleme Tarihi: 05.12.2019
13:54
Kahvenin ülkeleri aşarak İstanbul'a ne zaman geldiğine dair kesin bir tarih bilinmiyor. Fakat bazı kaynaklarda yer alan şahıslara göre, Kanuni devrinde İstanbul'a gelmiş olduğu anlaşılıyor. Aynı zamanda 16. yüzyılda yazılmış Hafız Hüseyin Ayvansarayi'nin Mecmu'a-i Tevârih adlı eserinde "mahalledeki kahve eğlencesi" mısrası da ilk kahvehanenin 16. yüzyılda açıldığını gösteren kanıtlardan.
Kahve Osmanlı'da muhtelif dönemlerde sıklıkla yasaklara maruz kalan bir içecek olmuş. Kimi âlimler içilebileceğine dair fetva verirken kimi âlimler bu içecekten uzak durulması gerektiğine dair fetvalar vermiş. İstanbulluların kısa sürede kahveye müptela olması ile dönemin Şeyhülislamı Ebüssuûd Efendi tarafından kahvenin yasaklanmasına dair bir fetva verilir. Kahve, ilmiye sınıfında taraftarlarını toplamaya başlasa da yasaklar devam etmiştir.
Klasik Türk şiirinde kahve
Kahve ve kahveye dair uygulanan bu yasaklar, dönemin şiirlerinde de yerini almış. Fakat kahve, Klasik şiirde kahve "mey" kadar kendisine yer edinemez. Bunun sebebi ise Klasik şiirde "mey" mazmununun arka planındaki felsefi ve tasavvufi öğretilerin fazlalığı olarak görülür. Araştırmalarda kahvenin Klasik Türk şiirinde hem müstakil hem de "şarap" ile kıyaslanarak beyitlere konu olduğu belirtilir.
"İrte derse çıkamaz gice kitâba bakamaz Eger içmezse müderris iki fincân kahve"
Nev'i
Müderris: Ders veren, profesör
(Eğer müderris iki fincan kahve içmezse ertesi gün ders anlatmaya gidemez.)
Bu beyitte şair kahvenin "zihni uyanık tutma" işlevini öne sürmüş. Bu beyitten o dönemdeki müderrislerin de geceleri ayakta ve zinde kalmak için kahve tükettiğini öğreniyoruz.
"El ayak tutmaz oldı semâdan Kahve nûş oldı cümle ehl-i safâ"
Gelibolulu Ali
Semâ: Gökyüzü (beyitte soğuk anlamında kullanılmış)
Kahve nûş: Kahve içicisi
Ehl-i safâ: Eğlence ehli
(Eller ve ayaklar soğuktan dolayı tutmaz olunca, bütün safa ehli kahve içmeye başladı.)
Bu beyitte kahvenin soğuktan koruma işlevi ön planda tutulmuş. Kahve ile safa ehli yani eğlence ehli bağdaştırılmış. Bu beyitten kahvenin hangi kesim tarafından daha çok tüketilmiş olduğunu anlayabiliriz.
"Gâh olur kahve-i müşkîne ider rağbetler Gâh rindâne çeker bâde-i ahmer hâme"
Gani-zâde Nâdiri
Müşk: Koku
Rindâne: Rint olan kimseye yakışır şekilde
Bâde: Şarap
Ahmer: Kırmızı
Hâme: Kalem
( Kalem bazen misk kokulu kahve ister bazen de rind gibi kırmızı şarap içer.)
"Bu hacı Yusuf Efendi kufûl idüp hacdan Virür ahibbeye bir sade kahve-i Yemen'i"
Lebîb
Kufûl: Geri dönme
Ahibbe: Dostlar
(Hacı Yusuf Efendi hacdan döndükten sonra oradan dostlarına sade bir Yemen kahvesi verir.)
Bu beyitten de yine sosyal hayata dair bir bilgi ediniyoruz. O dönemde Hacdan gelen hacıların dostlarına kahve getirdiğini öğrenmiş oluyoruz.
"Kendüye bezm-i safâda ısıdur yârânı Sâkiya kahve-i nâbun ısıcakdur kanı"
Ümîdî
Bezm-i safâ: Safa meclisi
Nâb: Saf
( Ey saki! Saf kahvenin kanı sıcaktır bu sebeple eğlence meclisinde dostları kendisine ısıtır.)
Şair bu beyitte kahveyi sıcak bir dost olarak tasvir eder. Bu beyitte yine kahve ve eğlence meclisi bağdaştırılarak konu edinilmiş. Klasik şiirde saki "şarap dağıtan, sunan kişi"dir. Fakat bu beyitte şair kahvenin kelime anlamından yola çıkarak sakiyi kahve dağıtan konuma yerleştirmiş ve tevriyeli bir anlatım kullanılmış.