Divan edebiyatının ‘inci’ değerindeki kadın şairleri
Osmanlı döneminde her ne kadar kadın şairlerin şiir söylediği bilinse ve divanları mevcut olsa da altı yüz yıldan fazla süren bir dönem düşünülürse sayılarının bir elin parmakları kadar bile olmadığı malumdur. Geleneksel dönemde edebiyat tarih ve tenkidinin yerini tutan tezkirelerle sınırlı kalan edebî araştırmalarda adı geçen kadın şair sayısı, bu durumun en önemli kanıtıdır. Peki, çoğu ilmiye sınıfına mensup ailelerin yüksek eğitim almış, yalılarda büyümüş, batı dilleri de dâhil dört beş dil bilen, zekasıyla saray ahalisini bile büyüleyen divan şairi kadınlar kimlerdir? İşte o kadınlar…
Giriş Tarihi: 08.03.2020
16:35
Aydın'a vali olarak atanan babası ile bu kente giden Leyla Hanım; 19 yaşında iken Sırrı Efendi adlı gençle evlendi. Eşi, daha sonra "Giritli Sırrı Paşa" olarak anılacak bir devlet adamı, şair ve hattattır. 26 yıl süren evliliklerinden Yusuf Razi, Vedat (1873), Nezihe, Ferihe isimli çocukları dünyaya geldi. Eşinin görevleri nedeniyle Anadolu ve Balkanlar'da seyahat etti. Eşinin Bağdat valisi olduğu dönemde bir cariye ile ilişkisi olduğunu öğrenince o devirde bir kadın için boşanma çok zor olsa da padişahın izni ile eşinin yanına gitmedi ve böylece evliliğini bitirdi.
1895'te İstanbul'a yerleşti; kendisini müziğe ve şiire adadı. Osmanlı'daki kadın hareketi içinde yer aldı. "Hanımlara Mahsus Gazete"'de yazılar yayımladı. Anılarını kaleme aldı. 70'li yaşlarında iken Bostancı semtinde bulunan köşkünün yanması ile notaları, şiirleri ve hatıra defterlerinin kül olunca eserlerini yeniden toparlama azmini gösterdi. Şiirlerini daha sonra "Solmuş Çiçekler" adlı kitapta bir araya getirdi (1928); anılarını yeniden yazdı.
Leyla Saz Hanım 6 Aralık 1936'da, İstanbul'da vefat etti. Edirnekapı Şehitliği'ne defnedildi.
Şiir yazmaya 14 yaşında başlamış olan Leyla Hanım, Fıtnat Hanım ile birlikte dönemin mecmualarında açık imzası görülen ilk kadın şairlerdendir. Divan geleneğini takip ederek yazdığı şiirlerinin toplanabilen kısmı ilk kez 1928'de 'Solmuş Çiçekler' ismiyle yayımlanmıştır. Esere ünlü şair Abdülhak Hamit Tarhan bir önsöz yazmıştır. Klasik Osmanlı şiirlerinin yanı sıra sadeleştirilmiş bir Türkçe ile yazılmış şiirler de kaleme almıştır.
"Kıl meclisi âmâde ne derlerse desinler İç dilber ile bâde ne derlerse desinler. lemde nedir farkı bana medh ile zemmin Sağ olsun ahibbâ da ne derlerse desinler."
Şair Nigar Hanım (1856 – 1918)
Nigar Hanım, Osmanlı kadın şairlerinden biridir. Nigar Hanım'ın babası, 1848 Macar İhtilali mültecilerinden, Macar asıllı Osman Paşa'dır. Öğrenimini Fransız mektebinde yaptı. Özel olarak Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri aldı. Çocuk yaşında iken şiir yazmaya başladı. Fransızca dilini ve Fransız edebiyatını çok iyi bilmekteydi. Zamanının kibar aleminin en seçkin siması olarak bilinmekteydi. Fransız salonlarını andırır şekilde, her salı günü konağında zamanın tanınmış şahsiyetleri toplanır ve bu toplantılarda şiirler okunur, müzik dinlenir ve sanat ve edebiyat konularında konuşulurdu. 1 Nisan 1918'de İstanbul'da öldü. Mezarı Rumelihisar Kayalar mezarlığındadır.
Şiirlerini Efsûs I (1877), Efsûs II (1891), Nîram (1896), Aks-i Seda (1900) ve Elhan-i Vatan (1916) adlı eserlerinde topladı. Safahat-i Kalb (1901) adlı bir gönül hikâyesini mektuplar halinde veren bir düzyazı eseri de vardır. Özel hayatında pek mesut olmayışının ıstırabını anlatan şiirlerinde ince bir lirizm görülür. Türk kadın şairler arasıda 19. yüzyılın ikinci yarısında en bol ve en özlü eserler vermiş bir şahsiyettir.
Nigar Hanım döneminde en fazla yabancı dil bilen kadın şaire olarak dikkati çeker. Bildiği dil sayısı hakkında farklı kaynaklara bakıldığında birbirine yakın veriler sunulmaktadır. Yazdığı günlüklerden ve hakkında yazılan kaynaklardan hareketle söyleyebiliriz ki: Fransızca, Rumca, ve Almancayı mükemmel şekilde; İtalyanca, Ermenice, Arapça, Farsça ve Macarca okuyup yazıp anlayacak kadar olmak üzere toplam sekiz dil bilmektedir. Nigar Hanımın şiir ve yazıları Hanımlara Mahsus Gazete (1895-1908), Mehasin (1909-1910), Demet(1908), Hanımlar Alemi (1918) gibi mecmualarda yayınlanmıştır.
Bir dönem eserlerinde "üryan kalp" mahlasını kullandığı, daha sonra bundan vazgeçip kendi ismini kullandığı bilinmektedir. Süleyman Nazif, Fuad Köprülü, Leyla Hanım gibi dönemin düşünürleri, onun iyi bir nâsir olduğunu fakat kuvvetli bir nâzım olmadığını dillendirerek düz yazılarının şiirlerine oranla daha çok beğenildiğini ifade etmişlerdir. Nigar Hanım bir müddet dönemin diğer öncü kadın yazarlarından olan Emine Semiye'nin başyazarlığını yaptığı ve Selanik'te yayımlanan "Mütalaa" mecmuasında da yazmıştır.
Nigar Hanım, bir yönüyle daima Batılı kalmış, diğer yandan doğunun bir parçası olmayı sürdürmüştür. Yaşam tarzı, fikir hayatı doğu gelenekleriyle birebir örtüşürken; kültür yaşamı ve üstün olduğu değerleri takdir etme ve benimseme açısından batılı sayılabilirdi.
Şair Nigâr da, çağdaşı Leyla Saz ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk Müslüman kadın anı yazarıdır. Şair Nigâr 25 yaşından ölümüne kadar yazdığı anılarının, ancak ölümünden elli yıl sonra yayımlanmasına müsaade etmiş ve 20 cilt tutan anıların içinde bulunduğu kilitli ceviz bir çekmece, Aşiyan Müzesi'ne emanet edilmiştir.
Leyla Saz ise anılarını yaşarken, kendi yayımlamıştır. Harem ve Saray Adatı Kadimesi adını verdiği anıları, 1920-1921 yılları arasında Harem-i Hümayun ve Sultan Sarayları başlığı altında Vakit gazetesinde tefrika edildi.
"Yegane sevdiğin alemde ben miyim simdi? Sahih ben miyim artık muhatab-ı askın? Butun o hiss-i amik-i fuad-ı pür sevkin O ibtila-yi ezel, o alaik-i ebedi Benim mi şahsıma mahsur?. Bir daha söyle O sanihat-ı hazinin, o beyyinat-ı gamın Sahih, mülhimi hep ben miyim, bugün söyle; Tahassüsatını, efkarını bütün söyle. Getir su kalbime dök varsa sevdiğim, elemin Eden nedir seni rencud?.. Bir daha söyle."
Makbule Leman (1865 – 1898)
Makbule Leman, 1865′te Beşiktaş'ta dünyaya geldi. 1898'de ölünce, Eyüp'te Siyavuş Paşa Türbesi'ne defnedildi. Yenileşme döneminin Nigâr Hanım'la birlikte önemli şairlerindendir. Saray Kahvecibaşısı İbrahim Efendi'nin kızı. Bir dönem "Hanımlara Mahsus Gazete'nin" baş yazarlığını yaptı.
Şair, II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirdi. Denemeler, hikâyeler de yazdı. Sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on iki. Bunlar Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirildi. Ölümünden sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla birlikte ikinci kez bastırıldı.
Bir kuluçka gibi sancılı gecelerinde Hep şefkatle çarpan kanat sesleri duyulur… Amansız hislerin öldüren pençelerinde Yüreği bir matkap salınmış gibi oyulur.
Kanmaz asla sevmeye; o, sevgiye susuzdur Şâire "su" dedirten hisle "evlât" der inler. Herkes derin uykularda iken o uykusuzdur El açar Yaratan'a balalarını diler…