Edebiyatçılarımızın eserlerindeki İstanbul mekanları
İçinden edebiyat geçen bir şehirdir İstanbul... "Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer" mısralarını bir şaire yazdıran, nice yazarın eserine konu olan büyük bir medeniyetin beşiğiydi. Edebiyatçılarımız tarih boyunca bu eşsiz şehrin güzelliğine kayıtsız kalamadı. İstanbul'un her bir köşesi bilhassa roman ve hikayeler için zengin bir kaynaktı. Peki, birçoğuna aşina olduğumuz roman ve hikayelerdeki İstanbul mekanları nerelerdi? Her gün önünden geçtiğimiz bir mekanda hangi roman kahramanı eski medeniyetimizin izlerini aramaya koyuluyordu? Gelin, İstanbul'u bir de roman ve hikaye kahramanlarıyla beraber düşleyelim...
Giriş Tarihi: 16.09.2020
11:19
Güncelleme Tarihi: 07.02.2022
14:16
📌Huzur romanı tam anlamıyla bir İstanbul panoramasıdır. Romanın baş kahramanları Nuran ve Mümtaz söz gelimi İstanbul'u birlikte yeniden keşfederler. Beraber çıktıkları her İstanbul gezisinde koca bir medeniyetin izlerini bulmaya çalışırlar. Huzur'da neredeyse İstanbul'un bütün mekanlarına, semtlerine rastlamak mümkündü.
"Mümtaz bu hayattan Mahmutpaşa'nın çığlığı içine çıktığı zaman, bir mahzende cins bir şarapla sarhoş olduktan sonra güneşe çıkanların sarhoşluğunu duyardı..." Bu rota Beyazıt Camii, Beyazıt Meydanı, Küllük, Sahaflar, Çadırcılar, Bitpazarı, Bedesten, Kapalıçarşı, Nuruosmaniye, Mahmutpaşa, Eminönü, Yeni Cami güzergâhını ifade ediyordu.
📌Mümtaz'ın en çok uğradığı mekanlardan biri Bedesten yani bugünkü ismiyle Kapalıçarşı' ydı. Burayı her dolaştığında geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kurmaya çalışıyor, nesneler üzerinden Eski İstanbul'un hatta koca bir medeniyetin değişimlerine tanıklık ediyordu.
"Bitpazarı kapısından girer, Bedestene kadar o dolambaç yollardan yürürdü. Öbür taraf çok taklit ve baştan savma olmak üzere bugündü; (...) Halbuki Bitpazarı ile Bedesten'de, dikkati açık olursa, daima şaşırtıcı bir şey bulunurdu. Burada hayatın, taklidi güç olan, tenimize yapışmadan ve içimize yerleşmeden yanaşmayan iki ucu birleşirdi. (...) Eski İstanbul, gizli Anadolu hatta mirasının son döküntüleriyle imparatorluk, bu dar, iç içe dükkânların birinde en umulmadık şekilde ve birden parlardı. Kasabadan kasabaya, aşiretten aşirete, devirden devire değişen eski zaman elbiseleri, nerede dokunduğunu söyleseler bile unutacağı, fakat motiflerini ve renklerini günlerce hatırlayacağı eski halı ve kilimler, Bizans ikonlarından eski yazı levhalarına kadar bir yığın sanat eseri, işlemeler, süsler, hülasa yığın yığın sanat eşyası, hangi geçmiş zaman güzelinin boynunu, kollarını süslediği bilinmeyen bir iki nesle ait mücevherler, bu rutubetli ve yarı karanlık dünyada hüviyetlerine eklenen uzak zaman ve bilinmezin cazibesiyle onu saatlerce tutabilirdi."
📌Huzur'un bir diğer rotası ise Mümtaz'ın "eski medeniyetimiz" diye ifade ettiğinin tam karşılığı olan Üsküdar'dı.
"İlk önce vapur iskelesinde beklememek için Mihrimah Camii'ni dolaştılar, sonra Üçüncü Ahmed'in annesinin camisine girdiler. Türbeyi, küçük bir meyve içi gibi döşeli camiyi Nuran pek beğendi. Vapuru çoktan kaçırmışlardı. Onun için bir araba ile Atik Valide'ye oradan Orta Valide'ye gittiler..."
📌Mümtaz'ın "Birbirimizi mi yoksa Boğaz'ı mı daha çok seviyoruz?" dediği Boğaziçi ise Mümtaz ve Nuran aşkının cisimleşmiş hali gibiydi. Kahramanlar İstanbul üzerinden kendilerine ve eski medeniyetimize doğru uçsuz bucaksız bir yolcuğa çıkıyordu...